Yüzleşme Derneği Başkanı yazar Cafer Solgun Taraf’taki köşesinde hayatındaki Ermeni kesitlerini yazdı.

İşte o yazı:

ERMENİ HAYAT DERSLERİ...

...Mahpusluk yıllarımda, memleketteki garip anama yazdığım mektupları ona genellikle kapı komşumuz Varto Abla’nın kızları okurdu, Suna ya da Silva. Korkunç bir şekilde canına kıyılan ve kimselerin katil ya da katillerinin peşine düşmediği Garbis’in bacıları. Bunu bildiğimden, anama yazdığım her mektubun sonunda onların da büyükten küçüğe hâlini hatırını sorar, selam ederdim. Onlar da anamın ağzından mektubu bitirdiklerinde kendi ağızlarından selam ederlerdi bana, “Allah kurtarsın” filan derlerdi... Bir gün, o zaman ortaokulda okuyan Suna, nasıl dertlenmişse, mektubun sonunda bana “Abi Allah bizi niye Ermeni yaratmış, suçumuz günahımız neydi” diye sormuştu...

...12 Eylül yıllarıydı. Metris’te “kurallara uymadığımız” için sabah akşam işkence gördüğümüz yıllar. Ve ASALA’nın Türk diplomatlarına yönelik suikastlar düzenlediği yıllar. 1982 yılında ASALA Esenboğa Havaalanı’nda kanlı bir eylem gerçekleştirmiş ve Leon Ekmekçiyan adlı kişi bu eylemin faili olarak yakalanmıştı. Leon önce “itirafçı” oldu, itirafları TRT’de günlerce yayınlandı ve sonra da idam edildi. Bu olayın bizim için de “özel” bir işkence gündemi olacağını bilemezdik tabii. Bir gün sayım öncesi koğuş mazgallarını açan askerler “İçinizde Ermeni var mı” diye sordular, “Çüklerinize bakacağız ulan, hepiniz Ermeni’siniz”. Aramızda Ermeni yoktu. Ama bir arkadaşımızın yüzü bembeyaz olmuştu. Bizi etrafına topladı ve son sözlerini söyleyen biri psikolojisiyle “Arkadaşlar ben Ermeni’yim” dedi. Mesele işkence görmek korkusu değildi, sözcüklerle anlatılması zor...

...Günlüğüme notlar düştüğüm bir gün, yanıma geldi. “Biliyor musun heval, ben Ermeni’yim” dedi. Bilmiyordum. Bunu bana neden söylediğini de anlamamıştım. Cebinden minik bir defter çıkardı, “Ben de şiir yazıyorum” dedi. Şiirlerinden okudu bana. Kürtlerin özgürlük mücadelesinden, Ermenilerin tarihin en kadersiz halkı olduğundan bahseden şiirlerdi. İstanbul’da varlıklı denebilecek bir ailenin çocuğuydu, babasının Kapalıçarşı’da işyeri varmış. Ermenilere yönelik ayrımcılıktan, Ermeni olmanın çilelerinden gına gelmiş, o yüzden çıkmış dağa. PKK’nin kurucu kadrolarından Kemal Pir’e duyduğu hayranlıktan, onun adını almış. Önümüzde uçsuz bucaksızmış gibi görünen Zagrosların doyumsuz ve bir o kadar da ölümcül kış manzarası uzanıyordu beyaza kesmiş bir ufka doğru. O sakin sakin konuşuyor, ben de dinliyordum. Bir ara durdu. Duygusallaştı. “Burada özgür hissediyorum kendimi” dedi, “ama burada bile Ermeni olduğum bilinsin istemiyorum, herkes beni Türk sanıyor. Doğrusunu sen bilesin istedim”... O sene Şemdinli’de hayatını kaybettiğini duydum. Arkasından “enternasyonalist bir Türk devrimcisiydi” dendi. Elimi kaldırdım, “O Ermeniydi” dedim. Herkes şaşırdı. Şiirlerini yazdığı minik defteri de cesedi gibi bulunamadı...

...Zaman zaman biraraya geldiğimizde şakayla karışık iddialı tavla maçları yapardık. Yendiğinde keyiflenir, yenildiğinde “zar tutuyorsun” filan diye “olay” çıkarırdı. Esnaftı, hâlen de öyle. CHP’nin İstanbul’daki ilçe örgütlerinden birinde siyaset yapardı. Hem de Deniz Baykal’ın CHP Genel Başkanı olduğu, “rejim elden gidiyor” politikası yürüttüğü yıllarda. Bir gün dayanamayıp sormuştum, “Abi sen Ermeni’sin CHP’de ne yapıyorsun?” Başkalarıyla nasıl hararetli siyasi tartışmalar yaptığına tanık olmuştum. Ama benimle siyaset konuşmak istemiyordu. “Sus” diye yanıtladı beni, etrafına bizi bir duyan var mı diye bakınarak. “Bir daha Ermeni filan lafı etme” dedi, “anlatsam da anlamazsın”. Israr etmedim, “niye anlamayayım” diye. Epeydir görüşmüyorduk. İstanbul, insanı dağıtan bir şehir. Geçen yıl Yüzleşme Derneği’nin Ermenilerle ilgili düzenlediği bir panele geldi. Hâl hatır sorduk karşılıklı. Kulağıma eğildi, “Hrant öldükten sonra istifa ettim CHP’den” dedi. Siyasetle uğraşmıyormuş artık...

Ermeni hayat dersleri bir köşe yazısına sığmayacak kadar çok, derin ve ağır. Ermeni meselesi, yaşadığımız, vatan bellediğimiz bu toprakların en zorlu “yüzleşme” meselesidir. Tarihî boyutları var ve onun da merkezinde 1915 kırımı. O kırım ki, Ermeniler için kuşaktan kuşağa korkuyla beraber taşınan bir acıdır ve “bizler” için de yüzleşilmesi gerçekten zor ve cesaret gerektiren bir “suç ortaklığı” hafızası.