Gazete Duvar yazarı Zeki Coşkun, organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in iddiaları ile yeniden gündeme gelen eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Coşkun, “50 yıl boyunca kişisel iktidar hamleleri, suikastları, açık örtük ittifakları, işbirlikleri dışında hiçbir şey üretmemenin hüsranı, hırsı mıdır Baykal’ın bağımlığı… Ve partisinin, bazı partililerinin ona bağımlılığı?” diye yazdı.

Zeki Coşkun’un Duvar’da, “Baykal ya da hüsranın hüsranı” başlıklı yazısının bir bölümü şöyle:

Haldun Taner’in Ases öyküsüne her yıl en az iki –üç kez dönüp bakarım. Ases adındaki bir futbolcu, onun Hacettepe formasıyla oynadığı Fenerbahçe maçı vardır ön planda.

İçine girdikçe de deplasmanlardan kamp düzenine, antrenmandan soyunma odasına, yedek kulübesinden saha içine oyuncusu, antrenörü, amigosu, ev sahibi ve rakip takımlarıyla futbolun tüm tarafları olanca canlılığı, gerçekliğiyle karşımızdadır. Maç öncesi – sonrası ve tribün halleriyle izleyiciler de dahil…

Öykünün yer aldığı Sanço’nun Sabah Yürüyüşü 1969’da yayımlanmış. Ases, kitabın son öyküsü. Muhteşem ve hayli erken bir popüler kültür anlatısı, analizi. Kültür endüstrisi ya da futbolun ekonomi politiği… ve daha fazlası. Haldun Taner’in söylediği gibi, “Bu bir futbol hikayesi değildir. Bir hüsranın hikayesidir belki. Belki de bir itirafın.”

Buradan bakınca bir iç hesaplaşma, sorgulama öyküsü denebilir Ases’e.

Yazarlık nedir? Bir hüsranın avuntusu. Bütün hüsranların avuntusu. Yazarlık bir narsis kompleksi: ‘Bak ben ne yazdım. Ne marifetlerim var benim. Okuyun beni. Beğenin zekâmı, buluşlarımı’ demek. Sade yazarlık mı? Aktörlük, askerlik, politikacılık, iş adamlığı; hırs olmadan, beğenilmek hevesi olmadan yapılır mı?

Biz de kendi hesaplaşmamıza bakalım.

Yazıya, yazara kimsenin baktığı yok şükürler olsun. Tiyatronun, sinemanın çanına çoktan ot tıkılmıştı, pandemi de üstüne geldi, aktörler tümden silindi sahadan. Askerler iyi ki sahada değil. Kaldık son ikisine; politikacılara ve iş adamlarına. Hırs, heves faslında maşallahları var. Kendi aralarında sıkı sıkı örülü örgütlü bağlarla gerçekleştirdikleri “sır” icraatların her gün bir yenisi ucundan kenarından görünür gibi oluyor… Suskun, muhkem teflon duruş duvarına çarpıp dönüyor her söz, her görüntü.

Ases’e bakma, onu anlama, anlatma çabasını yaratan hüsran sözü, politikacının, işadamının dünyasında yer almıyor.

Aslında aradaki virgül gereksiz.

Politika-işadamları var karşımızda. İşadamı politikacılar var.

Politika, toplumsal bir pratik değil. Toplum diye bir şey zaten yok. Politikacılık bir iş, meslek. Devlet denen organizasyon aracılığıyla piyasa ve toplum üzerinden icra ediliyor politika denen iş, meslek. Haliyle piyasa aktörleri işadamları politikanın, politikacının doğal ortağı, moda ifadeyle çözüm ortağı. İş dünyası ve insanı için de politikacı öyle. Etle tırnak.

Sermayenin buyruğu doğrultusunda kırk yıldır her şey hırsla, hızla özelleştiriliyor; devlet, en büyük ihaleci, işveren, kaynak üreticisi, ileticisi, dağıtıcısı. Çökme-çöreklenme tekniğiyle çalışan yeni nesil iş insanlarının devlete bu kadar bağlı, bağımlı, iktidara tutkun olmaları kaçınılmaz. Aşkını alenen ilan edenler malum.

Şu an sahadaki en kıdemli meslekten politikacı Deniz Baykal’ın mevcut hiçbir meslektaşında olmayan, hiçbirine benzemeyen kuramsal donanımla tüm bu sürecin hem muhalifi hem baş destekçisi, kolaylaştırıcısı olarak iş görmesi apayrı bir inceleme gerektiriyor.

O incelemeyi yapacak olanlar çalışmalarına Deniz Baykal imzasını taşıyan 1970, Ankara Üniversitesi S.B.F Yayını kitapla aynı adı verebilir: Siyasal Katılma – Bir Davranış İncelemesi.

