İstanbul LGBTT Derneği’nden Elvan ve Ebru, nefret cinayetlerini tetikleyen günlük yaşamda karşılaştıkları ayrımcılıkları, insanlardan ve devletten beklentilerini anlattı.

"DEVLET POLİTİKALARI DEĞİŞMEDEN YAŞANANLAR DEĞİŞMEZ"

Nefret cinayetleri, kadın cinayetleri gibi can yakmaya devam ediyor. Onlarca trans nefret cinayetlerinde hayatlarını kaybediyor, katilleri haksız tahrik indirimleriyle yeni cinayetlere yol gösteriyor. İstanbul LGBTT Derneği’nden Elvan ve Ebru, ETHA’ya nefret cinayetlerini tetikleyen günlük yaşamda karşılaştıkları ayrımcılıkları, insanlardan ve devletten beklentilerini anlattı.

Trans bireylerin ayrımcılığı hissettikleri ilk nokta bakışlar. Ebru Kırancı bu durumu "Sokağa çıktığımız ilk an yaşamaya başlıyoruz" diye anlatırken, Elvan "Ben net saldırılara çok uğramıyorum ama hep o bakışlar... Alaycı, küçümseyici, bakışlar, nefret dolu, süzen bakışlar, o bakışlar hep hayatınızda var. Göz tacizi, göz hapsi sürekli hayatınızda var" diyor.

“SİZE ÖCÜ GÖZÜYLE BAKIYORLAR”

Tabi ilk karşılaşılan bakışlar olsa da bununla bitmiyor. Hayatın neredeyse her alanında ayrımcılığa uğrayan trans bireyler ev tutamıyor, ev tutsalar bile komşuları onlarla iletişim kurmuyor. Ebru Kırancı, insanların kendilerini tanımadıklarını belirterek, "Size öcü gözüyle bakıyor. Halbuki bilmiyorlar ki bizim de bir ailemiz arkadaşlarımız var, biz de heteroseksüeller gibi ağlıyoruz, hüzünleniyoruz, gülüyoruz, özlemlerimiz var; çocuk özlemlerimiz. Trans olduğun için sana iş vermiyorlar ve sen anlamazsın diyorlar. (Gülüyor) Ben öyle bir anlarım ki senin yaptığın o bankacılığın en iyisini yaparım çünkü benim beynim sağlıklı bir beyin" diyor.

İstanbul’un daha aydın semtleri olarak bilinen Beyoğlu, Beşiktaş, Kurtuluş gibi semtlerde dahi ayrımcılıkla karşılaşan trans bireyler gittikleri cafelerde garsonların kendilerine servis yapmak istemediklerini belirtiyor. "Ön yargılar kalkmadan, devlet politikaları değişmeden yaşananlar değişmez" diyor.

 “DEVLET AYRIMCILIK KAPISINI AÇIK BIRAKIYOR”

Elvan, sokakta yaşanan ayrımcılıkla ilgili öncelikle nasıl olduğuna bakmak ve ilişkisel düşünmek gerektiğini belirterek, şöyle devam ediyor: "İstiklal Caddesi’nde polisin bir grubu günde 3-4 kez taciz ettiğini, ezdiğini, dövdüğünü görürsem eğer ve diğer gruplara herhangi bir şey yokken bu grup horlanıyorsa bende şöyle bir şey gelişiyor: Evet bunlar stres topudur, benim zaten hayatla alıp- veremediğim bir şey var ben bu gruba istediğimi yapabilirim.’ Dolayısıyla devlet bazı kapıları açık bırakıyor. Mesela Manisa’da Roman mahallesine lince gidildi. Neden Romanları linç etmek bu kadar kolay? Hayatta hiçbir şeye cesaretimiz yok bizim. Babamıza sesimizi yükseltemiyoruz, annemize, polise karşı sesimiz çıkmıyor. Roman mahhallesinde bütün mahalle toplanıp lince gidebiliyoruz ya da İnegöl’de bir Kürt mahallesine ya da bir transa rahatlıkla 7 yaşındaki çocuklar bile sataşabiliyor. ’Dolayısıyla yapıyorum çünkü yapabiliyorum’ diyorlar."

‘EVE HAPSETME POLİTİKASI’

Bir dönem özellikle İstanbul’da trans bireyler her gün gözaltına alındı ve para cezaları kesildi. Bu uygulama Hüseyin Çapkın’ın İstanbul Emniyet Müdürü olmasıyla başladı. Transları gözaltına alıp ceza kesen polislerin hanelerine bonuslar eklendi. Polisler bonuslarla tatil hakkı ve maaşlarına zam kazandı.

Bu politikayı trans bireyleri eve hapsetme politikası olarak değerlendiren Ebru, "Ben şok olmuştum. 50 yaşındayım bugüne kadar böyle baskı görmedim. Polis artık trans arkadaşlarımızı marketlerden, dükkanlardan, yoldan köpeklerle alıp karakola götürüp para cezaları kestiler. Bir müddet sustuk. Ben bile Harbiye Beyoğlu güzergahında resmi polisi gördüğüm yerde kaçmaya başladım, korkar oldum. Ben niye devlete para cezası vereyim ki devlet bana para vermeli çünkü ben işsizim" diyor.

