Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Veliyettin Hürrem Ulusoy, 30 Eylül günü Hükümetin açıkladığı Demokratikleşme Paketi hakkında değerlendirme yayınladı. Nevşehir Üniversitesi'ne Hacı Bektaş-ı Veli ismi verilmesini "Paketten Alevi-Bektaşilere bir 'tabela' çıktı diye değerlendiren Ulusoy şöyle devam etti:

“Yine de paket Alevi, Bektaşi, Kızılbaş toplumun ağzına bir parmak bal çalıyor ve Nevşehir’deki üniversiteye “Hacı Bektaş-ı Veli” adını vereceklerini belirtiyor. İçinde bir parça iyi niyet taşıyan bir hükümet, isim gibi yüzeysel bir konuda adım atacaksa, ilk yapması gereken, İstanbul’da yapılan üçüncü köprüye, Yavuz Sultan Selim ismini vermekten vaz geçmek olurdu.

Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Veliyettin Hürrem Ulusoy’un Demokratikleşme Paketi hakkındaki değerlendirmesi şöyle:

PAKETTEN ALEVİ-BEKTAŞİLERE BİR “TABELA” ÇIKTI

Başbakan, uzun süren bir beklenti yaratma çalışmasının ardından, seçme basın mensuplarının katıldığı, ama onların bile soru sormasına izin vermediği bir basın toplantısıyla adına “demokratikleşme paketi” dediği bir açıklama yaptı.

Bu paket, AKP hükümetinin artık seçim dönemine girdiğini, bu dönemde yeni bir Anayasa yapmaktan vaz geçtiğini açıklamasıdır. Bizim içinse laik-demokratik bir anayasa konusunda umutlarımızın bir kez daha belirsiz bir geleceği ertelendiğinin açıklanmasıdır.

Bilindiği gibi içinde yaşadığımız düzen, adına “demokrasi” denilen, ama içinden bir türlü çıkamadığımız 12 Eylül rejiminin devamı mahiyetinde olan; en temel demokratik hakların ve insan haklarının hâlâ kısıtlı olduğu; ırkçı ve milliyetçi görüşlerle, resmi devlet Sünniliğini esas alan dinci görüşlerle her yanının sarmalanmış olduğu bir baskı rejimidir. Bunun değişmesi gerektiği açıktır.

Gerçekten demokrasi, Türkiye toplumunda geniş kesimlerin istemidir. Ama açıktır ki bu istemin gerçekleşmesi, Türkiye devletinde köklü değişiklikleri gerektirir. En başta, Osmanlı artığı merkezi idare sisteminin, modern demokrasilerin ayrılmaz bir özelliği olan yerinden yönetim sistemi ile değiştirilmesini gerektirir. Seçim sistemi ve siyasi partiler üzerindeki tek partici, tek adamcı keyfiliklere yol veren uygulamaların değişmesini gerektirir. Dinin devlet işlerine karışmasını ve devletin din işlerine karışmasını ortadan kaldıran laikliği gerektirir. Hukukun üstün kılınmasını gerektirir. Basın özgürlüğünün sağlanmasını gerektirir.

Tabii böyle köklü değişiklikler için iktidarda kararlı ve güçlü bir siyasi iradenin oluşması şarttır. Demokratikleşme adını ağzından düşürmeyen AKP hükümetinde böyle bir siyasi irade hiç olmamıştır.

Hükümet yeni Anayasa tartışmasını sona erdirerek bu konuda gerekli adımları atmaktan vazgeçmiştir, ama yine de hükümetin, bir “demokratikleşme paketi”ni gündeme getirmesi iyi bir adım olarak görülebilir. Ama paketin içindekilere bakınca bu iyimserlik de uçup gitmektedir.

On yılı aşkın süredir iktidarda bulunan bu partinin bu konuda verdiği sözleri ve işlerini hatırlayalım:

  • İktidara ilk geldiği yıllarda AKP hükümeti, Avrupa Birliği üyeliği için zorunlu kılınan Kopenhag Kriterlerini benimsediğini, hatta AB üyeliği konusunda bir ilerleme olmasa bile bu kriterlerin adına “Ankara Kriterleri” deyip, demokratikleşmeye devam edeceğini söylemişti. Aradan geçen süre içinde bu sözler unutuldu gitti.
  • Yine aradan geçen sürede yapılacağı söylenen bir dizi “açılımın” içinde adına “Alevi Açılımı” dedikleri bir girişim başlatmıştı. Bilindiği gibi orada verdikleri sözler de unutuldu, gitti.

İktidardaki partiyi tanıdığı ve bu gelişme tarihini yakinen bildiği için Alevi-Bektaşi toplumunun bu “demokratikleşme paketi”nden de fazla bir umudu yoktu. Açıklanan paket her yönüyle beklediğimiz gibi oldu. En temel ve demokrasi için zorunlu konulara dokunmayan, AKP hükümetinin bir dahaki seçimlerde oy tabanını korumaya yönelik bir paket ortaya çıktı.

