Eğer BDP-KCK ilişkisi, isimler üzerinden tartışılacak ve mahkum edilecekse, öyle çok 'özel' kanallardan bilgi almaya gerek yok! Parti olarak zaten KCK davasından yargılanan altı arkadaşımızı milletvekili yaptık

 

BİR GAZETE VE BDP-KCK İLİŞKİSİ

 

“İktidarın sesi” ve “Emniyet istihbaratının polis bülteni” Sabah 8 Kasım Salı günü yayınladığı yazı dizisinde Tekirdağ cezaevinde tutuklu PM üyemiz Nihat Oğraş’ın ve benim adımı anarak BDP-KCK ilişkisinin ispat edildiğini kamuoyuna deklare etti. Mezkur neşriyat, 15 Ekim günü yine beni ve Nihat Oğraş’ı hedef alan bir haberini manşete taşıdı ve Nihat Oğraş’ın Tekirdağ cezaevinden gönderdiği orijinali bende olan bir mektubu yayınlayarak beni “intihal” yapmakla suçladı. (Tabii bu arada mektubu nasıl ele geçirdiklerini açıklayacak durumda değiller. Çünkü ele geçirmediler. Kendilerine ya cezaevinden ya da emniyet istihbaratından servis edildi.)

 

Şimdi son yazı dizisine gelelim. Bu yazı dizisi yayınlanmadan bir gün önce (07.11.2011) genel yayın yönetmeni Bay Erdal Şafak, bu müstesna diziyi şu sözlerle muştuladı: “Gelişmeler, KCK dosyasının daha uzun süre Türkiye gündeminin ilk sıralarında kalmaya devam edeceğini gösteriyor. Çünkü yetkililerin açıklamalarının satır aralarındaki bilgiler PKK-KCK-BDP arasındaki organik bağların neredeyse ayrıntılarıyla belirlendiğini ortaya koyuyor. Peki, nasıl bir bağ bu? Kimler tarafından, kimler üstünden yürütülüyor? ‘Özel İstihbarat Servisimiz’den bu sorulara yanıt aramalarını istedim. Bir hafta sonra önüme kalın bir dosya koydular. Ve de üç bölümlük bir yazı dizisi. ‘BDP’de Kandil’li deprem’ adını verdiğimiz diziye yarın başlıyoruz. İlgiyle okuyacağınızdan eminim. İlgiyle ve de ürpererek...”

 

Bir gazetenin emniyetin istihbarat örgütüyle bu kadar içli-dışlı olması karşısında ürperdik. Beş ay önce yayınladıkları bir haberi tekrar ısıtıp araştırmacı gazetecilik pozlarıyla yayınlamaları karşısında ürperdik (Bkz, 09.06.2011, Alper Sancak imzalı haber). Tezvirata mesnet, savcı olup hakkımızda iddianame hazırlamaları karşısında ürperdik. Hakim olup hakkımızda kalem kırmaları karşısında ürperdik.

 

Niyet ayan beyan ortada. Bizi kendi akıllarınca teşhir ediyorlar. Kamuoyuna “bunlardır” deyip kötücül hedefler yaratıyorlar. Kalkanları yapıyorlar bizi. Sonra da ardımıza saklanıp yalanlarının keyfini sürüyorlar. Öyle ya, yarattıkları iktidar adacıklarını kaybetmemek için hakikat maşuku kesilmek “kalu beladan beri” en büyük marifetleri zaten…

 

Diyeceğimizi demiştik daha önce. Yine diyelim. Çok hakikat maşukuysanız toplarız bu ülkenin akil adamlarını, kim haktan ve hakikatten yana, kim şerden ve riyadan yana ortaya çıkarırız. Mustafa Suphilerden, Batman’da katledilen bebeğe kadar… Biz gerçeklerle yüzleşmeye hazırız. Ya siz?

 

GİRİŞ

Öncelikle bir açıklama yapmama izin verin. Yapılan iki haberde de teşhir amacı öne çıkarken ayrıca KCK’nin BDP üzerindeki baskısını da bu teşhir üzerinden açıklamaya çalışmışlar. Oysa ne söz ettikleri arkadaş KCK’lidir ne ben BDP’li (yasal olarak şu anda bağımsız bir vekilim). Blok vekiliyim ve DTK eş başkanıyım. Diğer arkadaşı da anlatacağım.

