İstanbul Bağımsız Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, ölümlerin artarak devam etmesinden büyük endişe duyuyor. Bir an önce ortak bir zemin bulunarak sivil iradenin önünün açılmasını istiyor. Ölümlerden sonra çok yakın dostları tarafından eleştirilen Önder, "İnsanlar madem bizden büyük bir umut bekliyor, kınamasınlar yeter!" diyor.

***

Ajanslara yine şehit haberleri düşüyor. Bu savaş ne zamana kadar sürecek böyle?

Savaşı yürütenlerde meseleyi siyaseten çözme anlayışı hakim olana kadar ne acı ki bu savaş sürecek. Bu dediğim hem devlet hem de PKK için geçerlidir. Hep birlikte siyasete öncelik vermezsek bugünleri mumla arayacağımızdan korkuyorum.

Siyasete öncelik vermekten kastınız nedir?

Mesela bugüne kadar Kürtlerin silahtan başka bir dil bilmedikleri söyleniyordu. İlk defa demokratik özerklik teziyle ortaya çıkıldı ve buna devletin genel yaklaşımı yok sayma ve hakaret etmek oldu. Hâkim medya ise dalga geçti.

PKK, bu meselenin silahla çözülemeyeceğini bilmiyor mu?

Bu mesele benim ilgi alanım değil. Savaşı temel alan bir yapılanma PKK. Kürt meselesini belli bir yerden belli bir yere getirmiş. Bunu onlara sormak en doğrusu olur.

BDP, PKK'nın siyasî bir uzantısı değil mi?

Hayır, bu iş öyle olmaz.

Peki, nasıl olur?

Kabileleri savaşmaktan son anda kurtaran Ebu Ümeyye gibi bir isim lazım. Hacerülesved taşının yerine konulması mevzuunu barışla çözen bu sahabe, kan dökülmesini önledi. Bu hükümete ortak aklı telkin edecek birine ihtiyaç var.

Seçimler öncesinde "Bana bir avans verin, size nasıl milletvekili olunur göstereyim." dediniz. Silvan'dan gelen 13 şehit haberini duyunca tam olarak neler hissettiniz?

Bakın yanlış yaptığımız nokta burası. Orada toplam 20 kişi öldü PKK'lılarla birlikte. Bütün mesele onu 13 ya da 20 olarak okumakta neredeyse. Bize 20 demek daha çok yakışmaz mı?

İyi de askerler yemek yerken PKK baskın yapıyor. Hal böyle olunca nasıl 13 yerine 20 dememizi bekliyorsunuz?

Bundan kısa bir süre önce Dersim'de de aynısı gerillaların başına geldi. Silahsız PKK'lar öldürüldü. Buna gerek yok artık. Onlar bizi öldürmüştü, biz de onları öldürdük demek fayda sağlamaz.

Abdullah Öcalan'ın "Meclis'e girin" çağrısının ardından terör olayları hızla tırmandı ve BDP yemin etmek için Meclis'e girmedi...

Herkes, "Abdullah Öcalan yarın bunlara hadi gidin oyunuzu kullanın der ve bunlar da gider yemin ederler.' dedi. Öcalan yemin edin dedi ama kimse yemin etmeye gitmedi. Ben yemin etmedim çünkü Hatip Dicle'nin hakkı yendi. Hukuk çiğnendi.

Size göre yanlış gördüğünüz maddeleri Meclis'te çözebilirdiniz...

Olmaz. Bizim, bu problemi çözün dediğimizde sorunun düzeltilme şansı vardı.

Şimdi yok mu şans?

Şu an zor görünüyor. Biz bu durumu gözden geçireceğiz ve ne zaman irade görürsek o zaman gideceğiz. Belki de Meclis'e hiç gitmeyeceğiz. Yanlış bir iş yapmaktansa hiç yapmamayı tercih ederim.

CHP de boykot etmişti, partiler bundan sonra hep Meclis'i boykot mu edecek?

İyi de ikisi farklı şeyler. CHP'nin içerideki adamını bırakmıyorlar. CHP'nin gaspedilmiş bir milletvekili yok. Biz Hatip Dicle ile yola çıktık. Yetkisi olmayan bir kurum, Dicle'nin hakkını elinden aldı.

