Gezi parkı eylemlerinin birinci yıldönümünde İstanbul'da görev yapan Çevik Kuvvet'te görevli polis memuru, meslektaşlarının tutumunu eleştirdi.  Polis memuru "Polisin ön planda tutulması sürekli şiddete mahal veriyor" dedi.

Ethem Sarısülük ve Berkin Elvan'ın polis tarafından öldürülmesini "bir insan öldürmenin ayıbını hiçbir ceza karşılamaz. Devlet şu anda onu koruyor mu diye sorarsanız o kişinin görevden atılmaması zaten devletin onu koruduğu anlamına geliyor" sözleriyle değerlendiren polis memuru Berkin Elvan'ı vuran polislerle ilgili de "O kişiyi bulsam kendi ellerimle teslim ederim." dedi

dokuz8haber'den Yasemin Ergül ve Ali Ergül'ün roğörtajı şöyle:

Merhaba, 31 Mayıs’ta istiklal caddesinde yaşananlara tepki göstererek bizim de dikkatimizi çekmiştiniz. Öncelikle iletişim bilgilerinizi verdiğiniz ve röportaj yapmayı kabul ettiğin için teşekkür ederiz… İlk olarak şuradan başlayalım isterseniz, bu mesleğe, polisliğe nasıl başladınız? Bu mesleği seçmenizin nedeni neydi?

5 yıldır bu mesleği yapıyorum. Bu mesleğe başlama nedenlerimden biri, üniversitedeki sağcı, ülkücü, alperen yapılanmalar yüzünden okuyamamam. En ufak bir şeyde bile, haklı da olsam, haksız da olsam polisler tarafından mağdur edildim. Ve bu artık canıma tak etti. Bu böyle olmaz artık, buna bir el atmak lazım dedim. Dışarıdan müdahale edemediğimiz için, o gençlik ruhuyla, içine girip değiştirmek gerektiğini düşündüm ve girdim içine.

Gezi’nin yıldönümünde yaşanan şiddete tepki gösterdin. Bu tepkin sadece o güne mi özgüydü?

Bu genel bir tepki. Gezi olaylarından dolayı orada mağduriyet yaşamış, ölüm görmüş insanlar oldu. Bu aileler ve kişilerin oturup yas tutmalarına bile izin verilmedi. Onun dışında, her tarafın kapatılması, vatandaşın yaşadığı mağduriyet benim verdiğim tepkide etkili oldu. Eğer orada polisler daha geri planda tutulsaydı, bu tarz yasaklar konulmasaydı, vatandaş ne bu kadar mağdur olacaktı, ne de bu tür olaylar olacaktı. Herhangi bir sıkıntı yaşanmayacaktı. Polisin ön planda tutulması sürekli şiddete mahal veriyor.

Polislik mesleğine girme sebebinin de bunları önlemek olduğunu söyledin, peki mesleğe ilk girdiğinde karşılaştığın tablo beklentin ile örtüştü mü?

İki senelik polis okulu, peşinden de meslek hayatım başladı. Daha ilk görev yaptığım yerde gördüm ki, teşkilatın yüzde doksanı, hatta doksanların üstüne varan bir kısmı, o kafatasçı, şiddet yanlısı, faşizan düşüncelere sahip ve bunu da durmadan mesleğine yansıtıyor. Başlarda, çalıştığım yerde bu olanları değiştirme niyetiyle girdim ancak gittikçe hedefim küçüldü. Artık çalıştığım yeri geçtim, çalıştığım birimde yapayım dedim, ama o bile o kadar zor bir şey ki….

Birimden kastın nedir?

Çevik kuvvette çalışıyorum. Çevik kuvvette gruplar olur. Ben de başında bulunduğum grubu değiştireyim en azından dedim. Orada etkili olduğumu gördüm. 30 kişilik bir grubum var. Bir şiddet, haksızlık olunca önüne geçmeye çalıştık. Mesela en azından önümüze düşen adamı on kişi coplamadı. Yapan olursa, önüne geçtik set kurduk. O otuz kişilik grupta bunu etkili bir şekilde uyguladık.

Polislikle ilgili bir hedefin var mı?

