Fatma Bostan Ünsal, idamın siyasi kan davalarına neden olduğunu belirterek “Böylesi kan davalarının açılmasına ve sürdürülmesine engel olmak bizim görevimizdir” diye konuştu.

Avukatları olarak Gültan Kışanak ve Selahattin Demirtaş’ı hapishanede görüşe gittiğini söyleyen Avukat Ercan Kanar da, Kışanak’ın kendisine mecliste AKP’liler tarafından  ‘Sri Lanka’da nasıl olduysa burada da barışı sağlayacağız’ dediklerini anlattığını aktardı.

10 Aralık İnsan Hakları Günü'nde İstanbul Kadıköy’de Türkiye'de yeniden gündeme gelen “idam” konusu tartışıldı.

Moderatörlüğünü Demokrat Haber’den Mehmet Göcekli’nin yaptığı toplantıda İHD ve sol çevrelerden gelen insan hakları savunucusu Avukat Ercan Kanar ile Mazlumder ve mütedeyyin kesimler içinde insan hakları savunuculuğu yapan Öğretim Görevlisi Fatma Bostan Ünsal konuştu.



“TÜRKİYE’DE İDAM” YASALAŞABİLİR Mİ?

“Erdoğan’ın politikaları sayesinde yeni hak taleplerini gündeme getirmek gerekirken, idamı tartışır konuma geldik” diye söze başlayan Avukat Ercan Kanar, “Yaşam hakkı üzerinde tasarruf asla devletin elinde olamaz. Devletlere karşı savunulması, korunması gereken bir haktır yaşam hakkı. Ölüm cezası aynı zamanda insan onuruna bir saldırıdır” diye konuştu.

Ercan Kanar kendisi İHD yöneticisiyken Recep Tayyip Erdoğan’ın da Erbakan’ın partisinin il başkanı olduğunu, insan hakları haftasında bir-iki panelde birlikte konuşmacı olduklarını anlatarak, “Kürt meselesini anlattığımda federasyon bile tartışılmalı diyebiliyordu ama ölüm cezasına o zaman da olumlu bakan biriydi” dedi.

İktidarın idam yanlısı beyanlarının tüm bağlayıcı sözleşmelerin çiğnenmesi olacağını ifade eden Ercan Kanar, Dünya’da 56 ülkede idamın devam ettiğini, 141 ülkede ise ölüm cezasının uygulanmadığını belirterek şöyle devam etti:

“İdam tartışmalarını gündeme getirmek, hele mecliste yasalaştırmaya çalışmak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AHİS’e ek 6 ve 13 nolu protokollerin çiğnenmesi anlamına geldiği gibi ‘BM Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin de tamamen rafa kaldırılması anlamına gelecek.

Türkiye, ‘hiç kimsenin ölüm cezasının infaz edilmemesi, devletlerin ölüm cezasını tümden kaldırması gerektiği’ni düzenleyen ‘Kişisel ve Siyasal haklar Uluslararası Sözleşmesi’ne ek 2 nolu seçmeli protokolü de 2005’te kabul etmişti. Türkiye ayrıca BM’de 2014’te kabul edilen ‘Tüm Dünya’da Ölüm Cezalarının Kaldırılmasına İlişkin Karar’a ortak sunucu olarak katılmış, yine ‘Uluslararası Ölüm Cezasına Karşı Komisyon’a da üye olmuştu. İdam cezasının tartışmaya açılması tüm bu ulusalüstü taahhütlerin inkarı ve tekzibi anlamına gelmekte”.

Amerika’da akademik çalışmaların her 25 ölüm cezasından birinin adli hata sonucu olduğunu gösterdiğini söyleyen Kanar, “1953’te İngiltere’deki ‘Ölüm Cezasına İlişkin Kraliyet Komisyonu Raporu’ da ölüm cezasının suçları daha da artırdığını, ölüm cezasının kaldırılmasının ise suçlarda artış sağlamadığını saptamıştır. Ölüm cezasını 18. yüzyılın ikinci yarısında kaldırmış olan Belçika, Norveç, Hollanda hükümet raporları da bu saptamayı doğrulamıştır” diye konuştu.



