AK Parti, 14 Ağustos 2001'de kuruldu. Kurulduktan 15 ay sonra girdiği ilk seçimde yüzde 34,28’lik oy oranıyla birinci parti olarak iktidarı devraldı. 20 yıldır girdiği her seçimde tek başına iktidar olan AK Parti, en çetin sınavlarını Kürt meselesinde verdi.

PKK ile 'silahların gölgesinde' süren diyaloglar, Abdullah Öcalan ile temaslar, Çözüm Süreci, anadilde eğitim… Kürt sorununa çözüm konusunda özellikle 'Çözüm Süreci' sırasında olumlu tepkiler yükselse de gelinen noktada Kürtlere yönelik düşmanca politikalar yürütüldüğü yorumları daha yoğun.

HDP'li Sırrı Sakık, Gelecek Partili İlhami Işık, DEVA Partili Cihan Ülsen ve 'Doğu Masası' ile bölgede çalışma yürütmeye başlayan CHP'nin Parti Meclisi Üyesi Nevaf Bilek ile, son 20 yılda Kürt sorunuyla ilgili yürütülen politikaları Duvar’dan Ferhat Yaşar’a değerlendirdi.

'AK PARTİ'NİN KÜRT MESELESİYLE İLİŞKİSİ DERSLERLE DOLU'

Gelecek Partili İlhami Işık, AK Parti'nin Kürt meselesiyle ilişkisinin derslerle dolu olduğunu söyledi.

Işık şöyle konuştu: “AK Parti iktidara gelir gelmez Kürt meselesiyle ilgili adımlar atmadı. Avrupa Birliği'ne yönelik çok sesli, demokratikleşme, hak ve özgürlükler gibi söylemleri dile getirdi. Ama Kürt kelimesi geçmeyen genel bir söylemdi. Öcalan'ın çağrısıyla PKK, 1999'da Dersim bölgesi hariç bütün güçlerini sınır dışına çekti. 2002'de ise PKK kendisini feshederek adını değiştirdi. Buna rağmen AK Parti hükümetinde adımları bırakın, Kürt kelimesi bile geçmedi. Bölgedeki dengeler değişince 1 Haziran 2004'te PKK silahlı mücadeleye başlama kararı aldı. Ondan sonra AK Parti Kürt meselesiyle ilgili bazı görüşmeler yaparak bir nabız yoklamasına gitti. Birkaç gün sonra 8 Haziran da Leyla Zana serbest bırakıldı. PKK, Türkiye'de atılmayan adımları nedeniyle meşru arayışa girdi. 'Biz kendimizi fesh ettik, bütün silahlı güçlerimizi çektik. Şiddet yok ama devlet adım atmıyor' diyordu. Yumuşak hava 2005-2006'da biraz ivme kazandı. Ankara'da Sabri Ok ve Ahmet Türk ile yapılan görüşmelerle Oslo’nun altyapısı oluşturuldu. Bu görüşmelerden sonra AK Parti'nin Kürt meselesine yönelik ilgisi artmaya başladı. Ondan sonra Erdoğan, Diyarbakır'da meşhur 2005 konuşmasını yaptı. Görüşmeler ciddi anlamda Kürtler ve Türkiye'deki demokrasi güçleri arasında yeni bir başlangıç, bir umut, bir şeylerin değişebileceğine olan inancı da tetikledi. Oslo, devletin PKK yöneticileriyle yıllar süren direkt görüşmeleriydi”

ARAP BAHARI TÜRKİYE’DE KÜRT MESELESİNİ NASIL ETKİLEDİ?

