Örnek vermek gerekirse;

    * İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında yapılan üç incelemede, delillerin yok edildiğini, sahte belge düzenlendiğini, gitmedikleri göreve gitmiş gibi gösterdiklerini tespit eden müfettişler, en azından görevi ihmal sayılabilecek fiillerin söz konusu olduğu gerekçesiyle görevliler hakkında soruşturma açılması gerektiği yönünde görüş bildirmelerine rağmen bugüne kadar tek bir görevli hakkında soruşturma açılmadı.

Dosyadaki üç inceleme raporuna, bilirkişi raporlarına, somut delilleri rağmen İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlilerine dokunmaya yönelik girişimi durduran, bu görevlilere yargı yolunu kapatan bu kez İstanbul Bölge İdare Mahkemesi oldu. Onca delile rağmen yargı yolunu kesin olarak kapatan İstanbul Bölge İdare Mahkemesi hakimlerinin tarafsız davranmadıkları, anayasal ve yasal yükümlülüklerini yerine getirmedikleri iddiasıyla yaptığımız şikayet, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından gerekçesiz olarak reddedildi. HSYK da hakimlere ve dolayısıyla İstanbul Emniyet görevlilerine dokundurmayan gerekçesiz kararı ile süreçteki işlevini ve rolünü yerine getiriyordu.

    * Trabzon Jandarma görevlileri hakkında yürütülen soruşturmada, cinayetten sonra sahte belge düzenlendiği, bazı belgelerin yok edildiği tespit edilmesine rağmen bu suçlardan hiçbir işlem yapılmadı. Yürüyen davada ise hesap sorulabilirlik ve yaptırım konusunda herhangi bir sonuç alınamayacağı ortaya çıktı. Zira bu dava, sanıklara isnat edilen suçun basit bir görevi ihmal suçu olması nedeniyle zamanaşımı ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı sonucuna bağlı olarak yaptırımsız kalacağı ve dolayısıyla dokunulmazlık ve cezasızlık kuralının bir istisnası olamayacağı anlaşıldı.

    * Samsun’da yakalanan Ogün Samast’a Emniyet ve Jandarma görevlilerince kahraman muamelesi yapıldığının ortaya çıkması ve konuya ilişkin fotoğraf ve kamera kayıtlarının basına sızması üzerine başlatılan inceleme ve soruşturma da diğerleri gibi sonuçsuz kaldı.

    * Bir diğer soruşturma süreci Trabzon Emniyet Müdürlüğü Görevlileri hakkında başlatılan ön inceleme süreciydi. Hrant Dink’in öldürüleceği bilgisine bütün ayrıntıları ile vakıf olan ancak, hiçbir önlem almadıkları gibi, cinayet sonrasında da delilleri gizlemekle, yok etmekle vb. suçlanan Trabzon Emniyet Müdürlüğü görevlileri de tüm inceleme ve soruşturma süreçlerinden kendilerine en ufak bir kusur dahi atfedilmeden çıkarıldı

Bütün bu inceleme ve soruşturmalar sırasında, sorumluların kimlikleri teşhis, suç oluşturan eylemleri de tespit edilmesine rağmen sorumlular ve eylemleri dava konusu edilmedi ve sonuçta bu suçlar da cezasız kaldı. Büyük uğraşlar ve çabalar sonunda Trabzon jandarma görevlilerine açılmak zorunda kalınan davada ise, sanıkların ağır cezalar gerektiren eylemleri iddianameye konu edilmedi.

Devlet memurları ve kamu görevlilerinin yargılanmalarına ilişkin usul ve koşulları düzenleyen ve yukarıda sayılan inceleme ve soruşturmalarda uygulanan 4483 Sayılı Kanun, idarenin memurlarınca yürütülen incelemeler sonucunda suç işleyen kamu görevlisinin yargılanmasını yine idari makamların vereceği izne bağlıyor.

Oysa, bir cinayetin önlenmesindeki sorumlulukları nedeniyle kamu görevlileri hakkında yürütülen bir soruşturmanın etkili kabul edilebilmesi için, genel olarak, soruşturmadan sorumlu olan ve incelemeleri gerçekleştiren kişilerin, olaylara karışan kişilerden bağımsız olmaları gerekmektedir.