Benim için polislik ikinci planda. Ben polislik yapmak istemiyorum. Ben polisler tarafından halka uygulanan şiddeti bir nebze olsun önlemeye çalışan biriyim. Bunun için çevik kuvvet bulunmaz bir yer. Çünkü toplumsal olaylara birebir müdahale eden birim. O yüzden mümkün olsa, çevik kuvvette devam etmek isterim, ama böyle bir şey mümkün değil. Çevik kuvvette bulunan kişi 6 sene görev yapabilir. Sadece altı sene. Benim son bir senem. Daha sonra özel harekat düşünüyorum.

Özel Harekat mı?! Neden?

Çünkü her türlü şiddete, örtülü şiddete, görünmeyen şiddete açık bir yer. Burada yapılan şeyler bazen göz önüne gelmiyor, haberlere yansımıyor. Böyle düşünüyorum. Bire bir gördüğün bir şey yok. Sonuçta dağdasın, bayırdasın ve yaptığın şeyler sen istemediğin müddetçe kolay kolay duyulmaz.

Göreve başladığın andan itibaren tanık olduğun, yaşadığın, seni etkileyen olaylarla karşılaştın mı?

En basitinden Gezi olaylarındaki polis şiddeti, “Bu kadar da olmaz” dediğim bir durumdu. İstanbul’da yaşayan 20 bine yakın polis var. Onların bulunduğu yaşam şartlarının iyileşmesi için de sokağa çıkan insanların, birden bire polis tarafından şiddete maruz kalması bana bu kadar da olmaz dedirtti.

Hemen ertesi gün görev çıktı ve İstanbul’a geldim. Orada bile polislerin “işte böyle yaptık”, “böyle yaptık” deyip böbürlenmeleri vardı. Neydi bunlar? Yoğun gaz kullanılması, gazlı müdahalelerde birebir nişan alma… Bu yüzden, işte Berkin Elvan ve öldürülen diğerlerinde, sorumlu olan kişilerin böbürlenerek yaptıklarını anlatmaları, yeter artık dedirtiyordu. Şöyle ki ilk gün Galatasaray Lisesi önünde görevliydim. Hiç kimse kurallara uymuyordu…

Kurallar derken? Hangi kurallara uyulmuyordu?

Bize verilen talimatların hiçbirinde birebir “nişan alın” diye bir talimat olmaz. Fakat Gezi olaylarında, televizyonlara da yansıdı, yoğun bir şekilde bire bir nişan almalar, hedef alıp sıkmalar, mesafe yakın olduğu halde 90 derecelik açıyla gaz sıkmalar…. Normalde grup çok uzaksa bu açıyla sıkarsınız. fakat grupla arasında 50 metre olmadığı halde kalkıp 90 derecelik açıyla sıkan arkadaşlar gördüm. Bunu yaptıktan sonra “aaa vurdum, çocuğu vurdum” falan filan gibi böbürlenerek anlatmaları.

İstanbul’a kaç kez görevlendirilerek geldin?

Mesleğe başladığım 2009 senesinden beri bütün büyük toplumsal olaylar için geldim. 1 Mayıslar, Newroz’lar, Gezi olaylarında görevlendirmeyle geldim. 1 Mayıs’ın yasaklanmadığı dönem Trabzon’da çalışıyordum, o dönem de geldim. Burada sayımız o kadar az olmasına rağmen gönderiliyoruz. Bu olayların hepsi iktidarın sindirme politikaları sonucunda gerçekleşiyor. Eğer izin verilirse herhangi bir olay yaşanmıyor. Arada tabii taşkınlık çıkaran yok mu, var. Belki ufak tefek olaylar olur, ama bu kadar büyümez.

İstanbul dışında farklı şehirlerde dış göreve gittin mi?

Batman, Diyarbakır gibi yakın yerlere gidiyoruz bazen. En son Başbakan’ın seçim çalışmalarında onun peşinden gittik.

Peki İstanbul’daki polis müdahalesi ve şiddeti ile diğer şehirlerdeki şiddet arasında bir fark veya benzerlik var mı?

