Sevgili Dostlar,

Sevan Nişanyan’ın tüm malvarlığını Nesin Vakfı’na bağışladığını herhalde duymuşsunuzdur.

Bu teşekkür mektubu vesilesiyle size biraz Sevan’ı anlatmak istiyorum. Gazetelere yansıyanlarla anlaşılması mümkün değildir çünkü.

Robert Kolejli Sevan’ın adını ilk gençliğimde duymuştum. Belli bir öğrenci çevresinde zekasından ve engin kültüründen efsane gibi bahsedilirdi. Çok daha sonra, bundan nerdeyse 35 yıl önce, Paris’te tanıştık ilk kez. O zamanlar başımı kitaptan pek kaldırmadığımdan üstümde bir etki bırakmamıştı, ama 10 yıl sonra, aynı bölüğe düştüğümüzde, eşi benzeri olmayan biriyle karşı karşıya olduğumu hemen anlamıştım. Birlikte “orduyu isyana teşvik”ten yargılandık. Gözünü kan bürümüş bir savcı 20 yıl hapsimizi istedi. İnsafsız bir hakim istenen cezayı güle oynaya vermeye hazırdı. Gençtik. Göz göre göre ve durduk yerde hayatımız kararacaktı. Zor günlerdi doğrusu. Ama birbirimizi hiç yalnız bırakmadık. O gün bugün dostuz. En çetin sınavlardan geçmiş bir dostluktur bizimkisi.

Cezaevinden kaçma planlarını anlatırdı bana... Makinalı tüfekli askerlerle çepeçevre çevrilmişiz... 20 yıl kodeste çürüyemezdik, belli ki ceza alacaktık, duruşmaların seyri belliydi, kaçmalıydık, anca beraber kanca beraber, nöbetçilerin bir anlık dalgınlığını fırsat bilip pirrr... İçimden “deli mi ne”, dışımdan da “olur” derdim; hatta mükemmel kaçma planına katkıda bile bulunurdum kuşkulanmasın diye... Olmaz desem o akşam kaçmaya kalkışabilirdi...

Form kazanmak için 2,5 metre uzunluğundaki hücrede her gün saatlerce döne döne koştu. Ben ranzama uzanmış, hayretle kan ter içindeki bu kararlı adamı izlerdim. Para biriktirmek ve nefesini açmak için günde üç paket içtiği sigarayı cezaevinde bıraktı. Ciddiydi yani. Neyse ki aklandık, kolay olmadı ama aklandık. Yoksa bugün delik deşik olmuş cesedimiz kimbilir hangi servinin altında yatıyor olacaktı, çünkü, adım gibi biliyorum, bir geceyarısı beni dürterek uyandırıp “hadi” diyecek ve kaçmaya ikna edecekti.

Bu, Sevan’ın beni ilk öldürme çabasıdır. Son olmadı, daha sonra sık sık denedi!

Hakkari’nin mayın döşenmiş yollarına sürükledi peşinden. Uçurumlarla sona eren işsiz yollara girdik. Girilmesi tehlikeli ve yasak bölgelerde kim vurduya gideceğiz, son sözlerim “ah yandım!” olacak diye kaç kez yüreğim ağzıma geldi. Ama yiğitliğe krem sürdürmedim. Ne o? Sevan taş üstünde taş bırakılmamış bir kilise görecek...

Bir başka gün iki çocuğumu birden alıp Ege dağlarında küçük bir kır gezintisine çıktı. Şafağın sökmesine az kalmıştı çocuklarımı yeniden bağrıma bastığımda... Devasa kayayı aşamayan külüstür Kartal’ı kayanın tepesinde bırakıp dağın öbür tarafına yürüyerek inmişler... Hangi güzergâhı seçmişlerse...

En kötü mevsimde Kaçkar dağlarını ayağımızda makosenlerle aşmaya kalktık. Keçilerin bile “anneee” diye bağırıp kaçacakları daracık patikalardan geçtik, derinlikten gökyüzü mavisine çalan yarları tırnak gücüyle aştık. Tam bir çılgınlık! İlk kez orada onu yalnız bıraktım. İkna etmesine fırsat tanımadan, görünürde yokken sıvıştım. Hala daha utanırım, ama el insaf, bir günde bir insan kaç kez ölüm tehlikesi atlatmaya tahammül edebilir ki? O ise anlaşılan Azrail’le benden daha samimiydi.

Gürcistan iç savaşının tam göbeğinde bulmuştur kendini. Bu maceradan birkaç yıl önce Sri Lanka hapishanelerinde yatmışlığı vardır. Peru dağlarındaki akıllara durgunluk veren maceraları başlı başına bir hikayedir. Daha neler neler... Allah’ın sevgili kulu olmalı ki hala hayatta.

Ancak çizgi roman kahramanlarının böyle bir yaşamı olabilir; o da ancak üçü beşi bir araya gelirse!

Acaba bu satırlar nasıl bir vakayla karşı karşıya olduğumuzu yeterince anlatabildi mi? Sevan değerlendirilirken ya da yargılanırken harcıalem kriterler bir yana bırakılmalı.