Bunların konuşulacağı yer Meclis değil mi zaten?

Yok. O şekil gidersen bu zilleti kabul etmiş olursun.

Başbakan'ın mı çözmesi gereken bir problem? Hukuka müdahale mi etmeliydi?

Yok. Başbakan milletvekiline derdi ki biz Hatip Dicle'nin oylarına tenezzül etmeyelim. Hukuk burada sahtekârlık yapmış. Orada 80 bin seçmen Dicle'ye oy vermiş. O oyları kendi hanesine yazdırmayı içine sindirmemesi gerekti. Ben olsaydım iktidardan düşerdim, yine de böyle bir şeye tenezzül etmezdim.

Çok romantik konuşuyorsunuz. Bu ülkede Yüksek Seçim Kurulu var, kanunlar var. Başbakan'ın seçimlerden sonra "Hayır biz Hatip Dicle'nin oylarını almak istemiyoruz." deme lüksü var mıydı yasalara göre?

Bunun için yasaya gerek yok ki. Hukuk, yanlış bir karar vermiştir. Bunu tartışabiliriz. Bundan doğacak ganimeti Başbakan'ın reddetmesi gerekti.

O zaman BDP Meclis'e gider miydi?

Ben bütün şerefim üzerine yemin ederim, o zaman BDP Meclis'e giderdi ve Başbakan'a teşekkür ederdik.

Siz milletvekili olmadan önce gerek hükümet gerekse de demokratik açılımlar noktasında çok olumlu düşünceler beyan ediyordunuz. Milletvekili olduktan sonra ise bu tutumunuz değişti. Bazı kesimler sizin daha çok radikalleştiğinizi düşünüyor.

Açılıma destek verdiğim zaman da bu düşüncelerimi dile getiriyordum. Zulüm karşısında susan dilsiz şeytandır. Ortada büyük bir zulüm varken ben ortalığa sempati dağıtamam. Büyük bir haksızlık olduğunu ve ülkenin büyük bir savaşa sürüklendiğini görüyorum. Eğer hükümet doğru adımlar atarsa bu mesele 1 haftada çözülür. Bu ülke öyle bir cennete döner ki herkes şaşar.

Abdullah Öcalan'ın "Beni hem Kandil hem de devlet kullanıyor." açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bilemem. Ben bunlar üzerinden siyaset yapmayı reddederim. Nasıl kullanmış, ne zaman kullanmış, bu benim işim değil. O geleneğin siyasi bir yapısı ve bir hiyerarşisi var, ben o hiyerarşiye dahil değilim. Bir şey söylemem abes olur. Ama Öcalan'ın Türk ve Kürt kamuoyu tarafından yeterince ve dikkatlice anlaşılamadığını söyleyebilirim.

PKK ve Öcalan hakkında özellikle konuşmamayı tercih ediyorsunuz...

Ceza Yasası'nda bir madde var. Terör örgütü propagandası yapmaktan mahkemeye çağrılıyoruz. Hakkımda açılan davalar var.

1980 darbesinden sonra 7 yıl hapis yattınız. Sizin böyle bir gerekçeden korkacağınızı, çekineceğinizi sanmıyorum...

Bu bir korkma meselesi değil.

Konuşmamak istememenizin sebebi ne peki?

Demokrasi belirli bir olgunluğa gelmeden bu konuda konuşmayı reddediyorum. Bu da bir tavırdır.

Siz hep hükümeti suçluyorsunuz. PKK'nın, BDP'nin hiç mi hataları yok?

PKK neredeyse son 3 yıldır hiç eylem düzenlemedi ama buna rağmen 43 tane adamı öldürüldü. İnsanlar şunu karıştırıyor. Sabahtan akşama kadar kınayanlar kervanına biz de katılabiliriz. Biz barışın derdine düşmüşüz. Sivil siyasetin önünün açılmasını istiyoruz. Eğer böyle olursa her şey berraklaşır. Milletin beklentisini anlamak da mümkün değil. Sanki bu meselenin sorumlusuymuşuz gibi davranıyorlar. Bu yanlış. Bize güveniyorsanız taleplerimize kulak verin. Hem bizden barış umudu bekleyenler, beni barışın öncüsü gibi görenler mesela, 27 Nisan e-muhtırasında neredeydi? Ben o gecenin ertesi günü eylem yapmak için Galatasaray Lisesi'nin önündeydim. Benden PKK'ya illa terör örgütü dememi istiyorlar. Bu eskinin diliydi, barışın dili bu değil.