“KÜRT OYLARINA GÖZ DİKTİĞİ BELLİ”

Hükümetin özellikle Kürt oylarına göz diktiği bellidir. Hükümet, Kürtçe alfabe yasağını hafifleten, anadilde eğitim konusunda özel sektöre serbestlik getiren bazı önlemler alacağını duyurdu. Kaç yıldır Kürtçe TV’ler yayında, kurslara da izin vardı, üniversitede bölüm de kurulmuştu. Kürt halkının temel beklentilerinden biri resmi devlet okullarında anadillerinde eğitim görmekti. Bu en temel hak bir kez daha görmezden gelindi.

“İSİM KONUSUNDA ADIM ATACAKSA…”

Hükümet, Alevi-Bektaşilerden oy alamayacağını bildiği için Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumun istemlerine kulaklarını tümden tıkamayı tercih etti. Alevi istemlerini dikkate ve ciddiye almayan bir paket ortaya çıktı.

Yine de paket Alevi, Bektaşi, Kızılbaş toplumun ağzına bir parmak bal çalıyor ve Nevşehir’deki üniversiteye “Hacı Bektaş-ı Veli” adını vereceklerini belirtiyor. Belli ki Hükümet, Hacı Bektaş’ın adını bile Sünni çarpıtmaya uygun biçimde kullanmayı tercih ediyor.

İçinde bir parça iyi niyet taşıyan bir hükümet, isim gibi yüzeysel bir konuda adım atacaksa, ilk yapması gereken, İstanbul’da yapılan üçüncü köprüye, Yavuz Sultan Selim ismini vermekten vaz geçmek olurdu. Hayır, hükümet bu paketle Alevi-Bektaşi karşıtlığında, “durmak yok yola devam” kuralına uygun biçimde ilerleyeceğini açıklıyor.

Pakete göre, “Dini inancın gereğinin getirilmesini engellemek” suç sayılacakmış. Paketin bütünü Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun inançlarını yok sayıyor, halkın inançlarının gereğini yerine getirmesini engelliyor. Ama bunun suçunu da Alevi toplumuna atıyorlar. Paketin açıklanmasının ardından yükselen tepkilere karşı “siyaset dedikodusu” düzeyinde basına sızdırılan açıklamalara göre, “Aleviler birlik olmadığı için” bu pakette Alevilerin istemleri ele alınmamışmış!

Cemevi ibadethane değildir diyen bir tek Alevi-Bektaşi-Kızılbaş bile yok. Cemevi konusunda böyle yekpare bir birlik varken, neden hükümet bu konuda bir adım atamıyormuş?

Neden hükümet, tüm Alevi-Bektaşi toplumunun ve tüm demokratların üzerinde birlik olduğu zorunlu din dersinin kaldırılması konusunda adım atamıyormuş? Uluslararası mahkemelerde insan haklarına aykırılığı karara bağlanmış olan, çocukların kafasına resmi devlet Sünniliği sokmayı amaçlayan “zorunlu din derslerini” kaldır denince, akla gelen kurnazlıkların sonu var mı?

Hükümet ve devlet kurumları Alevi-Bektaşiliği, Kızılbaşlığı, resmi devlet Sünniliğinin bakış açısıyla tanımlamakta ısrarcıdır. Bu bakış açısı, ayrımcı uygulamaların devam etmesi demektir. Tüm dini azınlıklar gibi bu ayrımcı yaklaşımlar toplumumuzu derinden etkilemektedir.

Bu anlayış ve uygulamaların modern demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ile hiçbir ilgisi yoktur. Tam tersine, bu anlayış ve uygulamalar başta devlet memurları olmak üzere geniş bir toplum kesimini uluslararası hukukta suç sayılan şeyleri normalmiş gibi yapmaya yönlendirmektedir, insanları insanlıktan çıkartmaktadır.

İstanbul’daki ve diğer kentlerdeki son olaylar, en temel demokratik gösteri hakkının nasıl kısıtlandığını, toplumsal muhalefetin nasıl orantısız baskı ve zulümle bastırılmaya çalışıldığını göstermiştir. Hem de onca genç kardeşimizin hayatını yitirmesi, yaralanması ve mahkemelerde süründürülmesi gibi nice acı olaylarla ortaya sermiştir.

Bugüne dek bu baskı ve zulmü uygulayan devlet görevlilerine karşı açılan göstermelik soruşturmalardan hiçbir sonuç çıkmaması tesadüf değildir. Bu yönetim, boyun eğip, yalan söyleyemeyen, sıdkı bütün Bezm-î Âlem Valide Sultan Camiinin imamını ve müezzinini bile sürecek kadar gözlerini karartmıştır.

Hükümetin çeşitli yetkililerinin de içinde olduğu siyasilerden ve bazı devlet memurlarından duymaya alıştığımız, “Ermeni, Kürt, Rum, Çingene, Kızılbaş, Alevi, Dinsiz” sözcükleriyle başlayan asılsız suçlamaları ve aşağılamaları da içermesi gereken “nefret suçları” konusunda cezalar ağırlaştırılacakmış.

Bunun da demokratikleşmeye mi yarayacağını yoksa toplumsal muhalefete karşı yeni bir silah haline mi geleceğini hep birlikte görürüz. (Demokrat Haber)