Doktora tezine dayanan yukarıdaki kitabın yanı sıra doçentlik tezi olarak Türkiye Siyasal Eliti Üzerine çalışan Baykal, Giovanni Sartori’nin Demokrasi Kuramı’nı da Türkçeye kazandırmış; Siyasi İlimler Türk Derneği, Ankara – tarih yok.

İsmail Cem’le ortaklaşa kaleme aldığı Yeni Sol, adındaki iddiadan hayli uzaktır. Parti içi iktidar mücadelesine yönelik olarak 1992 SHP Olağanüstü Kurultayı için hazırlanmıştır. Onca mücadele sonrası genel başkanlığına kavuştuğu CHP’yi baraj altına ve Meclis dışına düşürme başarısı sonrası Oktay Pirim, Deniz Baykal - 40 Yıllık Siyasal Serüvenin Öyküsü’nü yayımladı. Bu öykü 2007’de Doğan Kitap tarafından Geleceği Etkileyecek Siyasi Liderler dizisi içinde yayımlandı.

Kırk yıl “geleceği etkileyecek lider” olarak kendini konumlayabilmek, başarı sayılırsa başarıdır. Negatif etki, Haldun Taner’in deyişiyle hırs olmadan, beğenilme hevesi olmadan yapılacak iş değil. Beğenilmemek de bir beğenilme biçimi olsa gerek.

KÖKSÜZ, DAİMİ HIRS VE HINÇ

Baykal’ın siyasal pratiği, kuramsal bilgisini silmek üzerine gibi görünüyor. Toplumsal katılma olmaksızın, profesyoneller, meslek erbaplarıyla yürütülen, yürütülecek bir iş, onun siyasal pratiği. Hizipçi olarak ünlenmesi, toplumsal taban üzerinden değil parti içinden iktidar arayışı üzerine çalışmasından geliyor.

İktidar her şey. O nedenle de Cemal Süreya’nın deyişiyle “Düşünceden, ideallerden değil, güç dengelerinden çıkış arar.” 1970’lerde Ecevit’e karşı, CHP’nin sol kanadında gibi durur; madenleri, rafinerileri devletleştirme iddiasındadır. 1989’da Paris’te Kürt Konferansı’na katılan altı milletvekilinin partiden ihracında genel sekreterdir, bayraktar. Ertesi yıl anadilde eğitim dahil görece demokratik Kürt Raporu’nda imzası vardır.

1990’larda Yen Sol etiketine sarılır. “Blue jeanleri çekip hafta sonu zamanın sağ lideri (ANAP) Mesut Yılmaz’la niye piknik yapmayalım” der. Liberallikse en liberal o. Anadolu Solu lazımsa, elbette. Şeyh Edebali’den başlar söze. 1994 yerel seçimlerinde CHP genel sekreteri Ertuğrul Günay, İstanbul’da SHP’ye karşı savaşmakta, Ankara’da Yaşar Seymen CHP adına SHP’ye karşı yarışmıştır.

Baykal CHP’sinin etkin katılımıyla yerel iktidar değişimi gerçekleşmiş, merkezi iktidar değişiminin de kapıları aralanmıştır, Erbakan’ın deyişiyle “kanlı mı, kansız mı olacak” söylemleri eşliğinde.

Bir tarafta 28 Şubat postmodern darbesinin esintileri hüküm sürerken Baykal, CHP’de gençlik rüzgarlarını bizzat kendi üzerinden estirir: 1998 kurultayına ışık – duman gösterileri, konfetiler eşliğinde Ricky Martin müziğiyle koşar adım enerjik – pop giriş yapar. Ertesi yıl yapılan seçimlerde baraj altında, Meclis dışındadır.

2002’de AKP iktidar olmuştur. Başkanının yasal engellerle Meclis dışında bırakılmasına “demokrasi” gereği karşı durur. Seçmen oylarının % 44’ünün çöpe gitmesini ise “siyasal katılma” ve “demokrasi kuramı” yönünden hiç dert etmez. Ne de olsa nihayet liderdir, ana muhalefet lideri.

Koşmayı, yüzmeyi, bisiklete binmeyi hiç bırakmaz. Daimi genç. Yine Süreya’nın deyişiyle “Köksüz, ama sürekli veliaht duygusu içinde.”

Haziran 2015 seçimleri sonrası koalisyon zorunluluğu doğmasına karşın Cumhurbaşkanı’nın çağrısını koşarak karşılaması, bu duygudan kaynaklanıyor olsa gerek. Meclis Başkanlığı?

Kamuya hiçbir açıklama yapılmayan bu görüşme 2002 seçimleri sonrasındaki balıkçı buluşmasını bir kez daha sorgulatacak. Kapalı kapılar ardında “siyasal katılma bir davranış incelemesi” gerektiriyor evet. Beyin kanaması sonrası bedensel engellere karşın 80 yaşında yeniden milletvekili adayı olmak, seçilmek de öyle.

Yazının tamamı burada.