Gıda Mühendisi Dr. Bülent Şık, müsilaj (deniz salyası) ile ilgili önemli bilgiler paylaştı.

 “Bu sorun beklenmedik başka sorunlara da yol açacak. Tam olarak ne olacağını söylemek çok zor” diyen Şık, “Ama çözümü olağanüstü zor ve karmaşık sorunlarla yüz yüze olduğumuz bir gerçek” ifadelerini kullandı.

KOLERA SALGINI

Olası sorunlardan birinin salgın olabileceğini belirten Şık, “Sorunun odak noktasında ise pandemilere yol açan hastalık etkenlerinden biri olan kolera bakterisi (vibrio cholerae) olacak” dedi.

Bülent Şık’ın bianet’e yaymlanan yazısından satır başları şöyle:

“Kolera şiddetli ishal ve kusmayla seyreden ve vücutta hızla su kaybına yol açan bir bağırsak enfeksiyonudur. Tedavisi mümkündür ve kaybedilen suyun yerine konmasına dayanır. Ancak tedavi imkânlarının yetersiz olması durumunda saatler içinde ölüme yol açabilen bir hastalıktır.

Kolera çok bulaşıcıdır. Hastalık etkeni, hasta insanların su gibi dışarı akan dışkılarında bol miktarda bulunur. Bu dışkıların kişisel temasla ya da gıdalara ve sulara bulaşması hastalığın hızla bir salgına dönüşmesine yol açar.

Son iki yüzyıl içinde yedi büyük salgın görüldü. 1961'de  başlayan 7. salgın henüz sona ermedi ve dünya genelinde yayılmaya devam ediyor.

ÇEVRE VE İNSAN İLİŞKİSİ: ÖRNEK OLARAK KOLERA

Kolera bakterisi insandan insana bulaşma karakterini zaman içinde evrim geçirerek hastalık yapma gücünü arttıran iki önemli özellik sayesinde kazandı. Bu özelliklerden biri uçları kıvrılmış çubuk şekilli bakterinin uzun, saç teline benzeyen bir kuyruğa sahip olmasıdır. Kuyruk kolera bakterilerinin birbirine ve bağırsak duvarına tutunmasını kolaylaştırmıştır. Diğer özellik ise bakterinin ürettiği bir toksinle bağırsak duvarlarından bağırsağın içine bol miktarda sıvı akışına yol açmasıdır.

Normalde, sağlıklı bir insanın bağırsağında sindirilen yiyecek ve içecekler bağırsağın içinden vücudumuza doğru emilir. Kolera bakterisinin ürettiği toksin ise bu süreci tersine çevirerek vücudumuzdaki suyun (ve onunla birlikte sağlıklı bir metabolizma faaliyeti için çok gerekli olan elektrolitlerin) bağırsakların içine sızmasına ve şiddetli bir ishalle vücuttan atılmasına yol açar. Sızma öyle fazladır ki kaybedilen sıvılar acilen yerine konulmazsa ölüm riski belirir. Şiddetli ishal bağırsak floramızda doğal olarak bulunan ve koleranın gelişimini sınırlayabilecek bakterileri ortamdan uzaklaştırır; bağırsak duvarına yapışma özelliği kazanmış olan kolera bakterisi ise ortamda kalacak ve rekabet edeceği bakteriler ortamdan uzaklaştırıldığı için rahatça çoğalacaktır.

Vücuttan bol miktarda sıvı çıkışına yol açan ishalle hastalık etkeni bakteriler de ortalığa saçılır ve bulaşma riski artar.

Çevresel koşullardaki bozulmalar, ekosistemlerdeki çökmeler, biyoçeşitlilik kaybı, kalabalık yerleşim bölgeleri, nüfus hareketlerinin fazlalığı, hastalık etkenlerini bir yerden diğerine taşıyan insani faaliyetlerin yoğunluğu (buharlı gemiler sayesinde denizlerdeki ve akarsulardaki ticaret hacmindeki artış), savaşlar ve afetler salgın ihtimalini arttıran faktörlerdir. Bu faktörlerin bir araya geldiği durumlar ise tarihte hemen her zaman salgın hastalıkların ortaya çıkışını kolaylaştıran bir zemin oluşturmuştur.