AK Parti'nin Kürtleri sakinleştirme politikasını yürüttüğünü belirten Işık, sözlerine şöyle devam etti: “Ulusalcı kesim de ciddi anlamda mevcut iktidardan rahatsızdı. Cumhuriyet mitingleri, 'ordu göreve' çağrıları ve AK Parti'nin kapatılma davaları at başı gidiyordu. İçerde hem iktidar kavgası sürüyordu hem de AK Parti Kürtleri sakin tutma politikası yürütüyordu. 2005'te meşhur konuşmasını yapan Erdoğan, Oslo görüşmeleri devam ederken, "Çocuk da olsa, kadın da olsa benim güvenlik güçlerim müdahale eder' diyebilen bir Erdoğan vardı. 2009'un nisan ayında bir ateşkes ilanı oldu. Ancak bir gün sonra KCK operasyonlarıyla Kürtlerin bütün siyasi kadroları plastik kelepçelerle gözaltına alınıp tutuklandı. Erdoğan'ın aynı yıllarda Hakkari'de 'Ya sev ya terk et' cümlesini kullandı. Tüm bunlara rağmen Kürt meselesi ile ilgili atılan adımlar rölantiye girdi. İmralı görüşmeleri başladı. Çözüm Süreci'ne Arap Baharı'nın Kürt meselesine yansımasını önlemek, Suriye'de olan bir durumun Türkiye'de olmasını engellemek adına başvuruldu. Çünkü Rojava’da bir yönetim oluştu. Çözüm Süreci, Kürt meselesini çözmeliyim iradesinden ziyade, bu mesele çözülmese Arap Baharı’nın benzeri Türkiye’de yaşanacak endişesinden ötürü başladı. Öyle olunca da yürüme şansı da olmadı. Bölgede çok farklı gelişmeler oldu. IŞİD gibi dünyanın en vahşi örgütü kuruldu, İran aynı ay içerisinde Suriye'ye girdi. Böyle bir tablo karşısında (IŞİD'e karşı) silahın meşru hale gelen bir zamanda, devlet PKK'yi silahtan arındırmak için hiç kimsenin yapmadığı kadar görüşmeler yaptı. Akil İnsanlar heyetini kurdular, Meclis'te bunun siyasetini yaptılar. Ama sürdürülme şansı yoktu. İki nedenle yoktu. Birincisi mevcut iktidar Kürt meselesini çözme iradesini değil, şiddetten arındırmayı içselleştirmişti. İkincisi Türkiye devletinin Kürtlere bakışı, bölge devletlerinin kat be kat gerisinde bir pozisyonda. Rojava'da, Irak'ta bir Kürdistan var. İran'da Kürdistan Eyaleti var. Türkiye buna benzer siyasal tanımlamaların çok gerisinde. AK Parti de bunu aşamadı.”

'ŞU ANDA ÇOK VAHİM, DEMOKRASİNİN TÜMÜYLE RAFA KALKTIĞI BİR DURUMA GELDİ'

“Kürt siyaseti, Türkiye'deki demokratik gelişme cephesini tıpkı iktidar gibi saç ayaklarına oturmaktan ziyade bölgedeki duruma göre pozisyon aldı. 7 Haziran'da ilk defa Kürtleri temsilen bir parti barajı aştı. Türkiye'nin her yerinden oy aldı. Yüzden fazla belediye aldı. Ama bir hendek probleminin oluşmamasının iradesini gösteremedi. Diğer yandan da 'Seni başkan yaptırmayacağız' diye bir tavır bir duruşa dönüştü. Öyle olunca da mevcut iktidarın bütün alanları daraldı. İktidar demokratlarla kavgalıydı, Cemaat darbe yapmaya kalktı, Kürtler de hendek olayı vardı. Bu fırsattan istifade eden Devlet Bahçeli'nin iteklemesiyle rafa kaldırılmış olan başkanlık sistemi hayat buldu. Şu anda çok vahim, demokrasinin tümüyle rafa kalktığı, hak ve hukukun nerdeyse yok olduğu bir duruma geldi.”

"Erdoğan'ın Kürtlerle tekrar bir diyalog kurması mümkün mü, sizin buna yönelik bir beklentiniz var mı?" sorusuna Işık şu yanıtı verdi:

“İçselleştirilmiş bir iradeyle hayır ama zorunluktan evet. 2 yıl önceki yerel seçimlerinde bir akademisyeni gönderdiler, İmralı'da görüşme yaptı. Erdoğan ve Devlet Bahçeli de Öcalan'ı savundu. 'Siz niye Öcalan'ı dinlemiyorsunuz?' dediler. Çünkü mevcut iktidar tabanının büyük bölümünü kaybetti. Ekonomi, adalet ve dış politika çok kötü. Böyle olunca Kürtler dışında bir seçeneği olmayan bir iktidar var karşımızda. Bunu yapmak mecburiyetinde.”

'AK PARTİ DE ANKARA'NIN DEHLİZLERİNE TESLİM OLDU'

HDP'li eski milletvekili ve Muş Belediye Başkanı iken görevden alınarak yerine kayyım atanan Sırrı Sakık, AK Parti 2002'de kurulurken büyük bir mağduriyet üzerinde siyaset inşa ettiğine vurgu yaptı.

