Al Monitör, yedi ülkenin vatandaşlarına vize kısıtlaması getiren ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump’a Ortaoğu ülkelerinin tepkisizliğini, Türkiye’nin Trump’tan beklentileri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Trump arasındaki benzerlikleri konu alan bir analiz yayınladı.

Al Monitör’de yayınlanan analize göre, yedi Müslüman ülkenin vatandaşlarına ABD’ye giriş yasağı getiren Trump yönetimi ABD dâhil dünya çapında tepki topladı.

Ancak Mustafa Akyol’un da dikkat çektiği gibi “Sık sık İslam’ın savunucusu olduğunu iddia eden bazı Orta Doğu hükümetleri aynı dayanışmayı göstermedi.” Bunların arasında Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Akyol’un deyimiyle “Trump yönetiminden siyasi beklentileri olan, bunun da ötesinde yeni ABD başkanına tuhaf bir hayranlık duyan” Türkiye yönetimi var.

Akyol’a göre Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Trump’ın Müslüman yasağı karşısında sakin kalması pragmatizmden kaynaklanıyor:

“Erdoğan ve ekibinin Trump’tan önemli beklentileri var. Bunlardan biri, 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişimini planlamakla suçlanan Fethullah Gülen’in iadesi konusunda Trump’ın yardımcı olabileceği beklentisi. Bir diğeri de Obama yönetiminin Türkiye tarafından terörist sayılan Suriyeli Kürt güçleri destekleme politikasına Trump’ın son verebileceği beklentisi.”

Semih İdiz’e göre Erdoğan bu beklentilerinde yanılıyor olabilir:

“Türkiye Suriye’deki gelişmelerde ipin ucunu bir kez daha kaçırıyor gibi. Yeni Donald Trump yönetimi Ankara’yı şimdiden hayal kırıklığına uğratmış durumda. Suriye’de güvenli bölgelerin kurulmasını savunan Trump, bu fikri ortaya ilk atan ülke olan Türkiye’yi sevindirmedi, aksine rahatsız etti. Zira Ankara şimdi güvenli bölgelerin Suriyeli Kürtlere özerklik tanımanın ilk adımı olmasından korkuyor.”

Trump ekibinin Obama yönetiminin Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) bel bağlayan Suriye planını gözden geçirmek istediği bildiriliyor. SDG’nin ana omurgası, PKK bağlantılı Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) silahlı kanadı Halk Savunma Birlikleri’nden (YPG) oluşuyor. Türkiye PKK, PYD ve YPG’yi terörist örgüt sayıyor, dolayısıyla bu haberler Erdoğan’ı umutlandırıyor olabilir.

Ancak bu umutlar da boşa çıkabilir. Zira Washington Post gazetesine göre Obama yönetimi Türkiye alternatif kuvvet sağlamadığı için SDG ile çalışmak durumunda kaldı. Gazetenin haberinde şu bilgiler yer alıyor: “Mevcut ve eski savunma yetkililerine göre Türkiye’nin, isyancıları, daha sonra da kendi askerlerini gönderme sözleri Pentagon’da iki yıl boyunca derin bir güvensizlikle karşılandı, hatta bunlara alaycı bir şekilde ‘Erdoğan’ın hayaletleri’ dendi. (…) Trump ve üst düzey danışmanları da Rakka’yı almak için Rusya’yla, hatta Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la koordinasyonu artırma kararı alabilir. Ya da Trump da Obama gibi Kürtleri silahlandırmanın eldeki kötü seçeneklerin en iyisi olduğu sonucuna varabilir.”

Trump’ın ulusal güvenlik danışmanlığına atanan emekli Korgeneral Michael Flynn, ABD’de seçimlerin yapıldığı 8 Kasım tarihinde ABD-Türkiye ilişkilerinde yaşanan krizin çözülmesi gerektiğini savunan bir makale yayımlamıştı. Buna rağmen Flynn de Merkezi İstihbarat Teşkilatı Başkanı Michael Pompeo da Erdoğan yönetimini eleştiren isimler olarak biliniyor.