Ancak,

·        4483 Sayılı Yasa uyarınca yürütmeye mensup bireyler hakkında yürütülen soruşturmalarda iddialar, yine yürütme erkine mensup ve olaylara karışan diğer memurlarca esastan incelenmektedir. Örneğin, somut olayda İstanbul Valisi Muammer Güler, hem olayların sorumlusu hem de karar merciidir.

·        Ayrıca, Hrant Dink’in yakınları bu sürece dahil edilmemiş sadece karara itiraz hakkı tanınmıştır ki bu durum, suçtan zarar görenlerin meşru menfaatlerinin korunması açısından çok önemli bir eksikliktir.

·        Bütün bunlara ek olarak; itiraz makamı olan Bölge İdare Mahkemeleri, incelemeyi duruşma açmadan, tarafları dinlemeden, tanıkları çağırmadan dosya üzerinden yürütmektedir.

Bütün bu nedenlerle, 4483 Sayılı yasayla öngörülen sürecin etkili ve maddi gerçeği ortaya çıkarmaya yönelik derinlikli bir soruşturma olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

Ancak bu yasa, Hrant Dink cinayeti yargı sürecinde, cinayetin hazırlanışında sorumluluğu ve rolü olan, cinayetten sonra suç delillerini gizleyen, katil zanlısına kahraman muamelesi yapan devlet memurlarını adeta korumak için bir kalkan olarak kullanıldı. Devletin suça bulaşmış bütün memurları bu yasanın koruyucu şemsiyesinden yararlandırıldı.

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARARI

AİHM, 14.09.2010 tarihli Hrant Dink kararıyla, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin dört kez ihlal edildiği sonucuna vararak Türkiye’yi oy birliği ile mahkum etti. Mahkeme (AİHM), Türk devletinin, öncelikle Hrant Dink’in yaşam hakkını korumak için pozitif tedbirleri almayarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, yaşam hakkına ilişkin 2. maddesini maddi boyutuyla ihlal ettiği sonucuna vardı. Bunun dışında, Hrant Dink’in yaşam hakkının yakın ve gerçek tehlike altında olduğunu bilen güvenlik güçleri hakkında etkili bir soruşturma yürütmediği için Sözleşmenin 2. maddesinin usulî boyutuyla da ihlal ettiğini belirledi. Ayrıca Sözleşmenin 10. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü hakkı ile 13. maddesinin de ihlal ettiğine hükmetti.

Hedef gösterilme sürecindeki somut olay ve olguların, Hrant Dink’in yaşamına yönelik ciddi, gerçek ve yakın bir tehlikenin varlığına işaret ettiğini belirtilmesi ve Hrant Dink’e verilen mahkumiyet kararının Yargıtay’ca onanmasının bu sürecin son halkası olduğunun vurgulanması, kararın en önemli yanlarından biri olarak dikkati çekti.

AİHM, cinayetin planlandığı ve hazırlandığı yerin sorumlusu olarak Trabzon Emniyeti ve Trabzon Jandarması ile cinayetin işlendiği ve mağdurun ikamet ettiği yerin sorumlusu olarak da İstanbul Emniyetinin, Hrant Dink’in yaşamının korunmasından sorumlu olduklarını belirleyerek bu kurumların ayrı ayrı ya da birbiriyle koordineli biçimde; planlanmasından ve yakında işleneceğinden haberdar olmalarına rağmen Hrant Dink cinayetinin engellenmesi amacıyla harekete geçmediklerini tespit etmiştir. Tespitin ardından bu görevlilere karşı başlatılan soruşturmaların, güvenlik güçlerinin neden harekete geçmediklerinin ortaya çıkarılması ve cezalandırılması yönünden sonuçsuz bırakılmasının etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlali niteliğinde olduğu sonucuna varmıştır.

Bunun yanı sıra, alt düzey görevlilerin müfettişlere yalan beyanlarda bulunmaya zorlanmasının, söz konusu olaylarla ilgili delil toplamak için adımlar atılması ödevine yönelik açık bir ihlal ve sorumlu olanların tespit edilmesi için yürütülen soruşturmanın kapasitesine engel olunması yönünde planlı yürütülen bir işlem olduğuna karar vermiştir.