 

Şimdi sadede gelelim. KCK operasyonları, şehzade basının polis iddianameleri ve emniyet istihbaratını esas alarak kurmaca haberleriyle meşru kılınmaya çalışılıyor. Gazetecilik değil savcılık yapıyorlar adeta. Kürt siyasetini itham ediyorlar. Yetmiyor, hakim olup mahkum ediyorlar. Çünkü sultan böyle ferman buyurmuş! Meslek etiği, hukuk prensibi, vicdan ölçüsü dibe vurabilir. Yeter ki, Kürtler kazanmasın. Onuruna, kimliğine, özgür geleceğine varmasın!

 

Bunca nefret, onca karşıtlık, bu kadar düşmanlık niye? KCK denilen operasyonlarda binlerce Kürt tutuklandı. Operasyonlar devam ediyor. Söz konusu binler rakamı bile tek başına bu tutuklamaların hiçbir meşru-hukuki gerekçesinin olmadığına işaret eder. “Siyasi soykırım” tanımlanması da bu rakam ve kapsamla ilgili. Kesin olan şu: Operasyonlar, iktidarın siyasi stratejisiyle, hükmetme biçimiyle, Kürde reva gördüğü kırıntı haklarla ilgili. Bunu KCK operasyonlarına alkış tutan şehzade basın ehli de çok iyi biliyor. Amaç direnen, gasp edilen haklarını, kendi kendini yönetmek isteyen özgür-örgütlü Kürt siyasetini ve iradesini kırıma uğratmak! İmralı’da hukuksuzca sürdürülen tecritte bu amaçla ilgili, BDP’ye yapılan baskılar da...

 

Tüm bu olup bitenler arasında tek meşru olan ise, bu zulme karşı demokratik direnişi yükseltmek oluyor. Bizler de bunu yapıyoruz. O yüzden durmadan “teşhir” ediliyoruz. Bu tür haberlerin Doğu’da yankısı yok. Sahiden yok. Orada KCK’li yok, BDP’li yok. “Hareket” denilen bir dinamik var. Orada “gerçek” başkadır. Neler olduğunu görürler çünkü.

 

Gazetenin yaptığı ve “özel haber, flaş haber”ler etiketiyle manşetine taşıdığı “BDP-KCK ilişkisi” üzerine birçok haber, emin olun ki Kürt coğrafyasında, Kürt toplumunda ve siyasetinde olağan, sıradan ve birçoğu bilinen durumlardır. Gidin herhangi bir Kürt kahvesine kulak misafiri olun, dost meclislerinde sohbete katılın, gayet normal ve meşru bir şekilde Kürt hareketinin iç içe tartışıldığını ve algılandığını görürsünüz. Bu tür haberlerin ve manşetlerin memleketimin batı yakasına dönük Kürt siyaset ve siyasetçilerini “teşhir” amaçlı yapıldığını bilecek kadar politiktir kamuoyu.

 

NİHAT OĞRAŞ

Haberlerde ismi geçen ve şehzade basın tarafından üst düzey KCK yöneticisi olarak itham edilen Nihat Oğraş, cezaevinde uzun süre kaldı, çıktıktan sonra DTP zamanında benim ve Ahmet Türk’ün eşbaşkanlığı esnasında basın danışmanlığımızı yaptı, daha sonra hem DTP hem de BDP’de üst düzeylerde görev aldı, son iki dönem ise örgütlenmeden sorumlu eşbaşkan yardımcısı olarak parti yönetiminde yer aldı. Yani resmen ve fiilen partinin söz ve karar organlarında, planlama ve uygulamada yetki sahibi olan bir arkadaşımızdı. (Etkisi ve konumunu devlet, hükümet ve MİT de biliyordu.) Ve ilginçtir, seçimlerden on gün önce tuhaf bir gerekçe var edilerek tutuklandı. Herkes gibi o da KCK üyesi ve yöneticisi olduğu iddiasıyla yargılanacak. Kendisini bizzat ya da istihbari tanıyanlar bilir: Barışçıl kimliği, bilgi birikimi ve siyaset ufkuyla demokratik Kürt siyasetine anlayış düzeyinde katkı sunmuş bir siyasetçidir.