Fakat Türkiye’nin sorunları, Trump yönetimindeki isimlerden ziyade kendi başarısız Suriye politikalarıyla alakalı. İdiz bu konuda şöyle yazıyor: “Kimi Suriyeli muhalifler Türkiye’nin Astana’daki performansına ilişkin hayal kırıklığı ifade ediyor. Reuters’e konuşan bir muhalif, Türkiye’nin Astana’da zayıf kaldığını, muhalefetin pozisyonunu savunamadığını söylüyor. Arka planda bu gelişmeler yaşanırken Ankara şimdi Trump’ın önerdiği güvenli bölgelerin ve Rusya’nın anayasa taslağının diğer bazı amaçların yanı sıra Kürtlere özerk bir bölge sağlamaya yönelik olmasından kaygılanıyor. Bu durum, Türkiye’de hükümet yanlısı medyada öfkeli yorumlara neden oluyor. Ancak belirtmek gerekir ki bu öfkenin hedefinde Rusya’dan ziyade ABD var.”

Suriye’nin Kamışlı kentinden bildiren Fehim Taştekin, ilk elden edindiği izlenimlere dayanarak Kürt özerkliğinin günün sonunda Şam tarafından frenlenebileceğini belirtiyor. Taştekin şöyle yazıyor: “Suriye’nin kuzeyinde Derik, Rimelan ve Kamışlı’dan Haseke ve Şedadi’ye, Amude, Serekaniye ve Tel Ebyad’dan Kobani ve Menbic’e kadar uzanan şeritte bir sistem günbegün ete kemiğe bürünüyor. Coğrafi olarak ana gövdeden kopuk olsalar da Afrin ile Halep’in Şeyh Maksud mahallesi de bu yapının içinde. Konuştuğumuz Suriyeli yetkililer, Nusra ve İslam Devleti (İD) gibi örgütleri bertaraf ettikten sonra Kürtlerle savaşmadan ama federalizme de geçit vermeden bu bölgeyi müzakere yoluyla yeniden kazanmaktan bahsediyor. Kürtler de Suriye’yi federal bir yapılanmaya sokarak Rojava’nın özerkliğini anayasal bir çerçeveye kavuşturmayı umuyor. Kürtlerin de son istediği şey savaş. Mevcut koşullarda bu perspektifte bölünme ya da bağımsız devlet kurma gibi bir hedef yok. Her iki taraf da kontrol alanını genişletirken o kritik eşiğe bir adım daha yaklaşıyor.”

Taştekin, Kürtlerin hâlihazırda “anayasası (toplumsal sözleşme), meclisi, yerel komiteleri, hükümeti, savunma ve güvenlik birimleri, eğitim ve kültürel kurumlarıyla entegre bir yapı” oluşturduğunu vurguluyor. Yerel kaynaklara göre Suriye hükümeti, Kürtçe eğitim ve yerel güvenliğin Asayiş birimlerine bırakılması gibi belli düzeyde özerklik tanıyabilir. Ancak bundan fazlası zor görünüyor.

Geçtiğimiz hafta, bu sütunda Suriye’nin Kürt bölgeleri için özerkliği gündeme getiren Rus anayasa taslağını aktarmış, ayrıca özerklik seçeneğinin Moskova tarafından benimsendiğini yalanlayan üst düzey Rus yetkililerine değinmiştik.

Üst düzey bir Asayiş yetkilisiyle görüşen Taştekin, yetkilinin “Ankara’nın son yıllarda koyulaştırdığı tehditkâr politikaya” değindiğini, Türkiye ile Irak Kürdistanı’ndaki Barzani yönetimini de “Rojava’da özerklik hareketini boğmaya çalışan ortaklar” olarak resmettiğini aktarıyor.

ABD-Türkiye ilişkilerinde Suriye nedeniyle yaşanan krize rağmen Akyol, Trump’la Erdoğan arasında ideolojik yakınlık olduğunu yazıyor: “Trump’ın popülizmi Erdoğan’ın popülizminde karşılık buluyor ve bu, dünya görüşleri arasında bir yakınlık oluşturuyor. Trump ‘ana akım medyaya’ çıkıştığında veya Trump’ın stratejisti Stephen Bannon medyanın ‘çenesini kapatmasını’ istediğinde Erdoğancılar, hayran ve aşina oldukları muktedir siyasetini görüyor. Trump ‘içerdeki bankacıların’ komplolarını kınadığında da Türkiye’deki yeni yönetici sınıfın komplo teorilerini teyit etmiş oluyor. Temelde Erdoğan da Trump da küresel liberal düzene karşı milliyetçi, yerelci, popülist bir savaş çığlığını temsil ediyor ve bu da iki taraf arasında ortak bir zemin yaratıyor. Görünen o ki Trump’ın İslam’a antipati duyması, Erdoğan’ın ise İslam’ın savunuculuğunu yapması bu yeni transatlantik bağı bozacak kadar önemli değil.” En azından şimdilik, diyelim.