 AİHM ayrıca, güvenlik güçlerine yönelik soruşturmaların, sadece, hepsi yürütme erkine mensup olan ve olaylara karışanlardan tamamen bağımsız olmayan diğer memurlarca (Vali, İl İdare Kurulu) esastan incelendiğini, bu durumun tek başına söz konusu soruşturmaların zayıflığını gösterdiğini belirlemiştir.

Hrant Dink’in ifade özgürlüğünün ihlali konusunda Türk yargısına hakim olan görüşü değerlendiren bölümü, kararın bir başka çarpıcı yanını oluşturmaktadır.

AİHM, suç isnat edilen ifadeyi kullandığı yazı dizisinin tamamı incelendiğinde, Hrant Dink’in “zehir” olarak tanımladığı şeyin “Türk kanı” değil, Ermenilerin “Türk halkına yönelik algısı” ve Ermeni diasporasının Türkiye’nin 1915 olaylarını soykırım olarak tanıması yönünde yürüttüğü kampanyanın saplantılı niteliği olduğunun açıkça gözler önüne serildiği hususunda Yargıtay Başsavcısının görüşünü paylaşmıştır. Yargıtay’ın söz konusu ifadeyi yorumlayıp fiili ifadeye Türk kimliği kavramını yükleme biçimini analiz ettikten sonra, Yargıtay’ın aslında Hrant Dink’i, 1915 olaylarının soykırım teşkil ettiği görüşünü inkâr etmesinden ötürü Devlet kurumlarını eleştirdiği için dolaylı olarak cezalandırdığı sonucuna varmıştır.

AİHM yargıçlarının, son derece düşündürücü ve Türk yargısı için utanç vesilesi olması gereken bu tespitine göre, Yargıtay hakimleri, Hrant Dink’i dava konusu edilmeyen ve esasen suç oluşturmayan, ancak resmi teze aykırı başka görüşlerinden ve sözlerinden dolayı cezalandırmışlardır. Hukukun en temel ilkelerine aykırı bu kararlarının temelini, yargıçların 1915 olaylarına ilişkin resmi teze bağlılıkları ve önyargıları oluşturmuştur. Oysa yine AİHM’e göre tarihsel gerçeğin araştırılması ve tartışılması, ifade özgürlüğünün bütünleyici bir parçası olması yanında Mahkemelerin, yargıçların tarihsel bir sorun hakkında ‘hakemlik etme’ yetkisi bulunmamaktadır.

DEĞERLENDİRME

    * Dokunulmazlık ve Cezasızlık, Hrant Dink cinayeti soruşturma ve yargılama süreçlerinin temel sorunu olarak ortaya çıktı. Onca incelemeye, soruşturmaya, yargılamaya, hukuki girişime, kamuoyu baskısına rağmen devlet görevlilerine dokunulamadı. Bu durum, suçların cezasız kalması sonucuna yol açtığı gibi önceki deneyimlerle birleşerek güvenlik ve istihbarat görevlilerine dokunulmaz, hesap sorulamaz algısını pekiştiren bir iktidar alanı yarattı.

    * Hrant Dink cinayetiyle ilgili olarak hukuki ve hukuk dışı süreçlerin tümü, dokunulmazlık ve cezasızlık uygulamalarının sistematik olduğunu ve bir kural haline geldiğini kanıtladı. Yargı süreçlerinin ve makamlarının da bu kuralın uygulanması ve herhangi bir sızıntıya meydan verilmemesi amacıyla kurgulandığı, kuralı bozması muhtemel girişimlerin bir başka mekanizma tarafından engellendiği, tesadüfen oluşmuş bir çatlağın da bir başka makam tarafından onarıldığı bir mekanizma olarak tasarlandığı ortaya çıktı.

    * Dokunulmazlık ve cezasızlığın yarattığı keyfi alan yanında, siyasi irade yoksunluğunun da devlet görevlilerinin direncini ve cesaretini arttırdığı, siyasi irade olmadıkça resmi kurumların direncini kırmanın mümkün olmadığı bir kez daha anlaşıldı.