 

Ben de her siyasetçi gibi danışmanlarımla, siyasi birikimime ve sağduyusuna inandığım yakın arkadaşlarımla karşılıklı ilişki ve etkileşim içinde çalışıyorum. Ziyaretine de gittiğim N. Oğraş ve diğer KCK tutuklusu arkadaşların aklından, öngörüsünden ve birikimlerinden yararlanmaya özen gösteriyorum. Bu hem çalışma tarzı hem de ahlakıdır benim için. Bu konuda arkadaşların yaptıkları katkılara müteşekkirim. Sanırım başbakan da dahil olmak üzere mecliste bulunan bütün vekiller az-çok böyle bir tarzla çalışırlar.

 

Hal böyleyken bu yarı profesyonel yarı amatör çalışma ilişkisini “BDP-KCK” ilişkisi olarak yazmak, yansıtmak, değerlendirmek zeka yoksunluğuyla açıklanabilir. Basit bir teşhir ve yıpratma gayesi dışında bir anlamı da yoktur zaten.

 

GELİŞME

BDP-Öcalan-KCK ilişkisi üzerine birçok şey söyleyebilirim. Hepsinin Kürt siyasi hareketinin bir parçası, farklı alan ve rollere sahip birer aktörü olduğu zaten biliniyor. Bu alan ve aktörlerin birbirini etkilediği, bazen tamamladığı, bazen kendi özgü kimliklerine göre söylem ve politika geliştirdiği, hem bir ‘bütün’ hem bir ‘parça’ özelliği gösterdiğini yeri geldiğinde ifade etmeye çalışıyoruz. Bu Kürt siyasetinin sosyolojik-politik-dinamik gerçeği. Aynı toplumsal taban, benzer siyasi gelenek ve süreç, ortak politik (çözüm) hedeflerimiz var. 20 yıldır bu böyle. Ancak siyaset bilimiyle, sosyoloji bilgisiyle anlaşılması gereken bu gerçeğimiz, ısrarla örgütsel ve hiyerarşik bir zemine/ işleyişe oturtulmaya çalışılıyor. Emniyet zaten bunu yapıyor. Vahim olan ise, siyasi iktidarın “güvenlikçi ve dar” yaklaşımı. Devleti koruma ve kollama ideolojisiyle hareket eden yargı da bu stratejinin üçüncü ayağı olarak işlev görüyor. Dördüncü kuvvet medya ise malumunuz!

 

Çok net belirtiyorum: Kürt siyasi hareketinde hiçbir irade ne bu kadar hep ne de hiç’tir! Kesişen kümeler misali karşılaştığımız, buluştuğumuz gündem ve zeminle alakalı olarak tartışma, anlama ve anlatma, ikna süreçlerinde her aktör özgün iradeleriyle var olur. Bu siyasi ve demokratik bir süreçtir. İç içelik ve bir aradalık, Kürt meselesinin daha fazla toplumsallaşmasıyla ilgilidir.

 

Ancak bu geçiş alanları yasaların da değiştirilmesi suretiyle genişletileceğine ve siyasi zemin güçlendirileceğine tam aksi şeyler yapılıyor. Siyasi alan olabildiğince daraltılıyor ve neredeyse Kürt siyasetiyle ilgili herkes, farklı söylem, özgün proje ve muhalif duruşa sahip şahsiyetler polisiye ve yargı operasyonlarıyla gayrı meşru kılınıyor, tutuklanıp tasfiye ediliyor.

 

Oysa devletin/siyasi iktidarın öncelikle yapması gereken TCK-TMK gibi faşizan yasaları toplumsal ve siyasal gerçeğimize dayatmak değil, sivil-demokratik siyaset alanını herkese ve her düşünceye açık hale getirecek düzenlemeleri yapmasıdır. Bu Kürt meselesinin yarısını çözmek demektir. Siyaset alanı herkes için sivil, demokratik ve özerk bir faaliyet alanı olarak kurumsallaşmalıdır. Aksi halde dağda ya da ovada çatışma zemini sürekli var olur. Bugünde yaşadığımız budur.