Günümüz İstanbul’u bu zemine sahip kentlerin başında geliyor.

MÜSİLAJ VE KOLERA

Marmara Denizi’ndeki müsilaj sorunu 2007'de de gözlenmişti. Yapılan çalışmalarda müsilaj oluşumuna çok çeşitli bitkisel plankton türlerinin (Proboscia alata, Rhizosolenia sp., Pseudosolenia calcar-avis, Thalassiosira sp., Ditylum brightwellii, Coscinodiscus spp., Leptocylindrus minimus, Skeletonema costatum, Chaetoceros spp., Cerataulina pelagica, Cylindrotheca closterium, Pseudo-nitzschia cf. seriata, dinoflagellate Gonyaulax) yol açtığı belirlenmişti.

Yukarıda sadece bir kısmının isimlerine yer verdiğimiz bitkisel planktonların kolera mikrobunun yerleşebileceği bir ortam oluşturduğunu belirten akademik yayınlar var. Örneğin dünya denizlerinde çok yaygın olarak bulunan ve muhtemelen Marmara Denizi'nde de bulunan bazı dinoflagellata türleri kolera mikrobunu barındıran bir ortam oluşturuyor.

Bu bulgular geniş coğrafi alanlara yayılan müsilaj sorununun salgın hastalıklara yol açabileceğini dikkate almayı gerektiriyor. Üstelik iklim değişikliği bu sorunu daha da şiddetlendirecektir.

NE YAPMALIYIZ?

Öncelikle Ergene Havzası'ndaki kirliliği derin deşarj yoluyla Marmara Denizi’ne taşımaya yönelik projeyi durdurmak ve daha uygun bir projeyle değiştirmek gerekiyor.

İstanbul ve Marmara Denizi’ne derin deşarjla atıkları aktaran yerel yönetimler bu uygulamaya kamuoyuna net bir takvim söyleyerek son vermeli ve arıtma sistemlerini revize etmeli.     

Marmara Denizi'ndeki müsilaj tabakasında bulunan patojen mikroorganizmaların neler olduğunu belirlemek (eğer şimdiye kadar yapılmadıysa) gerekiyor. Bu çok kapsamlı, bütçe gerektiren ve zamana yayılan bir iş; ama hızla yapılmalı. Araştırmadan elde edilen bilgiler dikkate alınarak su varlıklarına bulaşması muhtemel mikrobiyal etkenlerin kontrolüne yönelik izleme faaliyetleri gözden geçirilmeli.

Sağlık Bakanlığı içme suyu varlıklarında kolera bakterisi başta olmak üzere olası hastalık etkenlerinin kontrol sıklığını arttırmalı. Aynı çalışma bir risk haritası çıkarılarak İSKİ tarafından da (ve Marmara Denizi’ne komşu belediyeler de) yapılmalı. Bakanlıklar ve yerel yönetimler bu konuda birlikte çalışmalı.

Marmara Denizi’nden tutulan su ürünlerinin (balıklar, kabuklular) gıda zehirlenmeleri ve enfeksiyon hastalıkları açısından çok risk içerebileceğini düşünüyorum. Zaten çok ağır zarar görmüş biyolojik çeşitlilik dikkate alınarak her türlü balıkçılık-avcılık faaliyeti bir süre yasaklanmalı.

İçme suyu ve kanalizasyon hatlarının birbirine karışmasına neden olabilecek felaket durumları (deprem, fırtınalar vb.) dikkate alınarak gereken güçlendirme çalışmaları yapılmalı.

Kanal İstanbul projesi asla yapılmamalı.

Olası salgınlara sağlık sisteminin nasıl karşı koyacağı konusundaki programları da gözden geçirmek gerekebilir.