Dostluğumuzun kavgasız gürültüsüz geçtiği sanılmasın. Birbirimizin gözünü oymamıza ramak kaldığı anlar oldu!

Bu arada, kavgada acımasızdır, söyleyeyim. Haklı olduğuna inanmayagörsün, karşılaştığı her türlü direnç onu daha da azdırır. Bu gibi durumlarda hiç ses çıkarmayın, ortalıkta görünmeyin, tepki göstermeyin. Bir zaman sonra yelkenleri suya indirecek ve cüssesine tezat bir zerafetle yanıbaşınızda beliriverecektir. Yaramaz bakışlarına dayanamayp kucaklaşırsınız.

Tanıştığımızda siyasi düşüncelerimiz birbirine zıttı. Beni etkilemediğini söylemek yalanların en büyüğü olur. Ama bugüne dek ne o benim düşüncelerimi temelden değiştirebildi ne de ben onun. Tam tersine her ikimiz de daha uç noktalara vardık. Düşünce ayrılığından düşmanlık değil, zenginlikler doğdu. Şu ironiye bakın ki varımızı yoğumuzu Nesin Vakfı’na verdiğimizden şu an itibarıyla ikimiz de züğürtüz!

Tüyler ürpertici düşüncelerini duyduğumda hiç karşı çıkmam, en iyi yaptığım işi yaparım: Dinlemek. Bakalım nasıl savunacak, işin içinden nasıl sıyrılacak diye merakla beklerim. Neyi savunduğundan çok, neyi nasıl savunduğu önemlidir.

Şunu da ekleyeyim, gün gelir gerekir: Sevan’a karşı haklı çıkmanın tek bir yolu vardır, baktığı bakış açısını reddetmek. Çünkü Sevan, yakaladığı bakış açısının sonuçlarına acımasızca katlanır ve tek bir mantık hatası yapmadan, eşsiz bir belagatla sizi peşinden sürükler. Çocukluğunuzdan beri inandığınız değerlerin gözünüzün önünde lime lime edildiğine tanık olursunuz. Sessiz sedasız yol alırken kayalarda parçalanan bir dalgaya benzersiniz, daha Türkçesiyle eşek tepmişe dönersiniz.

Olumsuz her türlü durumu lehine çevirme konusunda üstüne yoktur. Örnek: Jandarmalar eşliğinde hapse giderken yolda beni aradı. Durumu anlattı. Çok üzüldüm tabii. “Merak etme, dedi, hapisten çıktığımda iyi ki hapse girmişim diyeceğim”. Aynen dediği gibi oldu. Türkçenin etimolojisi üzerine muhteşem bir eser ortaya çıktı.

Sevan’ın şu anda Nesin Vakfı’na ait olan Şirince’deki eserleri üzerine bir iki satır illa ki gerekiyor.

Şirince günün birinde sit alanı ilan edildi ve akabindeki 27 yıl boyunca koyun imar planı yapılamadı. Çivi çakılmıyordu. Mecazi anlamda eğil, gerçek anlamda çivi çakılmıyordu. Kimileri yasaların yaşama değil, tam tersine yaşamın yasalara uyacağını sanıyor! Akılsızlığın dik alası, halkı yok saymanın had safhası. Herkes gizli saklı ve korka çekine tadilat ve kaçak inşaat yaparken, Sevan bunu alenen, göstere göstere yaptı. Vatandaşa zulmeden bir yönetimi tanımıyorum ve bunu da cümle aleme ilan ediyorum dedi. Üstüne üstlük bir de “Hodri Meydan Kulesi” dikti!

Ta ilk gençliklerinden beri bozuk düzeni yıkmaya çalışanların istisnasız hepsinin Sevan’ı kutlayacağını ve hatta kahraman mertebesine yükselteceğini zannedersiniz değil mi? Hayır, öyle olmadı. Meğer bozuk düzeni yıkmak bazıları için soyut bir kavrammiş; bir tür meze diyelim! Bozuk düzen bugüne dek yıkılmadığından tahmin etmeliydik!

Sevan’ın yarattığı yerler, “oldum de cennete mi geldim” dedirtecek güzelliktedir. Meleklerle huriler nerde kaldı diye sağınıza solunuza baktırır. Oysa yaptığı şey son derece basittir: Doğanın eksiklerini tamamlar! Aklınız başınıza geldiğinde, ben niye bunu düşünemedim, benim neyim eksik diye kendi kendinizi yersiniz.

Şu an itibarıyla Nesin Vakfı dünya çapında eşsiz bir güzelliğin sahibidir. Bu yükün altından nasıl kalkacağız bilmiyorum. Sevan’ın özgürlüğü anlaşılan bizim esaretimiz!

Keşke bu güzelliğe bu kadar kolay konmasaydık, keşke bizim de bir katkımız olsaydı...

Borcumuz olsun. Nesin Vakfı çocukları bu güzelliği idrak edecek ve yaratacak kapasitede yetiştirilecektir.

Sadece Nesin Vakfı’nın şimdiki ve gelecek nesilleri adına değil, (bu hakkı kimseye sormadan alarak) insanlık adına da Sevan’a teşekkür ederim.

Ali Nesin

1 Mart 2011

nesinvakfı.org