SERKAN OCAK / RADİKAL

“...Bir yüzbaşının evine getirdiler. Saçımı tıraş ettiler. Banyoya sokup yıkadılar. Kısa elbiseler, ayakkabı getirdiler. Kısa çorap giydirdiler. Başıma lengerli şapka... Kürtçe biliyorduk sadece. Yüzbaşı geldi silahı çıkardı; ‘Bir daha Kürtçe konuşursan seni öldürürüm’ dedi.”
Dersimli Fatma İçli, 1938’de ailesini kaybettikten sonra yaşadıklarını ‘İki Tutam Saç: Dersim’in Kayıp Kızları’ belgeselinde böyle anlatıyor: “Bizi bir mağaraya topladılar. Taradılar. Hasan amcam dağda geziyor. ‘Etrafımızı asker sardı’ dedi. Bir iki akrabamız orada vuruldu. Babam, ‘Anan vuruldu’ dedi. Gece kalkıp suya gittiğinde asker taramış. Beni Ovacık’ta bıraktı. Bir yüzbaşının evine getirdiler. Saçımı tıraş ettiler... ” 

Kimim ben?
Dersim’den böyle koparılan Fatma İçi, yıllar sonra Adıyaman Kahta’da bir evlilik yapar. Eşi yaşlı. “Kimsin? kimlerdensin” diye sormaz hiç. O da onu soranlara “Yer yarıldı içinden çıktım” der!
Ama dayanamaz, bir gün ‘toprağım’ dediği Dersim’in yollarına düşer. Ama hangi köyden olduğunu hatırlayamaz. Kayıplarını arayanlarla karşılaşır, ama kendi ailesini yine bulamaz. Çaresiz geri döner. Bir poşet toprakla. Çocuklarına da nasihatte bulunur: “Kimseyi bulamadım. Ölürsem yüzüme sürün, vatanına, toprağına hasret gittin dersiniz...”
2000’li yılların başında sonunda anne ve babasıyla kalan kardeşi Hasan Ergin’e ulaşır. Hasan Ergin, bacısını gözündeki yara izinden tanır. Ölmeden kardeşini bulduğu için seviniyor Hasan amca da... Fatma teyzenin çocukları da yıllar sonra bir dayılarının olduğuna seviniyor. Bu kavuşmanın en dramatik anıysa Fatma İçli’nin 70 yıl sonra Alevi olduğunu öğrenmesi. Yıllar sonra bulduğu kardeşi Hasan, bacısı Fatma’ya “Ben Aleviyim” der. Fatma İçli de ağabeyine, “Sen Aleviysen, o zaman ben de Aleviyim” karşılığını verir.

Askerler gülüyor ben ağlıyordum!

Huriye Aslan, Dersim’de 1938 yazında, 8-9 yaşlarındaydı: 

* “Babaannemin yanında yatıp kalkıyordum. Babaannem 1938’de vuruldu mu, ne oldu bilmiyorum. Kaybettim. Ormanda kalıyoruz. Asker bastı. Yengem, amcam, herkes çocuğunu alıp kaçtı. Ben kaçamadım. Askerler beni yakaladı. Doğru Ovacık’a götürdü. Kamyon asker dolu, kimi gülüyor, kimi konuşuyor, ben ağlıyorum.” 

* “Genç bir kadının yanına götürdüler. Saçımı kestiler. Keloğlan yaptılar beni. Kadın beni aldı. Yıkadı. Götürdü, bir askere teslim etti. Asker beni trene aldı. Ne yapıyorlar, nereye götürüyorlar, hiçbir şey anlamıyorum.
3 gün 3 gece gittim. Samsun’a vardık.” 

* “Samsun’da beni verdiler bir hanıma. Köpeğin biriydi. Merdiven başında battaniye verdi. Bir katını altıma serdim, bir katını üstüme. Mutfakta yemek yiyordum. Evin hizmetçisine talimat verdi. ‘Kürt kızının bulaşıklarını bizim bulaşıklarla yıkama, ayrı yıka’ dedi. Kendimi öldürmek istedim. Çocuktum, kaçtım. Polise gittim, ağladım, ‘Beni öldür, oraya verme’ dedim. Sonra başka birine teslim ettiler...” 