“Türkiye'de yaşanan krizlerden kendilerinin de ciddi şekilde etkilendiğini sürekli dile getiriyorlardı” diyen Sakık, şöyle devam etti:

“Ama son 20 yıllık süreç içerisinde geldiğimiz noktada kuruluş felsefesinde nasıl bir makas değişikliği yaptığını gördük. Kurulurken ülkenin temel sorunlarını nasıl çözeceğini ve Türkiye ile ilgili ne düşündüklerini bir seçim bildirgesiyle topluma sundular. Ama bunların hiçbirinin hayat bulmadığını gördük. Hatta kendilerine çok büyük destek sunan sadece AKP tabanı değildi. Daha sol, daha muhafazakar kesimler, liberaller, 'yetmez ama evet' diyenler bile AKP'ye büyük destekler sundular. AKP hiçbir şeyin kaybolmayacağını söylüyordu. 'Biz Ankara'nın dehlizlerine teslim olmayacağız' diyorlardı. Roboski'de de öyle diyordu. AKP'nin bugün geldiği noktada, Ankara'nın dehlizlerine teslim olduğu bir süreci hep birlikte yaşıyoruz. Partinin kuruluşundan bugüne kadar yer alan birinci ve ikinci kuşağın artık AKP'de olmadığını görüyoruz. Kimler var AKP'de? MHP'nin politikalarıyla örtüşen yeni bir üçüncü nesil var. Geçmişten bugüne bütün siyasi partilerin yaptığı gibi onlar da Ankara'ya teslim oldu. Mesela Kürt sorununu 2005'te çözeceğim, Diyarbakır'da Kürt sorunu benim sorunumdur diyen AKP'nin, ne yazık ki bugün MHP ile farklı bir düşüncesinin olmadığına tanıklık ediyoruz. AKP ilk geldiği dönemlerde yüzü Avrupa'ya dönüktü. Yüzü Türkiye'de mağdurların ve Türkiye'de hakları gasp edilen insanlara dönüktü. Ama şimdi sırtını dönmüş. Böylesi bir partinin Türkiye'nin temel sorunlarını, Kürt sorununu çözmekle ilgili bir düşüncesinin olduğunu düşünmüyorum."

'OTURUR KONUŞURUZ'

AK Parti'nin Kürt meselesinde samimi olmadığını dile getiren Sakık, şunları söyledi:

“Eğer gerçekten çözmek gibi bir düşünceleri olsaydı 2013 ve 2015 yılları arasında Kürt sorunun çözümü için atılan adımları hayata geçirirdi. Hepimiz çok umutlanarak destekledik. Ama siyasetin şu boyutu var: Siyaseten kendi iktidarını, kendi alanını genişletmek adına her şeyi yapabilir. Biz Kürtler sorunlarımızın çözümünü istiyoruz. Biz kimseyle düşman değiliz ve sorunlarımızı çözmek istiyoruz. AKP'nin kuruluş felsefesinde Türkiye'nin temel sorunlarıyla ilk kurulduğu gün ortaya koyduğu sürecin bugün hayata geçirmesi gerektiğini inanıyoruz. Eğer bunu yapabilecek güçteyse, otururuz, konuşuruz. Ama şu anda AKP'nin bundan çok uzak olduğunu, MHP ile Türkiye'de inkarcı bir politikayla siyaseti dizayn ettiğini hepimiz görüyoruz. Bu siyasetten çözüm çıkmaz. 6 yıldır yaşanan bütün sıkıntıları özellikle HDP tabanı ve Kürtler üzerindeki bütün baskıları biliyoruz. Baskı ve şiddet dışında çözüm yolunun olmadığını da görüyoruz. Bunun çözüm olmadığını onlar da biz de biliyoruz. Eğer gerçekten bu politikaların bir karşılığı olsaydı, 1990'lı yıllarda kat be kat daha büyüğünü biz yaşadık. Kürt halkı bunlara teslim olmadı. Barış ve demokrasi talebi noktasında iradesini hep ortaya koydu. Bugün de biz bu topraklarda demokrasiyi, barışı, hukuku inşa etmek için çok ağır bedeller ödüyoruz. Bedeli ne olursa olsun, bu topraklarda barışın ve hukukun hayat bulması için bunu ödemeye devam edeceğiz.

'AK PARTİ KÜRT MESELESİNİ DE ARAÇSALLAŞTIRDI'

DEVA Partisi Diyarbakır İl Başkanı avukat Cihan Ülsen, AK Parti’nin 20 yıllık Kürt meselesindeki seyri seferinin, kuruluş aşamasında ortaya koymuş olduğu 3Y prensibi olan 'Yoksulluk, Yasaklar ve Yolsuzluk'la birlikte okunması gerektiğini söyledi.