Ben Trabzon’da görev yaptım. Trabzon’da müdahale şartları oluştuğu halde, hiçbir şekilde müdahale emri verilmez. Mesela Fenerbahçe maçında olaylar yaşandı. Arkadaşlarım aradı, “Abi taşlarla on beş arkadaşımız yaralandı” dediler ama o telsizlerden bir tane müdahale emri gelmedi. Trabzon “politik” şehir olmasından dolayı, yani Trabzon kökenli 82 milletvekilinin olmasından dolayı, yöneticiler hiçbir şekilde elini taşın altına koymuyor. O müdahale emri gelmiyor, çünkü geldiği anda koltuğu sarsılabilir. Emniyet teşkilatının zaten bu kadar “politik” olmasının dezavantajı bu. Fakat Doğu’da o kadar rahat müdahale emri geliyor ki… Doğu’daki insanların bu direnişinin bir nedeni de budur bence. Çok çabuk müdahale ediliyor.

Emniyet teşkilatının “politik” olduğunu mu düşünüyorsun?

Kesinlikle evet. En ufak şeyde yer değiştirmeler, pasif göreve çekmeler çok rahat oluyor. Siyasilerin her türlü gücünü uyguladıkları bir mecra burası.

Amirlerin sürekli olarak bağırmaları, eylem saatinden saatler önce oraya getirilişiniz sizi nasıl etkiliyor? Bu durum polislerin şiddet kullanmasını artırıyor mu?

Saat 19’daki bir eyleme saat 12’de getirilip dikiliyoruz. Bu da ister istemez sinir katsayısının artmasına, sağlıklı düşünememeye sebep oluyor. Bir de buna amirlerin bağırmaları eklenince, elbette ki bu zaten şiddete kullanmaya meyilli olan polisleri etkiliyor.

Gezi Parkı olayları ve sonrasındaki polis şiddeti sende bir kırılma yarattı mı?

Benim oraya gelme amacım bir nebze olsun yaşanılacak olan haksızlığın, şiddetin bir nebze olsun önüne geçmekti. Benim tek amacım buydu. İstanbul ve diğer dış görevle gittiğim bütün şehirlerde de tek amacım buydu. Gezi benim kırılma noktam olmadı, çünkü kırılma noktam çok öncesine dayanır. Zaten haksızlık ve şiddet dolayısıyla polis oldum. Benim gördüğüm polis şiddeti, benim kırılma noktamdı.

Bunu açabilir misin, nerede şiddet gördün polisten?

İlk Üniversitede polis şiddeti gördüm. Okuduğum okulda faşistler çok güçlüydü. Her şeyimize müdahale ediyorlardı. Bahaneler bulup saldırıyorlardı. Onlara cevap verdiğimizde bu kez polis devreye girip bize saldırıyordu. Zaten bu yüzden üniversiteyi bitiremedim. Bırakmak zorunda kaldım. Tabi bu polis şiddetiyle direk karşılaşmamdı. Daha önce oturduğumuz mahallede sürekli polis baskınları ve saldırıları olurdu. Ailem muhafazakâr olduğu için ben mahalledeki eylemlere katılamazdım. Orada polis şiddetini en sert seklinde görüyordum

Peki polis olduktan sonra bire bir yaşadığın ihlaller oldu mu?

Görevdeyken Gezi olaylarının ilk gününü örnek olarak gösterebilirim. Galatasaray Lisesi önündeki müdahaleler, gazın yoğun ve kapsüllerin hedef alınarak kullanılması, sürekli olarak polisin halka küfretmesi, kendi aralarında bile sürekli olarak cinsiyetçi küfürler etmeleri, o an o sinirle eline geçecek birini parçalayabilirlerdi.

Neyin siniri neyin nefretiydi bu?

Aslında ne olduğunu kendisi de bilmiyor. “Niye küfrediyorsun”, “niye hedef alarak saldırıyorsun” diye sorduğumda “görmüyor musun her tarafı yakıp yıkıyorlar, ülkenin _mına koyuyorlar” gibisinden cevaplar veriyorlardı. Orada insanların toplanma sebebi daha iyi bir ülke, daha güzel bir yaşamdı. Vaat ettiği tek şey buydu. Bunun şiddete dönmesi, etrafın yıkılması bence baştaki adamların sorunu. Baştaki yasakçı zihniyetler yüzünden çünkü. Oturup konuşulabilecek demokratik bir ortam yok. Bundan dolayı çoğu zaman şiddet kaçınılmaz bir şey oluyor.

Peki bu konuşmaların etkili olabiliyor mu?