* “Zengin bir adamdı. Yemeği ve her şeyi ben yapıyordum. Adamın eşi beni kıskanıyordu. Samsun’da kızlar nasıl geziyorsa ben de öyle gezmek istiyordum ama kadın bırakmıyordu. Adam kalbinde beni istiyordu. Beni tek görünce yakalayıp öpüyordu, dizinin üstüne oturtuyordu... Okula gitmek istedim. ‘Ne olur beni de okula verin’ diye yalvardım. Hayır dediler, ‘Seni Kuran okuluna vereceğiz’ dediler. Aç da kaldım, dayak da yedim...”

‘Şimdi dünya âlem bilsin istiyorum’
Fatma İçli kuzeni Huriye Aslan ile ‘Dersim’in Kızları’ belgeseli aracılığıyla, 2008 yılında buluştu. Şaşkınlık ve gözyaşı dolu bu buluşma belgesele de yansıyor. Belgeselde tüm hikâyesini paylaşan Fatma Teyze, “Bugüne kadar ben biliyordum, şimdi dünya âlem bilsin” diyor. Ya bilinmeyen, izleri hiç bulunmayan kızlar? Belgeseli hazırlayan Kazım ve Nezahat Gündoğan, bu nedenle belgeseli şu satırlarla sonlandırmış: “Yanınıza yörenize bir bakın, tanıdığınız ihtiyar bir kadın, Dersim’den koparılmış bir kızın son hali olabilir...”

Güzel ve sağlıklılar subaylara verildi
Belgesel için 2005’te çalışmaya başlayan Kazım Gündoğan, çocuklara yönelik politika hakkında da şu bilgilere ulaşıyor:
“Devlet Türkleştirmek ve Sünnileştirmek amacıyla bu çocukları bir politika dahilinde ailelerinden koparıyor. Uygulama iki biçimde yapılıyor. İlki Elazığ Kız Enstitüsü. Bu resmi olan. Diğeri de gayri yasal uygulama. Katliama katılan rütbeli askerlere talimat veriliyor. Her subay bir ya da iki kız çocuğu götürüp kendi evinde ya da eşrafa vererek öz Türk kültürüne kazandıracak diye. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, bir konuşmasında bunu dile getiriyor. Ulus birliği yaratmak için ailenin önemine dikkat çekiyor. Kadının soy taşıyıcılığındaki rolünü vurguluyor. Kız çocuklarının bu amaç için uygun olduğunu belirtiyor.”
Çocukların toplama merkezlerine götürüldüğünü anlatan Gündoğan, “Önceleri biz de ‘Vicdan sahibi subaylar götürecek tabii ki’ diye bakıyorduk ancak öyle değilmiş” diyor:
“Sağ kalanları Elazığ ve Erzincan’a topluyorlar katliamdan sonra. Güzel ve sağlıklı kız çocuklarını subaylar alıyor. Subaylar seçiyor. Batıdaki ailelerine gönderiyorlar. Güzel ve sağlıklı olmayanlar da kara vagona bindirilip her istasyonda bir ya da iki kız çocuğu bırakmak şartıyla batıya kadar dağıtıyorlar. Eşrafa veriyorlar kızları. Cumhuriyete model olacak ailelere veriliyor.” 

Kız okula, Kürt kızı kursa
Gündoğan kızlara yapılanları şöyle özetliyor: “Medenileştirmek adına, kısa giysiler, şapkalar giydiriliyor. Hiçbiri okula verilmiyor. Kuran okullarına götürülüyor. Kendi çocuğunu Kuran kursuna göndermemesine rağmen, Dersim kızını okula değil de Kuran kursuna gönderdiler. Evlatlık kavramı da Medeni Kanun’a göre değil. Hiçbirinin miras gibi hakları yok.”