“ABD 38 EYALETTE KALDIRDI”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sık sık “ABD de var” dediğini hatırlatan Ercan Kanar, ABD'nin 38 eyalette ölüm cezasını kaldırıldığını söyledi.

Erdoğan’ın “Fransa'da da OHAL var” sözlerini de eleştiren Ercan kanar, “Fransa’da kararnamelerle idare yok. 30 günlük gözaltı yok, en fazla 4 gün. Radyo, televizyon kapatma, mala mülke el koyma yok. Fransa'daki OHAL ile Türkiye'de OHAL'in hiçbir benzerliği yok” diye konuştu.

“Türkiye'de cumhuriyet tarihi idamlar tarihidir aynı zamanda” diyen Ercan Kanar 10 bin civarında idam uygulaması olduğunu ifade etti.

İdamın vahşi ve onur kırıcı bir ceza olduğunu savunan Ercan Kanar “Hangi usul ve yöntemle yapılırsa yapılsın vahşi bir uygulama. Devletin katil devlet olmasıdır ölüm cezasının uygulanması” dedi.

“AKP’LİLER ‘SRİ LANKA’DA NASIL OLDUYSA BURADA DA BARIŞI SAĞLAYACAĞIZ’ DEMİŞ”

İdamın görünürde 15 Temmuz darbe girişimi ve ‘FETÖ’ nedeniyle gündeme getirildiğini, oysa asıl amacın Kürtlere yönelik Sri Lanka politikalarını sürdürmek olduğunu savunan Ercan Kanar, Oslo görüşmeleri kesildikten sonra AKP yöneticilerinin idam tartışmalarını dillendirmeye başladığı söyledi.

Avukatları olarak Gültan Kışanak ve Selahattin Demirtaş’ı hapishanede görüşe gittiğini anlatan Ercan Kanar şöyle devam etti:

“Kışanak bir gün önce mecliste tanık olarak dinleniyor ve orada sanık gibi sorgulamışlar. ‘Barış olmalı’ deyince AKP yöneticileri ‘Sri Lanka’da nasıl olduysa burada da barışı sağlayacağız’ demiş. Ertesi gün de tutuklandı. Bahçeli’ye ‘Aylar önce hırsız diyordun şimdi nasıl ortaklık yapıyorsun’ diyen Demirtaş’a Cumhurbaşkanı’na hakaret suçlamasıyla soruşturma açılmış. Oysa “hırsız” diyen Bahçeli, Demirtaş sadece o sözü hatırlatıyor. Sri Lanka politikalarını devam ettirmek için ölüm cezalarına ihtiyacı var Erdoğan’ın. ‘Tecavüzcüler için’ diye savunuyorlar fakat idam cezaları tarih boyunca en fazla siyasilere uygulanmıştır. Muhaliflere, Kürtlere ve sol muhaliflere uygulanmıştır. İdam cezası tekrar getirilirse özel güvenlik bölgelerinde işlenen insanlık suçları idam cellatlığıyla tamamlanmış olacak. Ama idam yasalaşırsa en büyük risk Erdoğan başta olmak üzere bugünkü yöneticiler için olur. Tabii eğer onların idamı gündeme gelirse biz yine buna karşı çıkarız.”

“Eğer toplumsal uyanıklık olmazsa idamı getirebilirler” diyen Ercan Kanar, toplumsal uyanıklığı artırmak gerektiği belirterek sözlerini şöyle tamamladı:

“Victor Hugo ‘suç vicdan azabı ile ödenir, balta ya da kementle değil’ demişti. Ünlü hukukçu Meccaci de ‘Herhalde ölüm cezası ahlak örneği vermez, tersine halkın ahlakını tahrip eder. Vahşeti ve kana susamayı tahrik eder, intikam duygusunu besler’ diyordu.”