 

Eğer BDP-KCK ilişkisi isimler üzerinden tartışılacak ve mahkum edilecekse öyle çok “özel” kanallardan bilgi almaya vs. gerek yok! Parti olarak zaten KCK davasından yargılanan altı arkadaşımızı milletvekili yaptık. Belediye başkanlarımız, MYK üyelerimiz KCK davasından tutuklu ve haksız bir şekilde yargılanıyorlar. Ve çoğu karar mekanizmalarında yer alan diğer arkadaşlarımız… KCK davası ya da operasyonları bizim için bir meşruluk tartışması yaratmıyor, yaratmaz da. Aksine, bu operasyonların, yedi bine ulaşan tutuklamaların, mevcut davaların bir meşruiyeti yoktur bizim için. Pekala meclis grubumuzda operasyon kapsamına alınıp birçok milletvekili arkadaşımızda KCK üyesi olma iddiasıyla tutuklanabilir. Bu neyi kanıtlar ki?

 

Açık ve kaygı verici durum şudur: Resmi söylem ve davranış (politika) dışındaki herkes muhalif tüm kişi ve kesimler, bu yasalar ve uygulamalarla her an örgüt üyesi olma iddiasıyla gözaltına alınma ve tutuklanma zanı altındadır. Hopa’da eylem yapanlardan, parasız eğitim isteyen öğrencilere, eleştiren gazetecilerden sivil-siyasi aktiviste varana kadar her an herkes bir örgüte bağlanabilir ve tutuklanabilir (tutuklanıyor da nitekim). Bu denli somut baskı ve tehdit ortamı mevcut.

 

Burada sorun siyaset alanı ve demokratik-meşru faaliyetler değil. Resmi ideoloji ve iktidar siyaseti dışında kimseye söz ve eylem hakkı tanımayan yasalar ve onun uygulayıcı gücü olarak polis-yargı-medya-yürütme konsorsiyumudur. Durum bundan ibarettir.

 

Şimdi elini vicdanına koyabilecek herkese soruyorum: Devletin, siyasi iktidarın, kamuoyunun ve Kürtlerin bu kadar dikkate aldığı, sorunun çözümü için birincil aktör-muhatap olarak kabul ettiği

 

Öcalan’ı BDP’nin dikkate almaması, barışçıl çabalarını ve mesajlarını görmezden gelmesi, rolünü inkar etmesi beklenebilir mi hatta düşünülebilir mi?

 

Ve KCK operasyonlarıyla tutuklanan, esasında örgütsel geleneği ve geçmişi de olan birçok yönetici arkadaşımızın dağ yerine siyasi legal alanı tercih etmelerinin, bu zeminde bulunan kurumsal bir yapı içinde (BDP-DTK-belediyeler vs.) siyasi çalışma yapmalarının neresi yanlış, bizler neden bu arkadaşlarla çalışmayalım, farkımız nedir?

 

En nihayetinde PKK’nin gelip dahil olacağı alan bu değil midir? Başka türlü bir çözüm mümkün müdür?

 

SONUÇ

Siyasetin dili propagandaya hatta hamasete dayanır. Bu sebeple birçok konuşmamın muhasebesini, özeleştirisini yaparım. Ancak yazdığım her sözün, yazdığım her değerlendirmenin arkasındayım. Kendi zamanı ve koşulları içinde sahiplenirim, savunurum. Bundan sonra da böyle olacaktır. Kalemine çok güvendiğim Sırrı Süreyya Önder’e de fikir sorarım, aklına ve yüreklerine inandığım arkadaşlarıma da danışırım, katkılarını isterim. Bu Nihat ya da Murat olur, Apo ya da Musa hiç fark etmez o an kime ulaşabiliyorsam beni tamamlamalarını isterim. Bu benim çalışma tarzım.

 

Bu yazıyı ben yazdım! Kendi ellerimle, kendi bilgisayarımda ve kendi evimde… Ama Radikal İki’ye göndermeden arkadaşlarımdan fikir alacağım. Katkı isteyeceğim. Böylelikle şehzade medyaya da “haber” yapma fırsatı da çıkar!

 

Medyaya çağrımdır: Lütfen barışa, çözüme, siyasete ve farklılığımız içinde birliğimize hizmet edecek haberler yapın, yazılar yazın! Barıştığımızda birbirimizin yüzüne bakacak yüzümüz olsun. Ben anlamaya ve anlatmaya devam edeceğim…

 

AYSEL TUĞLUK:  Van Bağımsız Milletvekili