Barışı konuşmanın yeri Meclis değil mi?

Evet. Meclis bunlardan bir tanesi. Barışı kahvede, sivil toplum kuruluşlarında, sokaklarda her yerde konuşabilirsiniz. Ama hükümet buna izin vermiyor. Yasalar buna izin vermiyor.

AK Parti de zulme uğradı bir dönem, kapatma davası açıldı, 27 Nisan e-muhtırası yaşadı, darbe girişimleri atlattı...

Bugün AK Parti tek başına iktidar. Kemalizm artık giderek güç kaybediyor. 100'den fazla general tutuklandı. Bu muktedirlik değilse neyin muktedirliği?

Vergi vereceğiz ama stopaj vermeyiz!

Kemal Burkay, "Yeni Türkiye'ye geliyorum." dedi dönmeden önce. Siz 'Yeni Türkiye' kavramına inanıyor musunuz?

Türkiye'ye dönmesini, siyasete girmesini çok olumlu buluyorum.

Yeni Türkiye kavramına ne diyorsunuz peki?

Yeni desen ne, eski desen ne... Ben mevcut duruma bakıyorum. Buna yeni demek mutlu edecekse iki kez yeni diyeyim.

Çok güzel diyalektik yapıyorsunuz ama...

İnandığım şeyleri söylüyorum. İnanmadığım tek bir şeyi namusum üzerine yemin ederim ağzıma almam. Biz zilleti kabul etmeyiz. Zilleti kabul eden kim ayakta kalmış? CHP mi kalmış ayakta?

Sizin demokratik özerklikten anladığınız tam olarak ne?

İdari süreçlerin demokratikleşmesi. En kısa ifadesiyle böyle. Yerinden yönetim yani. O bölgede yaşayanların kendi geleceklerine kendilerinin karar vermesi.

Vergi verecek misiniz?

Vergi vereceğiz ama KDV ve stopaj vermeyeceğiz (Gülüşmeler).

***

Açlık grevine katılıyorsun da Allah rızası için de oruç tutsana!

Dayınız Adıyaman'da Risale-i Nur okuyan bir avuç insandan biriymiş. Dayınızla ilgili neler var anılarınızda?

O zamanlar üzerlerinde büyük bir polis baskısı vardı. 15-20 kişilerdi ve her gün bir eve toplanıp birlikte kitap okurlardı. Ben de o dönem bu toplantılara katıldım. 13 yaşıma kadar Risale-i Nur kitaplarını okudum.

Hâlâ devam ediyor musunuz Risale-i Nur okumaya?

Evet. Kitaplığımın en üstünde durur külliyatım. Ben defalarca farklı gözlerle bakmaya çalıştım Risale-i Nur'lara. Bediüzzaman'ı hayatımın çok önemli bir yerine koydum. Hayatının bütün dönemlerinde zulme uğramış bir insan. Bediüzzaman'ı sadece Kürt kimliğiyle okuyanlar hataya düşerler. O, Kürt milliyetçiliği yapmamıştır. Nurların en önemli yanı imanın ihyasıdır.

Bugünden bakıldığında Bediüzzaman'ın yıllar önce sunduğu ve Kürt-Türk kardeşliğini imar edecek fikirleri ne anlam ifade ediyor?

Devlet bu treni kaç defa kaçırmıştır maalesef. Halkına baskı uygulamış, ona git, buna gitme, şunu yap, bunu yapma diyerek halkı yönlendirmeye çalışmıştır. Bugün çözüm için Bediüzzaman, bir aydın, bir öncü olarak kabul edilebilir. Çok geç değil.

Anneniz her Ramazan ayında size, "Oğlum 12 Eylül'de devleti protesto etmek için günlerce açlık grevine gittin ama Allah rızası için bir gün bile oruç tutmuyorsun..." dermiş.

Evet, her Ramazan annem bunu söyler. Çok kısa bir süre önce de yanımdaydı ve yine serzenişte bulundu. Ben de, üzülmemesi için, "Anne ne zaman nasipse ben de o gün tutarım." derim.