Sürekli olarak polis arkadaşlarıma, karşımızdaki insanların kim olduğunu, niçin yürüdüklerini anlatmaya çalışıyorum. Fakat bunu tek başıma ne kadar yapabiliyorum, onu da bilmiyorum. Bunu sadece çalıştığım ufak birimlerde belki bir nebze olsun başarabiliyorum. Onun dışında çok daha kalabalık ortamlarda etkili olma sansım yok.

Çalıştığın birimde nasıl etkili oldun, davranışlarını değiştirebildin mi?

Gezi olaylarında 1 Haziran günü geldik. Biz geldiğimizde zaten belliydi, hani geliş amacımız. O gün 90 kişi olarak gelmiştik. Bu 90 kişilik grupta kimse yere düşen bir kişiye gidip tekme atmadı. Hatta atmaya çalışanların önüne geçip set çekti. Teşkilatın içinde az da olsa çok kaliteli insanlar var. Gözaltına aldığımız birkaç gösterici vardı, biz onları gözaltına aldığımızda birkaç polis onlara saldırdı hemen. Önüne geçtik, onları alıp gözaltı aracına götürdük.

Peki onlara saldırmak isteyen kişilerle tartışma yaşadınız mı, bu tür durumlarda tartışma yaşıyor musunuz?

Tartışmalar nadir oluyor, çünkü yaptığının yanlış olduğunun zaten farkında. Sadece orada bekliyor, biri dur desin diye. Biz zaten dur dediğimizde, durur, herhangi bir sıkıntı çıkarmaz. O hareket bilinçsizce yapılmış bir harekettir, sadece birinin dur demesi bu yüzden yeterli olmaktadır. Burada asıl rol, amir ve müdür ekibinde. onlar dur dedikten sonra kolay kolay müdahale edilmez. Ya çok kırık olacak o polis memuru, nasıl diyeyim deli olacak, ya da söz dinlemeyecek, ki öyle birini kolay kolay teşkilatta barındırmazlar. Amir “vur” deyince vurulur, “dur” deyince durulur. Ekibin başındaki amir ılımlıysa kolay kolay bir şiddet yaşanmadan konuşularak mevzu haledilir.

Halk arasında çevik kuvvet polisi sürekli şiddet uygulaman, yaralamaya ve öldürmeye meyilli olarak görünüyor. Bu imaj nasıl değişir?

Benim de gelmek istediğim nokta buydu. Biraz daha insani vasıflarını kaybetmemiş, sosyal duyarlılıkları yüksek insanların polis olması gerekiyor. Polis şiddetinin önüne geçilebilmesi için bu elzemdir. Sosyal olaylarda sokağa çıkan insanların polis olmaları şart. Bu kişilerin polis olmaktan çekinmemeleri lazım. Olsunlar, fakat sosyal duyarlıklarını yitirmesinler. O çarkın bir dişlisi olmasınlar. Yeri geldiğinde o çarka çomak sokabilsinler. Eğer polis şiddetinin, polisin o sert duruşunun önüne geçebilmek istiyorsak olması gereken bu. Çünkü dışarıda maruz da kalsan içine girmeden bir şeyleri değiştiremiyorsun.

Yakaladığın polisi, gezi olaylarında da oldu, linç de etsen oradaki polisten bir farkın kalmıyor. O şiddeti uygulayan polisten bir farkın kalmıyor. Fakat içine girip linç eden arkadaşını engellersen şiddet böyle böyle çözülür. Bu yapı böyle böyle değişir. Sokağa itiraz etmek için çıkan insanların polis olmak için gerekli kaidelerin çok üstünde olduğu ortada. Polis olmak için çok az bir zeka seviyesine sahip olmak lazım. Fazla değil çok az.

Peki bu çağrın karşılık bulsa bile anlamlı bir sonuç yaratır mı, mesela bu insanlar polis olduklarında dönüşmezler mi?

Ben dönüşmedim. Sosyal duyarlılık yüksek olursa dönüşmezler. İki sene polis okulunda kaldım. İki sene boyunca kafatasçı, faşizan düşünceye sahip insanlarla kaldık, fakat kendimi korudum ve değişmedim. Okuduğun bir kitap bile bilincinin açık kalmasını sağlıyor.