 “Meseleyi buradan kurmadığınızda ya eksik değerlendirme yapmış olursunuz ya da hatalı bir yere varmak durumunda kalırsınız” diyen Ülsen, şöyle devam etti:

“Gelinen süreçte açık bir şekilde şu tespiti yapmak mümkün: AK Parti’nin, Kürt meselesi başlığı altında değerlendirilebilecek herhangi bir söylemi, tutumu, politikası, kendisinden önceki iktidarların yaklaşımından farklı değildir. Burada AK Parti adına başından beri mütemadiyen devam eden iki ana refleksten bahsedebiliriz. Kürt meselesi gibi can alıcı konuyu araçsallaştırmak ve sulandırarak ciddiyetten uzaklaştırmak. AK Parti, kendisine inanan, umut bağlayanlara çözme sözü verdiği bütün meselelerde olduğu gibi Kürt meselesini de araçsallaştırdı. Seçmenini bir arada tutmaya, muhtemel bir oy kaybını engellemeye yönelik bir araç haline getirdi. Yola çıktığı ve mücadele alanı olarak belirlediği 3Y prensibi, 20 yıldan sonra ortaya çıkan tablo tam da bunun aleni resmidir. Yasaklar, yoksulluk ve yolsuzluk her geçen gün artmaya devam ediyor. Burada önemli olan yoksulluk ve yasaklar meselesi ise doğrudan Kürt meselesi ile ilgilidir. AK Parti Kürtlerden, verebileceğinden fazlasını aldı. Çünkü kendi iddiasından uzaklaşmak sadece kendi varlık alanlarının reddi değil, toplumu da toplumsal beklentileri de parantez içerisine hapsetmiştir.”

'YAPTIKLARI DOĞRULAR, YANLIŞLARININ HIZINA YETİŞMİYOR'

AK Parti'nin, 'kalıbının partisi' olmadığını, 'alternatif' bir parti iddiasıyla çıkıp, sıradan bir partiye evrilme sürecini toplumun şahitlik ettiğini söyleyen Ülsen, sözlerini şöyle noktaladı: “AK Parti vaadini yerine getirememiş, iddiasının, -deyim yerinde ise- ‘kalıbının’ partisi olamamıştır. Bu da çok sıkıcı ve bıktırıcı bir şekilde bize -aksi sürekli iddia edilse de- AK Parti’den önceki siyasi partilerden bir farkının olmadığını hatırlatıyor. Muazzam bir alternatif olarak çıkan bir partinin sıradan bir partiye evrilme sürecini hep beraber yaşadık. Yaşanan bu süreç bana hep -ana teması olarak - Dostoyevski’nin Ecinniler’deki kahramanı Şigalyov’a söylettiklerini hatırlatır; 'kendi iddialarımın esiri oldum, vardığım sonuç baştaki temel aldığım fikrin tam karşıtı.' 20 yıllık bir iktidar özeti bu aslında. Vurgulamak istediğim ikinci refleks ise AK Parti’nin bir şekilde baş edemediği / etmek istemediği sorunların tamamını sulandırarak ciddiyetinden uzaklaştırma refleksidir. Kürt meselesinde yapılan patinajlar üretilemeyen bir siyasetin son perdesi gibi okunmalı. Bu tavır -kabul etmeseler de- AK Parti’nin Kürtler nezdinde bir kredisinin olmadığını göstermesi önemli. Çünkü artık Kürtler bu tarihi seyirde ve açığa çıkan siyasal denklemde nesne değil özne olacaklarını yüksek sesle dile getiriyorlar. Çözüm süreci şahıslardan ve partilerden kıymetli bir projeydi... Heba edilen sadece bir çözümden çok insanların ülkenin geleceğine dair umudunun çekip alınmasıydı. Çok yakın bir örnek olarak Cumhurbaşkanının Diyarbakır konuşmasında Diyarbakır cezaevinin kültür merkezi yapılması fikri tam da bu sebepledir. Türkiye Cumhuriyeti tarihine kara bir leke gibi düşen bu cezaevinin hafıza müzesi, utanç müzesi değil de bir kültür merkezi olarak inşası birçok imkanı nasıl heba edildiğini de bize gösteriyor. Keşke her doğru yapıldığında, ardından bir yanlış yapılmamış olsaydı diyor insan. AK Parti'nin kaderi bu maalesef; yaptıkları doğrular yanlışlarının hızına yetişemiyor... Türkiye’nin umutla inşa edilmiş heyecana ve hikayesi olan bir gelecek tahayyülüne ihtiyacı var. AK Parti'nin bu 20 yıllık Kürt meselesine dair serencamı bu tahayyülün çok uzağındadır.”

