Cafer Solgun, Türkiye’nin İsrail ve Rusya ile normalleşmesinin ardından “‘iç barış’ olur mu“ tartışmalarını köşesine taşıdı.

Solgun, “Bizim devletimiz kendisini adeta bir ‘iç savaş’ haline göre konumlandırmış, misyonlandırmıştır. Bugüne değin bölücülük, irtica, komünizm tehlikesi gibi kodlarla toplumu demokratik değerler etrafında birleştiren değil, kendi icat ettiği tehdit ve tehlike konseptleri üzerinden bölen, parçalayan, kutuplaştıran bir rol oynamıştır.” ifadelerini kullandı.

“Güncel gerçeklerimiz açısından baktığımızda bu realitenin en doğrudan yansıması kutuplaşma şeklinde karşımıza çıkıyor” diyen Solgun, “Yaşadığımız kutuplaşma durumunun baş aktörü de bu işten siyaseten rant devşiren AKP’den başkası değil. Yani devlete ve iktidara rağmen ortaya çıkan bir kutuplaşma değil, aksine devletin ve iktidar partisi politikalarının ortaya çıkardığı ve tahrik ettiği, derinleştirdiği bir kutuplaştırma siyasetidir söz konusu olan” yorumunda bulundu.

Cafer Solgun’un İdeal Haber’de yayınlanan, “İç barış derken?” başlıklı yazısı şöyle:

İsrail ve Rusya ile ‘barış’ yapınca (ne savaşı vardı ki, o da ayrı konu) AKP dolaylarından bazılarının ‘sıra iç barışta’ çıkışlarına bazı yandaş kalemler, ‘Ne iç barışı ya? Önce bir biat etsinler bakalım’ mealinde cevaplar geldi. Durumdan vazife çıkartan Ertuğrul Özkök ‘Bizimle de barışsanız, medyamız da var…’ diyerek el sallamaya başladı.
 
Bu enteresan tartışmaya, ‘Barış düşmanla olur, biz düşman mıyız ki?’ diyerek ses verenler de oldu. İlk bakışta mantıklı gibi görünüyor tabii. Ama kavram ve sözcüklerle oynamadan eğri oturup doğru konuşalım, evet, ülkemizde devlet öteden beri Türkiye toplumunun ‘bazı’ kesimleriyle kavgalıdır. Bunlar ‘derin’ devlet konseptlerinde, milli güvenlik belgelerinde ‘iç mihrak’ ya da ‘potansiyel tehdit’ olarak adlandırılan kesimler. Etnik kimliği veya inancı ya da ideolojik tercihleri nedeniyle...
 
Kaldı ki devletin yurttaşları arasında ‘özde ve sözde’, ‘makbul olan-olmayan’ ayrımcılığı yaptığını herhalde hepimiz biliyoruz.
 
Bu açıdan baktığımızda tabii ki bir ‘iç barışa’ ihtiyacımız var; daha yerinde bir deyişle, ‘toplumsal barışa’. Ve bu barışın olmazsa olmaz gereği, devlete hakim olan zihniyetin değiştirilmesidir. Devletin yurttaşlara karşı herhangi bir neden veya gerekçeyle ayrım yapmaktan vazgeçmesi, sosyal, demokratik, laik bir hukuk devleti olarak yeniden yapılandırılmasıdır.
 
Bizim devletimiz kendisini adeta bir ‘iç savaş’ haline göre konumlandırmış, misyonlandırmıştır. Bugüne değin bölücülük, irtica, komünizm tehlikesi gibi kodlarla toplumu demokratik değerler etrafında birleştiren değil, kendi icat ettiği tehdit ve tehlike konseptleri üzerinden bölen, parçalayan, kutuplaştıran bir rol oynamıştır.
 
Güncel gerçeklerimiz açısından baktığımızda bu realitenin en doğrudan yansıması kutuplaşma şeklinde karşımıza çıkıyor. Yaşadığımız kutuplaşma durumunun baş aktörü de bu işten siyaseten rant devşiren AKP’den başkası değil. Yani devlete ve iktidara rağmen ortaya çıkan bir kutuplaşma değil, aksine devletin ve iktidar partisi politikalarının ortaya çıkardığı ve tahrik ettiği, derinleştirdiği bir kutuplaştırma siyasetidir söz konusu olan.
 
Düşünün ki Kürt sorunuyla ilgili ‘barış’tan söz eden, ‘çözüm’ diyen, AKP’nin tehlikeli tutarsızlıklarını eleştiren, devlet politikalarına itiraz eden takibata uğruyor, protokol sırasına göre devleti yönetenler tarafından ‘hain’ ilan ediliyor…
 
Alevilerin ‘eşit yurttaşlık’ talepleri, AİHM kararlarına rağmen görmezden duymazdan geliniyor ve Alevi olmak, bir hayatı tehlikede olmak endişesi demek…
 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve kurmaylarının içeride ve dışarıda yürüttüğü politikalara itiraz etmek, ülkeyi ‘çiftlik’ gibi yönetme arzu ve çabasına karşı çıkmak da ‘hainlik’.
 
‘Paralel, bölücü, terörist, terör yandaşı’ ithamları sudan ucuz. ‘Cadı avı’, muhalif medyayı yok etme baskısı rutin devlet faaliyetleri…
 
‘Sıra iç barışta’ diyen Cemil Çiçek’in bahsettiği barış ve Özkök’ün beklediği barış ne tür bir barıştır acaba? Demokrasi, hukuk, adalet ve hak ve özgürlüklerimizi hareket noktası olarak benimsemiş bir barıştan bahsetmedikleri açık. Bunlara cevaben ‘önce biat edin, bakarız’ diyenlerin barıştan ne anladıkları ise zaten belli: ‘Biat et, rahat et’…
 
Kirlenmeyen, bir ‘barış’ kavramı kalmıştı…