    * Hrant Dink cinayeti, soruşturma, inceleme ve yargılamaları, yargı makamlarının, devlet görevlilerinin işlediği kimi suçları diğer yargılamalardan farklılaşan bir yaklaşımla ele aldıklarını, yargılama süreçlerini derinleştirmek yerine, ellerine verilenlerle yetinen, çizili sınırlar içinde görünürde bir yargılama ve soruşturma yürüten bir davranış birliği sergilediklerini gösterdi.

Devlet ve devlet görevlileri söz konusu olduğunda cezadan ve yaptırımdan kaçınma temelinde farklılaşan bu yaklaşım, en somut biçimiyle AİHM’in Hrant Dink kararıyla gözler önüne serildi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçları, inceledikleri dosyalar ve dosya içerikleri aynı olmasına rağmen, aynı bulgular ve verilere bakıp Türkiye’deki meslektaşlarından tamamen farklı sonuçlara ulaştılar.

Bu farklılığı, iç hukuk ile uluslararası hukuk arasındaki çelişki ya da mevzuat farklılığı ile açıklamak mümkün değil. İç hukukta da kullanması halinde, yargıcın elinde yeterince malzeme ve hukuksal dayanak mevcut. Temel hak ve özgürlükleri koruyan yasal düzenlemelere, sözleşmelere, Anayasanın 90. maddesine rağmen bu farklılık, AİHM yargıçları ile Türkiye’deki meslektaşlarının devlete değen yargılama süreçlerine farklı zihinsel kodlarla yaklaştıkları, insan hak ve özgürlüklerini korumak yerine devleti koruma ve kollamayı misyon edinen bir yargı kültürü ile açıklanabilir.

Bu tutum, devletin yüksek menfaatlerini kutsayan ve bu menfaatler uğruna kurumların hukuk dışına çıkmasını normalleştiren zihniyetin yansımasıdır. Bu zihniyet ve bu yargı pratiğiyle adalete erişimin mümkün olmadığı, benzerleri gibi Hrant Dink cinayetinde de bir kez daha ve bütün açıklığıyla ortaya çıktı.

Hrant Dink aleyhine açılan soruşturma, kovuşturmalar, mahkumiyet kararı, bu kararın Yargıtayca onanması, cinayet sonrası yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, süreçte yer alan yargısal makamların, kararlarını, hukuka değil, devletin ideolojisine ve devletin derinliklerinden gelen işaretlere göre oluşturduklarını tüm açıklığıyla ortaya çıkardı. Milliyetçi, ırkçı, ayrımcı, vatandaşını tehdit olarak gören resmi ideolojik formasyonu koruma ve kollamayı misyon edinmiş bir yargısal mekanizmanın ya da korumasız bırakıldığı için bu mekanizmanın bir parçası durumunda kalan yargı makamlarının temel hak ve özgürlükleri koruma bilinciyle hareket eden yargı makamlarıyla aynı sonuçlara varamayacağı çok açık olarak ortaya çıktı.

SONUÇ

    * Yukarıda başlıklar halinde değinilen olgular, işaret edilen kurumlar ve mekanizmaların Dink cinayetinin hazırlanması, işlenmesi, cinayetin ardından delillerin gizlenmesi, karartılması, gerçeğin üstünün örtülmesi, yargı süreçlerinin sınırlarının ve çerçevesinin çizilmesi ve bu sınırların dışına çıkılmamasındaki uyumu ve ideolojik ortaklığı dikkat çekicidir. Esasen bu uyum ve ortaklık, cinayetin meşrulaştırılması yanında cezasızlığını da sağlayan ve olağanlaştıran güçlü bir aygıtın ve zihniyetin varlığına tekabül etmektedir. Bu güçlü aygıt devletin ta kendisidir. Hrant Dink’in hedef gösterilmesi, mahkumiyetiyle sonuçlanan yargı süreçleri ve öldürülmesi, cinayet yargılamalarının tıkanması, yani sürecin bütün olguları, devletin ideolojisini ve siyasetini işaret etmektedir.