Toplumsal olaylara müdahale, kontrol ve benzeri psikolojik eğitimler alıyor musunuz? Bu eğitimleri hangi sıklıkla alıyorsunuz?


Evet alıyoruz ama yeterli seviyede değil. Bulunduğumuz ortamda yapılan toplantılar olsun, yine psikologlarla yapılan konuşmalar olsun, sürekli polis şiddetinin yanlışlığı, bireysel şiddet çıkışlarının yanlışlığı, bunun bütün teşkilata mal edildiği sürekli söyleniyor. Fakat etkili bir şekilde yapılmıyor maalesef. Ben dört senedir çevik polis memuruyum bu tür eğitimlerden sadece bir tanesine katılabildim. Bu tür eğitimler daha yoğun olarak yapılsa etkili olabilir.

Bu mesleği sadece iş olarak yapan, sırf parası için yapan, daha iyi bir yaşam sürebilmek için yapan bir sürü insan var. Teşkilatın çoğunluğunun mesleğe bakışı bu yönde. O yüzden meslekten kopmak istemiyor. Bu tür şiddet eğilimlerinin meslekten atılmaya kadar varacağını öğrenmesi gerekir. Sırf bu yüzden bile olsa, meslekten atılmamak için şiddetten uzak duracaktır.

Ancak şiddet uygulayan polisler pek çok örnekte meslekten atılmıyor, hatta korunuyor. Şiddet uygulayan bu polislerin teşkilat tarafından korunması, görevden uzaklaştırmamaları şiddet olaylarını nasıl etkiliyor?

Örneğin Ethem Sarısülük’ün Ankara’da öldürülmesi olayında, o polisin Urfa’ya sürülmesi bile yeterince korku saldı. Ha meslekten atılması çok daha iyi olacaktır bu tür polislerin. Orada yaşanılan olayın, o polisin özgüven sorunundan kaynaklandığı düşünüyorum. Karşısındaki gruba herhangi bir şekilde etki edemeyeceğini düşünüp silahını çekip sıktı. Polislerin en son başvuracağı şey silah. O da korkudan kaynaklı meslekten atılma korkusu bu.

Şurada karşımızda silah çeken biri bile olsa çoğu zaman elini silaha götürmekten çekinen polisler var. O kişinin hemen meslekten atılması gerekiyordu. Elbette ki bir insan öldürmenin ayıbını hiçbir ceza karşılamaz. Devlet şu anda onu koruyor mu diye sorarsanız o kişinin görevden atılmaması zaten devletin onu koruduğu anlamına geliyor.

İçindeki faşizan düşünceyi kullandığı tüfeğine yansıtan arkadaşlar olduğunu biliyorum. Berkin Elvan’ın ölümünün bu sebeple olduğunu düşünüyorum. O düşünceler yansıtılmasaydı gaz tüfeğini bize öğretildiği şekilde kullanırdı. O arkadaşında gerekli bütün cezai müeyyidelerin uygulanmasını istiyorum. O kişiyi bulsam kendi ellerimle teslim ederim. O kadar ki nefret barındırıyorum içinde o polisle ilgili. O gaz tüfeğinin normalde bir ölüm aletinin olmadığını biliyorum. Nasıl öğretildiyse öyle sıkılsa, herhangi bir sıkıntı yaşanmayacağını, hiçbir ölüme sebebiyet vermeyeceğini biliyorum. Ben de o eğitimleri aldım. o silahla kolay kolay bir insanı öldüremezsin. Ancak içindeki o faşizan duygular dışarı çıkacak, o silahına yansıyacak ve sen o silahı hedef gözeterek kullanacaksın ki karşındakini öldürebilesin.

Toplumsal olaylarda gaz kullanılmasını doğru buluyor musun?

Şöyle bir şey, karşındaki grupla bütün noktalar tükendiği anda, sözle herhangi bir şeyin anlatılamadığı, işte taşlamalar falan başladığı anda yapabileceğiniz hiç bir şey kalmıyor. Gaz kullanımları bazen haddini aşıyor. Üst üste atılıyor. Bazen bunun da bir etkisi olmuyor. Örneğin yine Gezi olaylarında, görevli olduğum yerde bir sürü gaz kullanıldı, fakat hiç biri çözüm olmadı.