‘AKP HER BEŞ YILDA BİR BİRİLERİNİ KULLANDI’

CHP PM Üyesi Nevaf Bilek, Çözüm Süreci’nin siyasi bir perspektif içerisinde konuşulduğunu belirleterek, şunları söyledi:

"Kürtlerin temsilcisi sadece PKK değil. Kürtlerin temsilcisi olarak bölgede KDP’liler ve Kürt sol fraksiyonlar da vardı. Sayın Erdoğan Kürt sorununu çözmek isterse genel bir perspektif içinde çözmesi gerekiyor. Kürt sorunu, PKK ve HDP’nin yönlendirdiği oyları kendi siyasi partisine kanalize etmeydi. Başta da sorunun bu şekilde çözülmeyeceğini biliyordum. HDP bölgede yüzde 75-80’ine hitap eden bir siyasi parti. Kürt sorunu konuşulduğunda Suriye, İran, Irak ve Türkiye’deki Kürtleri ayrı tutamazsınız. Kendi dillerini konuşmak, özgürce düşüncelerini ifade edebilmek, kendi okullarında okumak, kendi kültürlerini yaşamak istiyor. Türkiye’deki hiçbir Kürt vatandaşın ayrı bir devlet niyeti yok. Türkiye’de 20 milyon Kürt yaşıyorsa muhakkak aralarında yüzde 3’ü istiyor olabilir. Ben şahsen devletin üniter yapısının korunması kaydıyla Kürtlerin dillerini, kültürlerini, siyasi anlamda temsil edinme hakkına sahip olmasını isterim. AKP ilk geldiği zaman yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele edeceğini söyledi. Türkiye’nin geldiği noktaya bakın, sıfır. Türkiye Cumhuriyeti’nde her dönem birilerinin sırtından birileri bir yere geldiyse, AKP’de 20 yıllık süreçte her beş yılda bir birilerini kullandı. AKP, 2002’de Avrupa Birliği’ni, 2010’da liberal demokratları, ‘yetmez ama evet’ diyenleri kullandı. 2015’e geldiğinde yıllarca beraber olan Fetullahçıları kullandı. 2020’de ise mafyayı kullandı. Ama mafyanın da bir raconu var. Kimse kimsenin çiftliğine giremez."

‘KÜRTLER MHP’Yİ YILLARDIR TANIYOR’

AK Parti’nin Kürt sorununu çözme gibi bir derdi olmadığını, eğer Kürt sorunu çözmek istenirse herkese gidilmesi gerektiğini vurgulayan Bilek, şöyle devam etti:

“Bölgedeki inanç temsilcilerine, bölgedeki ağalara ve muhtarlara gidilmesi gerekir. AKP’nin içerisindeki insanlar zaten MHP’liydi. Zaten kafalarının arkasında Kürt düşmanlığı vardı. MHP bir ara CHP ile de beraber yürüdü. Biz MHP’yi şimdi tanımıyoruz. Kürtler MHP’yi yıllardır tanıyor. Kürtler 2015’te Bahçeli’nin ‘taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmasın’ dediğini unutmuyor. Şimdi Tayyip Bey gelmiş 'Diyarbakır Cezaevini müze yapacağım' diyor. Millet bunları unutmuyor. O devir bitti. HDP seçmeni de evrildi. Kürtler artık bölgede neyin ne olduğunu, kiminle beraber yürüyeceğini, kiminle yürünmeyeceğini, kiminle şu ana kadar yüründüğünde zarara uğradığını biliyor. Ben Eruhluyum. Çimencik ilçesinde bugün en az 50 tane yüksekokul mezunu var. Doktoru, mühendisi, öğretmeni var. Hiçbir siyasi parti artık Kürtleri kandıramaz. Siz tahmin edebiliyor muydunuz İstanbul seçimlerinde Abdullah Öcalan emir verecek Kürtler karşı çıkmayacak. Ama Kürtler karşı çıktı. Kürtler hiçbir partinin malı değil. Eski devir bitti.”