Daha sonra Avukat Erdal Doğan’la beraber ufak çaplı kamuoyu yaratmaya çalıştıklarını ifade eden Ebru Kınacı, ses yükseltme dönemlerini şöyle anlatıyor: "Trans arkadaşlarım buraya çok gelmeye başladılar. Hepsinin ellerinde para cezaları, Kabahat ve trafik kanunundan dolayı. Transı yakalayan tatile gidecek maaşına zam gelecekmiş. Ben niye senin tatilini, maaşını karşılayayım. Benim sırtımdan niye geçiniyorsun?”

"ÖRGÜTLENİNCE OLABİLİYORMUŞ"

“Bu bir bakıma iyi oldu, translar örgütlenmeye başladılar. Para cezalarına karşı yürüyüşler yapıldı ben canlı yayına çıktım ve Hüseyin Çapkın hakkında suç duyurusunda bulunacağımızı, yaptıklarının yasal olmadığını söyledim. Ondan sonra gündüz gözaltıları azaldı. Seyyar satıcılara kesmeleri gereken cezaları bize kesiyorlardı. Buna gerekçe de gürültü yapmak ve gelir elde etmek. Biz deli miyiz durduk yere sokakta bağıralım, insanları rahatsız edelim. Arkadaşlar nefes aldı ve örgütlenince olabiliyormuş dediler."

“POZİTİF AYRIMCILIK İSTİYORUZ”

Ebru Kırancı, ayrımcılığın ortadan kalkması ve trans bireylerin daha rahat yaşaması için istediklerini şöyle anlatıyor:

"Anayasanın 10. maddesine cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim ibaresinin eklenmesi. Nefret cinayeti işleyenlere müebbet hapis cezası verilmesi. Daha önce 3-5 yılla insanlar çıkıyordu ama davaları takip ettiğimizde Soykan davası vardı yakın zamanda sonuçlanan. Bir trans arkadaşımız 2009 yılında Cihangir’de sevgilisi tarafından öldürülmüştü ve çok ilginçtir bu arkadaşımız savcılığa katil hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. İdari işlem yapılmadı ve arkadaşım o adam tarafından öldürüldü. 27 yıl ceza aldı. Ceza indiriminden yararlanıyorlar. İnsan hayatı bu kadar ucuz olmamalı. Kota uygulaması istiyoruz. Bize de pozitif ayrımcılık yapılmasını istiyoruz. 100 kişinin çalıştığı yerlerde üç trans çalışma kotası konmalı."

Türkiye’de yasaların işlemediğini, kağıt üzerinde kaldığını ifade eden Elvan ise sözlerine şöyle devam ediyor: "İstediğiniz kadar yasa çıkartın yasalar zaten ideal metinler. Anayasanın ikinci maddesinde sosyal, insan haklarına dayanan bir hukuk devletidir diye yazıyor. Bu çok güzel geniş kapsamlı, bütün hakları garanti altına alan bir madde gibi görünüyor ama kağıtta. Politika insanlar için yapılmadığı için yasalar da, hukuk da çok sınırlı bir kesim için geçerli.”

“ADALETİ SABAH AKŞAM ARAMAMIZ LAZIM”

“Güvenlik de devletin güvenliği için var. Bütün bu durumun değişmesi lazım. Halkın devleti kuşatıp biraz hukuka zorlaması lazım. Hukukla ilgili kampanyalarımız birleştirici bir temel olabilir. Nefrete karşı yasa çıkarılması için bütün toplumsal kesimler birleşebilir. Kadın mücadelesiyle ilgili olan kesimler birleşip devleti hukuka getirir. Ben size anayasanın 2. maddesine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği eklenmeli derim ama önce adalet umudumuzu kaybetmememiz lazım, adaleti sabah akşam aramamız lazım bütün toplumsal kesimler olarak.

Adalet umudunun bittiği yerde devlet bu kadar kasıp kavuruyor. Orman kanuna terk edebiliyor ve biz de adaleti aramıyoruz, bütün öfkemizi en yanımızdaki ötekinden çıkartıyoruz. Adalet arayışının yeniden canlandırılması lazım. İnsan haklarına kilitlenmek gerekiyor."

Nefret cinayetleri üzerine konuşmaya başladığımızda Elvan başından geçen bir olayı şöyle anlatıyor: "Bir çocuk evimin kapısına kadar gelip bana ’ne var takarım k... bıçağı, travesti öldürmenin cezası üç ay.’ Aklım çıktı o zaman demek bu kadar kolay her şey. Zaten bunları biliyorduk ama çok net olarak gördüm."

“HER BİR ÖLÜM NEFRETİ YAYIYOR”

Nefret cinayetlerinde uygulanan haksız tahrik indirimlerine değinen Ebru Kırancı, katillerin söylediği yalanları hakimlerin dikkate almasına şaşırarak, "Bir hayatı alıyorsunuz. Her bir ölüm nefreti yayıyor" diyor.

SİYASİ PARTİLERE ÇAĞRI

Yaşanan cinayetlere karşı 3 ay süren kampanya yürüttüklerini, paneller, eylemler ve büyük Trans Onur yürüyüşü düzenlediklerini ifade eden Kırancı, diğer siyasi partilerin de trans bireylere yönelik ayrımcılığa karşı adım atmaları gerektiğini, trans bireylere tüzüklerinde yer vermeleri gerektiğini belirtiyor. (etha)