Tayfun Atay, Gezi direnişi esnasında Mustafa Kemal Atatürk ve Abdullah Öcalan posterlerinin neden yan yana geldiğine ya da gelebildiğine ilişkin analizinde, konuyu, onları sahiplenen her iki kesimin de’seküler’ bir hayatın içinde yer alma konusunda buluşma arzusuyla açıklıyor.

Atay, Başbakan Erdoğan’ın ise birbirine politik-ideolojik bakımdan ‘düşman’ olan hareketlerin ‘Gezi Parkı’nda aynı karede belirmesini teşhir ve mahkûm etmeye çalıştığını belirterek, mevcut iktidarın, kapitalist ve de ‘dindar’ bir Türkiye arzusuyla hareket ettiğine dikkati çekiyor.

İşte Tayfun Atay’ın Radikal’deki “Atatürk'le Öcalan neden yan yana?” başlıklı yazısı:

Yan yanalar, çünkü her iki ‘simge’ ne kadar birbirine karşıt çevreler tarafından benimsenirse benimsensin, onları sahiplenenler ‘seküler’ bir hayatın içinde nefes alıp verme konusunda buluşuyor! PKK, seküler bir harekettir. Onu Kürt coğrafyasında tek destek bulan diğer siyasi oluşum AKP’den ayıran temel nokta bu. PKK ve BDP, hayatın içinde dinin varlığına hiçbir itirazları olmamakla birlikte o hayatın akışında dinin topyekûn belirleyici olmasına karşılar. AKP ise hayatın dinden çıkması ve anbean dinle yaşanması hususunda ısrarlı bir anlayışa iyiden iyiye savrulmuş durumda.

Bu çerçevede ta en baştan beri söylediğimiz üzere, ‘Gezi Parkı’ hadisesinin özünde bir ‘kültürler savaşı’ söz konusu.

Savaşın bir tarafı, protestocular. Ve evet, onların kompozisyonunda nasıl bir arada olduklarına akıl sır erdirmesi güç bileşenler var: Yazımızın başlığına da yansıdığı üzere, Türk ulusalcıları ile Kürt özgürlükçüleri; devamında yoksul işçilerle zengin işverenler; Tuzluçayır, Gazi Mahallesi gibi zemini sert varoşlarla Tunalı, Bağdat Caddesi gibi tuzu kuru mutena semtler; Alevilerle trans kimlikli yurttaşlar; Fenerlilerle Beşiktaşlılar; popüler kültürle büyümüş 90’lılarla, ömrü politik kültürle tükenmiş 68’liler ve 78’liler…

Bunları bir araya getiren farklı hatta aykırı sınıfsal, etnik, ideolojik, sportif, cinsel ve kuşaksal kimliklerin hepsini sarıp sarmalayıp ‘nefeslendiren’ ise seküler yani ‘dünyevî’ hayat atmosferi. ‘Dinî hayat’ inşası konusunda motivasyonu giderek artan siyasî iktidara karşı böylesi bir araya gelmesi imkânsız gibi görünen gruplar buluştu. ‘Sosyoloji’ denince küplere binen Başbakan, olguya sadece siyasi fayda mülâhazasıyla bakıp birbirine politik-ideolojik bakımdan ‘düşman’ hareketlerin ‘Gezi Parkı’nda aynı karede belirmesini teşhir ve mahkûm etmeye çalışıyor. Hâlbuki gayet basit: Düşmanınızla çatışabilmek için de, anlaşabilmek için de ‘oksijen’ gerekiyor. O ‘oksijen’ de seküler yaşam. Havadaki ‘oksijen’i yok etme girişimi, birbiriyle en uzlaşmaz kesimleri bile birleştiriyor doğal olarak…

Aynı durum sınıfsal boyutta da söz konusu. Sağcı dostlarımız, işçi sendikaları veya sosyalist örgütlerle bazı kapitalistlerin nasıl aynı safta buluştuğunu, bunun ‘sol’la, Marksizm’le telifinin nasıl mümkün olduğunu istihza ile soruyor. Sermayenin Türkiye’de hâlihazırda ‘kültürel’ temeldeki iki-başlılığına baksınlar! Bu ülkede Cumhuriyet’in başından itibaren devlet marifetiyle serpilmiş bir ‘seküler burjuvazi’nin yanı sıra 1980’lerden itibaren yine devlet (daha doğrusu Özal) marifetiyle önü açılan, ama esas bu iktidar döneminde palazlanmış bir ‘Müslüman burjuvazi’ var. Düğüm burada. Kültürel çatışma, sınıfsal buluşmaya imkân vermiyor. Ve bu iki burjuvazi birbirinden farklı (biri ‘seküler’, diğeri ‘dinî’) ulus tasarımlarına yatkın görünüyor. Başbakan ‘faiz lobisi’, ‘yakıp-yıkanlara arka çıkan iş çevreleri, vb. retorik etrafında ‘seküler burjuvazi’yi hedef alıyor. O burjuvazi de, evet, ideolojik olarak kendisinin tasfiyesini hedefleyen sosyalist örgütlerle ‘Gezi Parkı’nın seküler havasında buluşmakta beis görmüyor. Çünkü sınıf-içi ‘kültürel’ rekabet, sınıf-dışı ideolojik tehdidi önceliyor!..

Açık ki mevcut iktidar, kapitalist ve de ‘dindar’ bir Türkiye arzusuyla hareket etmekte. Fakat kapitalizm tutkusu da bir başka cepheden ‘patlak’ verip ülkenin ‘anti-kapitalist Müslümanlar’ını onun karşısına çıkardı. Dinî bir hayatın harcını ‘para’ ile karmaya çalışan mevcut iktidarın samimiyet sorunu, bu Müslümanları da seküler cephedeki insanların (solcuların, çevrecilerin, hatta eşcinsellerin) safına itmekte. Ve bu Müslümanların varlığı, evet en çok bu, Türkiye’de hâlâ bir ‘seküler İslâm’ umudunu diri tutmaya imkân veriyor.