Madımak Katliamı’ndan yaralı kurtulan Aziz Nesin’in oğlu Ahmet Nesin,” Madımak Türkiye’nin yüz karalarından biridir. Çorum’daki, Madımak’taki zihniyet ile bugünkü zihniyet aynı: Şuan yaşadıklarımız Madımak’ın devamıdır” dedi.

Özgür Gündem’in başlattığı ‘Nöbetçi Yayın Yönetmeni’ kampanyasına katıldığı ve örgüt propagandası yaptığı gerekçesiyle 20 Haziran’da tutuklanan ve dün tahliye olan Ahmet Nesin, 33 aydın ve sanatçının katledildiği 2 Temmuz 1993 Madımak Katliamı’nın 23. yılında T24’ten Rabia Çetin’e değerlendirmelerde bulundu.

Ahmet Nesin, 33 aydın ve sanatçının yakılarak öldürüldüğü babası Aziz Nesin’in de yaralı kurtulduğu Madımak Katliamı’na ilişkin, “Çorum’daki, Madımak’taki zihniyet ile bugünkü zihniyet aynı. Şuan yaşadıklarımız Madımak’ın devamıdır” ifadelerini kullandı.

Nesin, “Umarım Türkiye,  kendi aydınlarını yok sayan, küçümseyen bir ülke olmaktan çıkar. Ülkenin barışa kavuşması için kendi aydınlarını anlamaya ve kulak vermeye ihtiyacı var. Dünyada hiçbir ülke aydınlarını yok sayarak barışa gidememiştir” dedi.

Nesin sözlerini şöyle sürdürdü:

“Haydi dediklerin bu tür olayların yaşanmaması insanları heykelleri ‘Allah Allah’ diye yakmaya gitmemesi için kitap okuyan, kültürle ilgilenen bunları kendine dert edinen bir toplum olmak zorundayız. Çünkü Sivas’taki, Çorum’daki Madımak’taki zihniyet bugün de devam ediyor. Bunun değişmesi lazım”

MADIMAK’TA NE OLDU?

23 yıl önce 2 Temmuz'da 33 sanatçı, yazar, 2 otel görevlisi ve 2 saldırgan olmak üzere 37 kişi Sivas'ta Madımak Otelde çıkarılan yangında öldüler. 33 aydın Pir Sultan Abdal şenlikleri için Sivas'taydı. Yangında 14’ü polis, 65 kişi yaralandı, 40 kişi ise yara almadan kurtuldu.

Madımak’tan kurtulan Aziz Nesin’in anlatımıyla o gün yaşananlar şöyle:

“Tarihler 1 Temmuz 1993 idi. 4. Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas'taydık. Daha şehre gelmeden, özellikle benim hakkımda bildiriler yayınlanmaya başlanmış, hedef gösterilmiştim. İlk günden itibaren gerginlik had safhadaydı. 2 Temmuz günü ise yerel gazetelerde kullanılan sözler, bir nevi olacakların habercisiydi.

Sürekli camianın tahriklere kapıldığını söylüyordu. Tahrik olabilirler, bunda sıkıntı yoktu. Ancak tahrik olan dövmez, öldürmezdi. Duyarlılık öldürmek değildir arkadaş.

Bu tartışmadan sonra apar topar otele geçtim. Zaten gün içerisinde gerginlik şehrin belli yerlerinde iyiden iyiye tırmanmıştı. Akşam saat 5 sularında ise gözü dönmüş kalabalık Madımak Oteli'nin önündeydi. Dışarı ile iletişimimizi sağlayan tek araç telefondu artık. Erdal İnönü arandı ve ona ''Erdal Bey sanırım dışarıdaki sloganları ve camlarda patlayan taş sesleri size kadar ulaşıyor olmalı dedim.'' gereken önlemin alınacağını söyleyip, azalan umutlarımızı biraz olsun tazelemişti.

‘TİYATRO DEĞİL, KATLİAM’

Ancak kalabalığın öfkesi dinmiyor, güruhu sakinleştirmek adına konuşan belediye başkanı ne kadar reddetse de 'gazamız mübarek olsun' sözüyle adeta çığırtkanlık yapıyordu. Bundan sonra olacaklar kitle psikolojisinin sonuçlarıydı. 'Cumhuriyet Sivas'ta kuruldu, Sivas'ta yıkılacak' , 'Laiklere ölüm' , 'Yaşasın şeriat' ve 'Sivas Aziz'e mezar olacak' sloganları, aslında hedefin sadece ben olmadığını anlatmaya çalışıyor gibiydi.

Önce yağmalama sonra ise 'yakın ulan yakın' sesleri ve tekbirlerle çevredeki araçlar ateşe verilmişti. Ateşin kızıllığı, dumanın siyahlığıyla birleşip çevremizi sarmıştı. Bu kaçıncı öldürülüşüm bilmiyorum fakat ölüme en yakın olduğum anı artık görebiliyordum.

Odamda Lütfi Kaleli ile birlikte çaresiz bir bekleyiş içerisindeyken, aşağı taraftan korkunç çığlıklar gelmeye başladı. Bağırıldı, yardım istendi ve sonra sesler sustu. Artık sıra bendeydi. Kesin olarak ölüme hazırdım. Hatta Lütfi Kaleli birkaç kez 'ölüyoruz abi' dedi. Dedim ölüyoruz, öleceğiz. Başka çare yok.

Sonra dönüp Lütfi'ye ''Sayın Kaleli beni şu yatağa yatır, bu güruha kötü bir ceset vermek istemiyorum. Korkarak ölen bir adam gibi görünmeyeyim. Köşeye büzüşmüş bir adam gibi ölmeyeyim.'' dedim.

Sonrasında Lütfi'nin önerisiyle camlara doğru koştuk ve yardım istemeye başladık. O sırada otelin önüne yaklaşan bir itfaiye bizi kurtarmak için yeltendi.

İtfaiye merdivenlerinden inerken, sonradan Refah Partisi Meclis üyesi olduğunu öğrendiğim Cafer Özçakmak 'Asıl öldürülecek hayvan burada' dedi ve tam kurtuluyorum derken artık Sırat Köprüsü'nde gibiydim. Devam etsem linç, geri dönsem cehennem vardı. Yere düştüm, tekme ve yumruklarla vurmaya başladılar. Sonrasında polis arabasına kadar sürüklendim. Yaralı olarak kurtulmuştum ancak 35 can, 33'ü aydın 35 insan, yıllar sonra bile yeri doldurulamayacak onlarca değer katledilmişti…”

(Fotoğraf: DİHA)