Gaz kullanımı aslında bir çözüm değil. Grubu beş dakikalığına kenara çekiyor, fakat sonra tekrar grup toplanıyor. Kesin bir çözüm değil gaz, ama elde başka bir imkan da yok. Bence gaz kullanılmalı ama ancak dozunda. dozunu aşınca her türlü şeye sebebiyet verebiliyor.

Polislikten istifa etmeyi düşünüyor musun? Düşünürsen hangi meslekte çalışmak istersin?

Şu ana kadar hiç düşünmedim. Şu polis üniformasını üzerime giydiysem, eğer, her türlü işi yapabilirim çünkü yapılacak en son işlerden bir tanesi polisliktir benim için. Bazı şeyleri değiştirmek için geldim. Onun için katlanıyorum. İdeallerim olmasaydı bu üniformayı hiçbir şekilde giydiremezlerdi. En ufak bir hak ihlalinde sokağa çıkan insan olmak isterdim.

Dış göreve çıktığınızda ne tür sıkıntı ve sorunlarla karşılaşıyorsunuz?

Gezi olaylarında, geldiğimde dört gün boyunca sadece çalıştım. Yatacak yer yok. Çevik kuvvetin bahçesinde çimlerin üzerinde uzandık. Dört gün boyunca hiç ev yüzü görmeyen arkadaşlar vardı. Bizim ekipten eşi doğum yaptığı halde gidemeyen arkadaşlar oldu. O polislerin şiddetinin bir nedeni de bunlardır. Kendi aralarında bile tartışmalar çıkıyordu. Birbirlerine tahammül edemiyorlardı artık.

Telsiz ve telefon görüşmelerini dinliyordum. Çocuğuyla, ailesiyle vedalaşanlar oldu. Bizi öldürecekler gibi telsiz anonsları geliyordu. O polis şiddetinin bir nedeni de, o dönem yaşanılan bu tarz sıkıntılardı. Çıkış emri verilmiyordu. Sürekli hazır bekleme pozisyonunda bekletiliyorduk. İstanbul polisinin sadece o dönem değil sürekli bu tarz bekletildiği öğrendim. Dikkat ederseniz diğer illerde görev yapanlar daha çok konuşarak sorunu çözme yanlısıdır, ama İstanbul polisi şiddete daha meyillidir.

Gezi olaylarına nasıl bakıyorsun?

Böyle bir olaya ihtiyaç vardı, çünkü yılarca uyuduk, uyutulduk. Hiç bir şeye sesimizi çıkarmadık. Darbelere bile sesini çıkarmayan bir toplumuz. O darbelerle övünen insanlarız biz. Fakat öyle bir nokta geldi ki, “artık burası senin babanın at çiftliği değil, istediğin gibi yasak koyamazsın, istediğin ağacı kesip istediğin gibi bina dikemezsin sen buraya” dedi Gezi. Bu yönden çok iyi oldu. İktidarın daha rahat hareket etmesini engelledi bir nebze.

Peki biraz da günlük hayatınıza gelelim. Polis olarak günlük hayatınız nasıl geçiyor?

Günlük hayatımız yani sıradan bir insanın izinli olduğu zamandaki hayatı gibi geçiyor. Evde oturarak, dışarıda gezerek geçiyor. Buranın yapısını bilmeyen polis arkadaşlar, yani işte batıda kalmış, batıda yaşamış arkadaşlar oldu mu biraz daha sıkıntılı oluyor. Korkuyorlar çünkü. Basının yıllarca vermiş olduğu yalan haberler: “Kürtler şöyle”, “Kürtler böyle” gibi yalan dolan haberlerden dolayı rahat dolaşamıyorlar, ama onun dışında sıradan bir insan, aile yaşantısı sürdürüyoruz.

Şimdi bir bölge ilinde görev yapıyorsun, mutlaka farklılıklara ilişkin de bir gözlemin vardır. Barış süreci öncesi polisin halka yönelimiyle sonraki dönem arasında polisin yönelimi arasında bir fark var mı?

