Ahmet Altan, İstanbul Adliyesi’nde gerçekleşen Can Dündar saldırısına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Altan, “Dündar yara almadan kurtuldu ama “silahın” artık AKP’nin ve Erdoğan’ın muhaliflerini hedef alacağı da anlaşıldı. Hem ülkeyi yönetemeyip hem de diktatör olmak isteyenlerin silahtan başka sığınağı yoktur.

“İttihatçılar da aynı beceriksizlik ve aynı açgözlülükle insanları öldürtmüşlerdi. Böyle iktidarlar gerçeklerden ve gerçeklerin konuşulmasından kurtulmak için her şeyi göze alırlar” ifadelerini kullandı.

Ahmet Altan’ın P24’te yayınlanan, “Yeni Ergenekon” başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle:

Her türlü ittifaka da girerler.

Yaşananları iyi kavramak için sanırım iki olayı bir arada değerlendirmek gerek.

Birincisi, iktidar partisi 17-25 Aralık’ta hırsızlık yaparken suçüstü yakalandı ve yasalara uymayı reddederek bir “yargı darbesi” gerçekleştirdi… Ardından akla hayale gelmez suçlar işlemeyi sürdürdü ve yargılanmadı.

İkincisi, Erdoğan “anayasaya uymayacağını” açıkça belirterek “yasadışı” bir diktatörlüğe doğru koşmaya koyuldu.

Yasalara uymayan bir iktidar partisi ile onun denetimini elinde tutan ve “anayasal düzeni” dinamitleyen bir cumhurbaşkanın bulunduğu bir ülkede “şiddet” kaçınılmazdır.

Anayasayı ve yasaları reddeten iktidar, varlığını “meşru” bir zemine dayandıramayacağı için mecburen “zorbalığa ve silaha” dayandıracaktır.

Yaşanan da zaten bu.

Anayasal düzeni berhava eden “gayrımeşru” bir güç var karşımızda.

Bu güç, yapıştığı iktidar koltuğundan kalkmamak için “kimi, hangi silahı” kullanacak.

Bir yandan kendisi yeni “SS birlikleri” oluşturuyor ama onlar henüz yeterince “tecrübeli olmadıkları için bir yandan da “eski Ergenekon’u” yanına alıyor.

Zaten ulusalcıların desteğiyle “Ergenekon yoktur” propagandasına da o yüzden böyle hız veriliyor.

“Savaş” adı altında kitlesel ölümleri Güneydoğu’da görüyoruz. Şehirler, mahalleler, köyler tanklarla, toplarla imha ediliyor, yaşlısı, kadını, çocuğu sokalarda kurşuna diziliyor.

Şimdi ise “belli” hedeflere yönelen “kişisel” suikastler dönemine girdik.

AKP’yi ve “anayasayı tanımayan” Erdoğan’ı rahatsız eden her düşüncenin sahibi yargıyı ve “silahı” karşısında görüyor.

Yeni “suikastler” döneminin ilk kurbanı Tahir Elçi oldu.

Erdoğan’ın Kürt politikasıyla fevkalâde ters düşecek bir açıklamanın bedelini herkesin gözü önünde vurularak ödedi.

Onca kameranın önünde vurulan Elçi’nin dosyası, el çabukluğuyla “faili meçhul” ilan edilip kapatıldı.

“Yeni Ergenekon” bu işlerin eskisinden bile kolay olduğunu bu cinayetle gördü ve cesaretlendi.

İkinci hedef olarak Can Dündar seçildi.

Can Dündar ve Erdem Gül, “devletin içinden birilerinin” yaptığı “silah kaçakçılığının” belgelerini yayınlamışlardı.

Mahkeme tarafından “devlet sırrını” açıklamaktan hapse mahkûm edildiler.

Parlamento’dan, Bakanlar Kurulu’ndan, MGK’dan habersiz yapılan bir “silah ticareti” nasıl “devlet sırrı” olabilir?

Parlamentonun haberi yok, Bakanlar Kurulu kararı yok, MGK “bizimle alâkası yoktur” diye mahkemeye yazı gönderdi.

O dönemin başbakanı olan Erdoğan’ın kendisine bağlı bir istihbarat şefiyle “yabancı güçlere” silah yollaması nasıl “devlet sırrı” sayılabilir?

“İki kişilik” bir devlet olabilir mi?

Devlet, bir müesseseler bütünüdür ve bu “silah kaçakçılığı” sadece “kişiler” tarafından gerçekleştirilmiştir.

Ne “devletle”, ne de “devletin sırrıyla” bir ilgisi vardır.

Ayrıca devletin içinden birileri, Türkiye’nin aleyhine sonuçlanacak işlere girişiyorsa, gazetecinin görevi bu işleri ortaya çıkarmaktır.

Varlık nedeni budur.

Böyle bir durumda “devlet sırrı” safsatası da işlemez.

Bizzat AKP’liler tarafından “bizim” diye nitelenen yargının verdiği mahkûmiyet kararı, suçüstü yakalanan birilerinin “intikam” isteklerini karşıladı ama aynı zamanda o yakalanan kamyonlarda “silah” olduğunu da resmen tescil etti.

Bu işi gerçekleştirenlerin, bu dönem değiştiğinde paçalarını kurtarmaları daha da zorlaştı.

Zaten, bu “panik” ve öfke Dündar’ın ve Gül’ün “mahkûmiyetiyle” yetinmedi.

Dündar bir de silahlı saldırıya uğradı.

Üstelik de daha geçenlerde bir savcının vurulduğu ve ondan sonra çevresinden kuş uçurulmayan Adliye Sarayı’nın önünde.

Muhteşem bir kadın olduğu anlaşılan eşi Dilek Dündar’la CHP Çanakkale Milletvekili Muammer Erkek’in olağanüstü cesareti ve NTV muhabiri Yağız Şenkal’ın unutulmayacak fedakârlığı olmasa belki sonuç çok korkunç olacaktı.

Dündar yara almadan kurtuldu ama “silahın” artık AKP’nin ve Erdoğan’ın muhaliflerini hedef alacağı da anlaşıldı.

Hem ülkeyi yönetemeyip hem de diktatör olmak isteyenlerin silahtan başka sığınağı yoktur

İttihatçılar da aynı beceriksizlik ve aynı açgözlülükle insanları öldürtmüşlerdi.

Böyle iktidarlar gerçeklerden ve gerçeklerin konuşulmasından kurtulmak için her şeyi göze alırlar.

Her türlü ittifaka da girerler.

Şimdi “siyasi iktidar-Ergenekon” ittifakını yaşıyoruz.

Bu “yeni Ergenekon”un elemanları da “yeninin ve eskinin” karışımından oluyor.

Silahın, saldırının, şiddetin daha da artacağını düşünüyorum.

Bunu uzun zamandır da söylüyorum.

Yeni saldırılar olacaktır.

Silahtan ve zorbalıktan başka çareleri yok çünkü.

Ama bu yol onları kurtarmaz, aksine iktidardaki geleceklerini daha da kısaltır.

Hukukçuları, gazetecileri vurarak, akademisyenleri hapsederek ayakta kalmak mümkün değildir.

Bir ülkenin üstüne böylesine karanlık biçimde abandığınızda, o ülkenin kurtulma refleksini de harekete geçirirsiniz.

Yeni hedefler göstereceklerini, yeni saldırılar olacağını, yandaş medyanın da buna aracılık edeceğini göreceğiz…

Ama bunun, onların sonunu getireceğini de göreceğiz.