İstanbul - Kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları, karanfiller ve fotoğraflarla 359. kez Galatasaray'da buluştu. Aileler bu kez, 6 Şubat 1973 tarihinden bu yana kayıp olan üniversite öğrencisi Ali Kayahan'ın dosyasını açıkladı, "Ali Kayahan 39 yıldır nerede?" diye sordu.

 

Ali Kayahan, 6 Şubat 1973 tarihinde saat 15.00'de arkadaşı Mustafa Üstüntaş ile buluşmak üzere gittiği Haseki Hastanesi'nin önündeki duraktan polisler tarafından gözaltına alındı. Polisler, onu, Harbiye Jandarma Komutanlığı içindeki kontrgerilla merkezine götürdü. Burada arkadaşları Mustafa Üstündaş ve Erkut Selçuk'la yüzleştirildi. Arkadaşları mahkemeye sevk edilirken, aralarında Ali Kayahan yoktu.

 

Kayahan'ı işkencede gören Erkut Selçuk, 26 Kasım 1973 tarihinde mahkemeye verdiği dilekçede şunları söyledi: "Ali'yi kontrgerilla merkezinde gördüm. Yüzü tanınmayacak haldeydi. Gözlerini açamıyordu. Kendisine yapılan işkence sabaha kadar devam etti. Sabaha karşı koridorda koşuşmalar başladı. Birisi, 'doktor çağırın' diye bağırıyordu. Bir müddet sonra sesler kesildi. O gün ifademi alanlara Ali'ye ne olduğunu sordum. O'nun kaçtığını söylediler."

 

Olayın ardından ailesi ve arkadaşları, 8 Mayıs 1974 tarihinde dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk, Adalet Bakanı Şevket Kazan ve Balıkesir Milletvekillerine çektikleri telgraflarda Ali Kayahan'ın akıbetinin araştırılması talebinde bulundu.

 

İHD Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına açıklamayı okuyan dönemin tanıklarından yazar Mukaddes Erdoğdu Çelik, "Şimdi olduğu gibi 39 yıl önce Ali Kayahan gözaltında kaybedildiğinde de hukuksuzluk devletin bir parçasıydı. Görevlerini hukuka uygun olarak adil ve süratli bir biçimde insan haklarının yanında yer alarak yapması gereken savcılar, kaybedenleri, katledenleri koruyorlardı. Basın gerçekleri değil, devletin görmemizi istediklerini gösteriyordu. Kaybedenler yalanlarına inanıp Ali'yi unuturuz sandılar. Ali'nin izini 39 yıl sürebileceğimizi hesaba katmadılar" diye konuştu.

 

"Sizin sorununuz, kabinemin sorunudur" diyen Başbakan'a seslenen Çelik, "Kayıplar ve 'faili meçhuller' için parlamentonun ve hükümetin destekleyeceği geniş yetkililerle donatılmış bağımsız bir komisyon kurulması talebimizi bizzat size söyledik. Neden bu konuda adım atmıyorsunuz?" diye sordu.

 

"Demagojiyi bırakın, devlet eliyle işlenen suçların, kontrgerilla yapılanmalarının üzerine gidin" diyen Mukaddes Erdoğdu Çelik, açıklamasını şöyle tamamladı: "Bu topraklarda, insan haklarının, hukukun yanında yer alacak savcı yok mu?

 

Hukuku, insan haklarını egemen kılma iradesi gösterecek bir başbakan, parlamento yok mu?

 

İtalya'da olduğu gibi 'gerçekleri istiyoruz' diyecek yüzbinler yok mu?

 

Daha ne bekliyorsunuz, her yerden insan kemikleri çıkıyor.

 

Bu kemikler kime ait? Kaybedilen insanlar nerede?

 

Topraklarımızı toplu mezarlar cehennemine çevirenler nerede?

 

Bunları sorgulamazsak, itiraz etmezsek, hepimiz kötülüğün, zulmün bir parçası olacağız, susmayın, gerçekleri isteyin."

 

Cumartesi eyleminde 23 Şubat 1995 tarihinde gözaltında kaybedilen Murat Yıldız'ın annesi Hanife Yıldız da söz aldı. Geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren kayıp Hayrettin Eren'in babası Kemalettin Eren'i anarak konuşmasına başlayan Hanife Yıldız, şöyle konuştu: "Bir babamız daha gözü açık geçti. 17 senedir buradayız. Bu 17 yıl içinde başka acılar da yaşadık ama kayıp acısının tarifi yoktur. Ben oğlumdan sonra, annemi, ablamı, abimi kaybettim. Bu insanlar son nefesinde bana sordukları şey; oğlandan bir haber var mı? Bizim bugün yüreklerimiz sızlıyor, onların da kemikleri sızlıyor. Onların mezarına gidip de, 'Oğlumdan size haber getirdim' müjdesini veremiyorum. Artık kayıplarımızın kemiklerini de sızlatmayacağız."

 

Kayıp yakını Hanife Yıldız, konuşmasının ardından oğluna yazdığı mektubu okudu. Yıldız'ın okumakta zorlanarak yarım bıraktığı mektup şöyle: "17 yıldır ben sensiz, sen bensiz yaşıyoruz. Biz böyle mi söz verdik birbirimize. Biz hiç ayrılmayacaktık. Zalimler ayırdı bizi. Bir gün kapım çalınacak, 'Anne ben geldim, oğlun Murat' diyeceksin diye çok bekledim. Gelmedin oğlum, gelmedin. Senin gibi çoklarını almışlar zalimler. Kimini kuyuya atmışlar, kimini yakmışlar. İkimizin arasına da denizi koymuşlar. Denizin de kuyusu yok, dibi derin. Gelemedim oğlum, gelemedim. Senelerden Şubat ayını istemiyorum. Doğduğun ayda da sevinemiyorum. Tam 17 yıldır seni kucaklayıp, 'doğum günün kutlu olsun' diyemedim oğul. Öldüğünü de bilmiyorum. Ben senden alacağım bir haber ya da senden verilecek bir parça bekliyorum. Vermediler oğul, vermediler. Şimdi soruyorum insanlara ve bizi duyanlara, burada bizimle oturanlara, zalimlik değil de nedir bu? Zulüm değil de nedir bu?"

 

Yıldız'ın ardından Urfa'da kaybedilen Hüseyin Taşkaya'nın oğlu Şerif Taşkaya söz aldı. Babasının gündüz vakti herkesin gözü önünde gözaltına alındığını belirten Taşkaya, "19 yıldır tek bir haber alamadık. Biz kemiklerine de razı olduk. Ama yok. Bir kayıp yakını olarak her zaman, her an bu acıyı, eksikliği yaşıyoruz" dedi.

 

Babası kaybolduğunda Başbakan koltuğunda Tansu Çiller'in oturduğunu hatırlatan Taşkaya, "Bugün de Başbakan, Erdoğan. Doğal olarak kayıplarımız bulunmadığı için eleştirilerimizi Başbakan Erdoğan'a yöneltiyoruz. Geçen sene Dolmabahçe'ye çağırdı, 'Cumartesi Anneleri'ni dinleyeceğim, yardımcı olacağım' dedi. Ama bırak yardımcı olmayı, bizimle gelen arkadaşlarımızı tutuklattırdı" diye konuştu. Toplu mezarlardan çıkarılan insan kemikleri karşısında medyanın sessizliğini eleştiren kayıp yakını Taşkaya, "Vicdanlı olun, gerçekleri görün ve yazın" dedi. (ANF)