Şöyle, bu dönemin polise vermiş olduğu bir rahatlık var. Buranın yapısını bilmeyen, sadece yandaş basından duyduğu haberlerle buranın gerçekliğini göremeyen polisler, sokaklarda çok rahat dolaşamıyordu. Mesela aileleriyle doğru dürüst sokağa çıkamıyordu. Fakat barış süreciyle birlikte bu kırıldı. Artık sokakta çocuğunun elinden tutup eşiyle birlikte çok rahat dolaşabiliyor polisler. Barış süreci gerçekten olumlu bir etki yarattı. Toplumsal olaylarda genellikle konuşarak bitirme yönünde girişimler oluyor.Polis teşkilatı bu süreçle birlikte müdahale edilmeden, konuşarak bazı şeylerin çözülebildiğini anlamış oldu. Daha önce her şeyi müdahale ederek çözebiliriz fikri yavaş yavaş kırılmaya başladı.

Mesai saati ve koşullarınız nasıl?

İçinde bulunduğum teşkilat içinde bir sürü haksızlık var mı, var. Bu bir gerçek. Mesai saatleri, çalışma şartları, fazladan işe gelmeler, telefonları sürekli açık tutma mecburiyeti, evde otururken panikle bekleme, en ufak bir şeyde göreve çağrılmalar, çağrılmayı beklemeler, yani ister istemez zor bir hayat. Bütün bu yoğunluğun karşısında bunun karşılığını alamıyorsunuz. Sürekli fazla mesai yapmamıza rağmen, bunun parasal karşılığını alamıyoruz. Sadece aylık maaş neyse o. Manevi karşılık derseniz, zaten kimse böyle bir karşılık beklemiyor, olmadı da zaten…

Maaş ve özlük haklarınız ne durumda?

Özlük haklarıyla ilgili sürekli olarak sıkıntı yaşıyoruz. Bir sürü düzeltilmesi gereken şey var. En başında da 3600 Kıdem Yasası var. İşte emekli olunca maaşın yarı yarıya, hatta yarıdan daha aza düşmesinden dolayı, hala yaşlı ağabeylerimizin görevde kalmak zorunda kaldıklarını biliyoruz. Bu da teşkilatın sürekli yenilenmesini engelliyor.

Polis sendikası çalışması var. Bu çalışmayı yürütenlerle bir temasın bir ilişkin var mı?

Tanınmayan bir sendika. Fakat günden güne ilerleyen bir sendika. Olması elzem bir şey ki zaten olacak. Yasakçı zihniyet tarafından şimdilik engellendi. Fakat onun Avrupa’da da bir sürü örnekleri var. Sendika olursa belki daha iyi şartlar olur. Bu insanların şiddete eğilimli olmalarının da önüne geçilmesini sağlayabilir. Kendi içindeki sorunları, kirli ilişkileri ortaya çıkarıp teşkilatın daha iyi olmasını sağlayabilir. İşte o kafatasçı, şiddet eğilimli, yasakçı polislerin ayıklanmasını bir nebze kolaylaştırabilir. En azından kendi içerisinde yeni bir düzenlemeye neden olabilir.

Polislik mesleğinde ast üst ilişkisi, çalışanlar arasında arkadaşlık ve rekabet ne durumda?

Bizim içimizde fazla rekabet hem yok, hem var. Şöyle el altından bir rekabet var. Teşkilatın gözde birimlerine geçmek gibi düşünceleri olanların bir rekabeti var. Belki bu rekabet daha fazla olurdu, ama cemaatin o gözde birimlere kendi adamlarını yerleştirmelerinden dolayı pek bir rekabet alanı kalmıyor. Ast üst ilişkilerimiz ise olağan hiyerarşik düzeyde. Amirlerle nadir bir arkadaşlık seviyesine ulaşabiliyoruz. Bir iş ilişkisinin ötesine gidemiyor. Örneğin dışarıda herhangi bir arkadaşlık ilişkisi olmaz.

En son söylemek istediğin bir şey var mı?

Sokaklarda yaşanılan polis şiddetini önüne geçmek için istiyorsak, Gezi’ye katılan sosyal duyarlılığı insanlara çağrıda bulunuyorum; lütfen polis olalım arkadaşlar. Fakat polis olurken de sosyal duyarlılığımızı yitirmeyelim, sistemin dişlisi olmayalım. o dişlinin arasına giren çomak olalım. Beni yalnız bırakmayın çok yalnızım. 

(Röportajdaki polis memurunun kimliğini gizli tutuyoruz. Görev yaptığı il ve röportajda ayrıntıları verilen bazı bilgiler birebir gerçeği yansıtmıyor)