Darbe öncesi suikaste kurban giden Öz, Tütengil ve İpekçi'nin aileleri ile darbe sonrasında işkence gören Karagöz, idam edilen Soyergin, gözaltında öldürülen Şahindokuyucu ve gözaltında kaybedilen Eren'in aileleri 12 Eylül davasına müdahillik talebinde bulundu.

 

İpekçi, Öz ve Tütengil'in yakınlarının verdiği dilekçede, 12 Eylül 1980 darbesi öncesindeki; İpekçi, Öz ve Tütengil cinayetlerinin, toplumu kaosa, iç çatışmaya sürükleyerek ülkeyi yönetilemez hale getirip, askeri darbeye zemin hazırlamak ve yönetimi ele geçirmek amacıyla işlendiği ileri sürüldü.

 

Toplumda kaos ve güvensizlik ortamı yaratmak isteyen darbecilerin, hiç kimsenin güven içinde olmadığı endişesini yaratmakta başarılı olduğu öne sürülen dilekçede, bununla, ülkede demokrasinin askıya alınması için siyasal ve psikolojik ortamın olgunlaştırılması ve toplumda "ordunun tek kurtarıcı" olduğu fikrinin yerleştirilmesinin amaçlandığı savunuldu.

 

Abdi İpekçi'nin öldürülmesinin basın camiasında, Prof. Cavit Orhan Tütengil'in öldürülmesinin akademik çevrede, Savcı Doğan Öz'ün öldürülmesinin ise yargı mensupları arasında "derin bir güvensizlik" sonucunu doğurduğu ileri sürülen dilekçede, şunlar kaydedildi:

 

"Vatandaş, değil kendisinin, savcıların dahi güvende olmadığı duygusuna kapılmıştır. Artık kimse geleceğinden emin değildir. Toplum 'bu terör ve anarşi sona ersin de ne olursa olsun noktasına' getirilmiş ve özellikle seçilmiş bu üç cinayetle darbe şartları olgunlaştırılmıştır. Bu bakımdan 12 Eylül darbesini gerçekleştiren şüphelilerin eylemleri ile müvekkillerin öldürülmesi arasında açık ve net fiili ve hukuki irtibat bulunmaktadır."

 

12 Eylül darbesine ilişkin hazırlanan iddianameye atıfta bulunulan dilekçede, İpekçi, Öz ve Tütengil'in 12 Eylül'e giden sürecin kurbanları olarak seçildiği, darbe yönetiminin bütün 'yasadışı örgütleri' çökertmesine rağmen bu cinayetlerin katillerini ve azmettiricilerini ortaya çıkaramadığı savunuldu.

 

Dilekçede, 12 Eylül'e giden süreçte İpekçi, Öz ve Tütengil'in sembol isimler olarak katledildiği ifade edilerek, "Yakınları da bu davanın hem tanığı hem de kanıtlarıdır. Onlar olmadan bu dava eksik kalır" ifadesine yer verildi.

 

AİLELERİN ORTAK AÇIKLAMASI

Dilekçede, İpekçi, Öz ve Tütengil ailelerinin ortak açıklamasına da yer verildi. Açıklamada, şunlar kaydedildi:

"Çeşitli katliam dönemleri arasında, 'darbe öncesi katliamlar' adıyla anılan bir süreçte, can kaybına uğramış aileleriz. Bu cinayetlerin hangi koşullar içinde kimler tarafından azmettirildiğini sormayı, ailelerin müdahillik görevi dışında bir yurttaşlık görevi olarak da görmekteyiz. Ülkenin geçmişine ve geleceğine damgasını vuran, darbe öncesi cinayetler bağlamında, doğrudan müdahil olma hakkımızı bir görev olarak sayıyoruz. Biz hem tanık hem de kanıtız."

 

HUKUK DIŞI YARGILAMAYLA İDAM

12 Eylül sonrasında idam edilen Serdar Soyergin, ile gözaltında kaybedilen Hayrettin Eren ve gözaltında öldürülüp intihar ettiği ileri sürülen Satılmış Şahindokuyucu'nun yakınlarının dilekçeleri Devrimci 78'liler Federasyonu'nun avukatı İlyas Danyeli tarafından Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'ne verildi.

 

Serap Soyergin'in dilekçesinde, kardeşi Serdar Soyergin'in "darbeden sonra yapılan hukuk dışı yargılama neticesinde idam edilerek, öldürüldüğü" kaydedildi.

 

"6. KATTAN AŞAĞI ATIP, 'İNTİHAR ETTİ' DEDİLER"

Nergiz Şahindokuyucu'nun eşi Satılmış Şahindokuyucu'nun da 15 Mart 1981'de Ankara Emniyet Müdürlüğü'nce gözaltına alındığı belirtilerek, "Ailesi emniyete başvurduğunda Şahindokuyucu'nun burada olmadığı, 18 Mart günü ise Satılmış Şahindokuyucu'nun Emniyet'in 6. katından aşağı atlayarak intihar ettiği söylendi" ifadelerine yer verildi.

 

"Sanıkların, darbeden sonra devleti her tür işkencenin, öldürmenin, gözaltında kaybetmenin serbest olduğu bir zulüm ve ölüm makinesine çevirdikleri" ifade edilen dilekçede, Satılmış Şahindokuyucu'nun da "bu zulüm ve ölüm makinesi tarafından işkence neticesinde katledildiği" kaydedildi.

 

Faruk Eren'in kardeşi Hayrettin Eren'in de 21 Kasım 1980'de İstanbul Saraçhane'de gözaltına alındığı bildirilerek, şöyle denildi:

 

"Gözaltına alındığına dair Karagümrük Karakolu'nda gözaltı kaydı olmasına rağmen gözaltında kaybedilmiştir. Muhtemelen işkence yapılarak öldürülmüş ve ailenin bilgisi dışında gömülmüştür. O tarihten bugüne ailesinin yapmış olduğu tüm başvurular, 'Gözaltında böyle biri yok' denilerek, reddedilmiştir."

 

"Boğazına dökülen kaynar su yüzünden gırtlak kanseri oldu"

Işılay Karagöz'ün ise memurluk yaptığı Artvin'de merhum eşi öğretmen Enver Karagöz ve ablası Emine Kaya ile birlikte 12 Eylül 1980'de gözaltına alındığı, Artvin Öğretmen Okulu'nun bodrumunda "buzdolabı" olarak kullanılan soğuk odalarda 45 gün işkence gördükleri anlatıldı. Enver Karagöz'ün sonra götürüldüğü Erzurum'da da 75 gün ağır işkenceye maruz kaldığı bildirilen dilekçede, boğazına dökülen kaynar su nedeniyle Karagöz'ün gırtlak kanserine yakalandığı belirtildi. Karagöz'ün 40 kiloya düştüğü, sesini ve dişlerini kaybettiği, falaka dolayısıyla ayaklarının altında et kalmadığı, boğazından beslenmekte zorlandığı için midesinden beslenmeye başladığı aktarılan dilekçede, 3,5 yıl hapis yatan Karagöz'ün, cezaevinde ölmemesi için tahliye edildiği sonrasında Almanya'ya giderek, tedavi imkanları aradığı bildirildi. Dilekçede, Almanya'da vefat eden Karagöz'ün ölene kadar işkence izlerini vücudunda taşıdığı kaydedilerek, "Sanık olan darbecilerin o dönemde yarattığı ağır terör koşulları nedeniyle yargı yoluna başvurmak mümkün olmadı" denildi. (bianet/cnntürk)