“SİYASİ KAN DAVALARININ AÇILMASINA ENGEL OLMAK GÖREVİMİZ”

Konuşmasına siyasi idam cezalarının aslında siyasi kan davaları açılmasına ve devam etmesine sebep olduğunu ifade ederek başlayan Fatma Bostan Ünsal “Böylesi kan davalarının açılmasına ve sürdürülmesine engel olmak bizim görevimizdir” diye konuştu.

“Dünya tarihi 2500 yıldır ölüm cezası ve kalabalıkların yanlış kararını bize hatırlatıyor. Bunun en bilinen örneği M.Ö. 399 yılında peşin kabulleri sorgulayan sorular sorduğu için gençliğin imanını zayıflattığı gerekçesiyle suçlanan Socrat’ın Beşyüzler Meclisi tarafından yargılanması ve ölüm cezasına mahkum edilmesidir” diyen Fatma Bostan Ünsal “Bu örneğin 2500 yıldır insanlara hatırlattığı husus ölüm cezası gibi geriye dönüşü olmayan bir cezanın nasıl haksızca kalabalıklar tarafından verilebileceğidir” diye devam etti.

“Türkiye tarihine baktığımızda ise her kesimden insanın az sayıda anlaşabileceği hususlardan biri idam karşıtlığı olabilir. Önce 1925 yılında Şeyth Sait’in idamı, 1926 yılında İskilipli Atıf ve Şalcı Bacı’nın şapka kanununa muhalefet nedeniyle idam edilmeleri, 1937 yılında Seyit Rıza’nın, 27 Mayıs darbesinden sonra Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun, 1972’de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamlarının bize gösterdiği gibi Türkiye’deki hemen her kesim bu idamlar nedeniyle yaralanmıştır. Özellikle Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına verilen ölüm cezasına yönelik “üçe karşı üç” ifadesinin bize gösterdiği gibi Adnan Menderes ve iki arkadaşının idamının öcünü almak üzere takdim edilmesi siyasi idamların siyasi kan davasına yol açmasının bir ifadesidir” diyen Fatma Bostan Ünsal, aslında idam karşıtlığının tüm toplumu bir araya getirmesi gerektiğini, çünkü geçmişte soldan İslami kesimlere, Alevilerden Kürtlere kadar toplumun tüm kesimlerinin idam acısına maruz bırakıldığını ifade etti.

Ayrıca Ünsal, bu idamların ardından çok kısa süre sonra konunun ciddi olarak tartışıldığını ve bazen devlet eliyle veya toplumun büyük kesimleri tarafından itibarların iade edildiğini dile getirerek idam cezalarına karşı büyük pişmanlıkların görülmesinin bu cezaya karşı halkın müteyakkız olması gerektiğini hatırlattı.

Bazı kesimlerce, ölüm cezasının kaldırılmış olmasının Avrupa’ya verilmiş bir taviz gibi görüldüğünü hatırlatan Fatma Bostan Ünsal, yasalarda olduğu halde 1984’ten sonra uzun yıllar uygulanmamış olmasına dikkat çekerek, Avrupa için değil kendimiz için idam istemediğimizi anlattı.

İdam cezasın İslam’da yeri olduğunu iddia ederek yeniden getirilmesi gerektiğini savunanlara yönelik olarak bu cezanın genellikle siyasiler için siyasiler tarafından kullanıldığını ve siyasi kan davalarına yol açmasına sebep olabileceğini belirten Fatma Bostan Ünsal, İslam hukuku için de önemli bir meşruiyet kaynağı olan “kamu yararı”nın idam cezasında da bulunmaması nedeniyle dini meşruiyetinin olmayabileceğini iddia etti.

Fatma Bostan Ünsal,  önemli olanın ceza olmadığını ve İslam Hukukunda yer alan “afv” gibi hususların da bu tartışmalarda hiç gündeme gelmemesinin ve sadece ceza üzerine bir vurgunun çok yüzeysel bir İslam Hukuku anlayışına sebep olduğunu ifade etti.