    * Vatandaşlarının canını korumakla yükümlü devletin, zaman içinde kapsadığı kişi ve gruplar değişse de vatandaşlarından bir bölümünün (iç) düşman olduğuna karar verdiği, bu düşmana karşı yürütülecek mücadelede, cinayet dahil yasaların suç olarak tarif ettiği eylemlerin yargılanmadığı, bu nedenle, suçların ve suçluların cezasız bırakıldığı, hukuk dışına çıkan görevlilere bu eylemleri nedeniyle dokunulmadığı bir devasa mekanizma kurguladığı açıkça ve bir kez daha ortaya çıktı.
    * Kutsal devlet anlayışı ve siyasi kültürü ile şekillenen bu kurgu, devlet için, hukuk dışına çıkmayı, cinayet işlemeyi meşrulaştıran hatta özendiren, katilleri kahramanlaştıran bir sistemi mümkün kılıyordu.
    * İç düşman tanımının devletin ideolojisini ve toplumun homojenliği bozan farklılık öngörüsü üzerine kurulu olduğu, Hrant Dink cinayeti sürecine eylemleri ya da eylemsizlikleriyle katılan tüm aktörlerin bu tanım etrafında birleştikleri tespit edildi.

Bütün bu tespitlere ek olarak;

Hrant Dink’in hedef gösterildiği süreçte, darbe hazırlıklarının yapıldığı, ülkenin önemli ve tanınmış gazeteci, yazar ve aydınlarına suikast planlandığı, aralarında Hrant Dink’in de bulunduğu bu kişilere ilişkin ölüm listelerinin oluşturulduğu bugün ortaya çıkan bilgiler arasındadır.

Yine, aynı süreçte, devlet yapılanmasında değişime ve kurumlar arasında farklılaşmaya hatta çatışmaya tanık olundu. Bu değişim ve farklılaşma, hedef durumunda olan kimi aydınların yaşamlarını korumaya yönelik tedbirler alınmasıyla sonuçlandı. Kurumlar arası çatışma, çok sayıda aydın ve gazetecinin yaşam haklarının da güvencesini oluşturdu. Örneğin, Orhan Pamuk, talep etmediği halde, kendisine koruma tahsis edildi. Mehmet Ali Birand, zamanın MİT Müsteşarı’nca koruma altına alınarak öldürülmekten kurtulduğunu geçenlerde açıkladı. Bu ülkenin değerli aydınları Orhan Pamuk ve Mehmet Ali Birand’ın yaşamının korunması doğrultusunda alınan ve son derece haklı ve doğru bulduğumuz tedbirlerin yine aynı süreçte Hrant Dink’ten esirgendiğine de tanık olundu.

Birbirleriyle kavgalı kurumların Hrant Dink cinayetinin hazırlığına katkı, işlenmesine kolaylık ve katil zanlısına kahraman muamelesi konusundaki uyumu, devlet kadrolarında mevcut bir başka güçlü zihniyetin ne kadar yaygın ve içselleştirilmiş olduğunu gösterdi. Sürece bir bütün olarak bakıldığında bu zihniyetin, cinayetleri içselleştiren, olağanlaştıran, meşrulaştıran farklılıklara, özellikle Ermenilere düşman ittihatçı geleneğin uzantısı olduğunu söylemek hiç de yanlış bir tespit olmayacak.

Devletin yüzyıllık ittihatçı geleneğinin temelini oluşturan Ermeni düşmanlığının, bu cinayet sürecinde rol alan tüm kurum, kişi ve grupları birleştiren önemli bir faktör olduğu bu davada, adalete ulaşmanın yolu, bu düşmanlıkla ve bu düşmanlığın beslendiği tarihsel süreç ve devlet geleneğiyle yüzleşmekten geçiyor.

Karar süreçleri, hazırlığı ve yargılanışındaki yöntemler bu davayı benzerlerinden farklı kılmıyor. Ancak bu dava, benzeri suikastların ve faili meçhul bırakılmış olayların tümünü yeniden yargı alanına taşıma, devletin ve yargının geleneksel bakışı ile hesaplaşma potansiyelini taşıyor.

Bu dava, geçmişin ağır ve karanlık yüküyle yüzleşme ve başa çıkma yolunda başta siyasi irade olmak üzere herkese, her kesime önemli fırsatlar sunuyor. Bu fırsatı değerlendirmek elimizde.