Ayrıca idam cezası infaz edildikten sonra aslında kişinin masum olduğunun anlaşıldığı pek çok durumun olduğuna dikkat çekerek “Bir gemi insan suçlu olsa içlerinde bir tek kişi masum ise o masumun hatırına o gemiye dokunulamaz” şeklindeki İslami ve modern hukuk kuralına referans vererek bu açıdan da idam cezalarından kaçınılması gerektiğini belirtti.



“İDAM GİBİ TEHLİKELİ BİR ALET DEVLETİN ELİNE VERİLMEMELİ”

1980 askeri darbesinden sonra 16 yaşındaki Erdal Eren’in yaşının büyütülerek idam edildiğini ve buna yönelik üzüntülerin çeşitli kesimlerden sonra en son Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından da dile getirildiğini hatırlatan Ünsal, idam gibi tehlikeli bir silahı devletin eline vermenin sonuçlarına dikkat çekti.

Yakın dönemde idamların nasıl siyasi kan davalarına yol açtığı ve devam ettirildiğinin güncel örneği olarak Bangladeş’teki idamlara dikkatleri çeken Ünsal şunları söyledi:

“Bangladeş’te 2013 yılından itibaren Cemaat-i İslami üyelerinin kıdemli üyelerine yönelik idamlar söz konusu. 1971 yılında Doğu Pakistan’ın Pakistan’dan ayrılması ve Bangladeş’in kurulması sürecindeki iç savaşta 3 milyondan fazla insanın hayatını kaybetmesinin ardından 1971’de iktidara gelen Muciburrahman 1975’te askeri darbeyle devrilince kızı (şimdiki başbakan Hasina) ve kız kardeşi hariç, kendisi ve bütün ailesi katledilmişti. Aradan neredeyse elli yıl geçtikten sonra bugün Hasina’nın başbakanlığındaki hükümet iç savaş sırasında Pakistan’dan ayrılmayı doğru bulmamakla birlikte Pakistan’ın şiddet uygulamasına da karşı çıkmış olan Cemaat-i İslami üyelerine karşı idam cezasına hükmediyor. Herhangi bir şiddet olayına karışmamış, önemli siyasi görevlerde de bulunmuş olan bu kıdemli ve uluslararası saygınlığı olan insanların idamına karşı evrensel bir teyakkuz olmasına, hem Bangladeş’te hem de İslam dünyasında bu insanlar “şehit” olarak değerlendirilmesine rağmen Bangladeş infazlara devam etmiştir. “

Bu çerçevede Ünsal, en son 2016 Mayıs ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Cemaati İslami lideri Motiur Rahman Nizami'nin idamını kınayan konuşmasını okudu: “Bangladeş'te 75 yaşında bir mücahide, hiçbir dünyevi günahı olduğuna inanmadığımız insana idam kararı veren zihniyeti lanetliyorum. Her türlü girişimde bulunmuş olmamıza rağmen burada kinin, nefretin bu denli yaygınlaşmasını ve şu ana kadar bu tür idamları yapan bir anlayışı ben ne demokratik bir anlayış, ne de adil bir yönetim olarak görüyorum.”

Ünsal, Bangladeş tecrübesinden hareket ederek de idamların siyasi kan davalarının başlamasına ve devam ettirmesine yol açtığını ifade ederek “Bangladeş örneğindeki gibi birinin şehit dediğine birileri vatan haini derse halk nasıl bir toplum olacak, nasıl ortak müreffehe inanacak, kader birliği yapacaktır?” sorusunu sordu. Benzer şekilde Türkiye’de de siyasi kan davalarını arttırma ve devam ettirme tehlikesi nedeniyle idam cezasından kaçınılması gerektiğini ifade ederek böyle tehlikeli bir aletin devletin eline verilmemesi gerektiğini söyledi.

(Müjgan Yağmur - Özlem Sevgi / Demokrat Haber)