“Hak ve hukuka uygunluk, hak ve hukuku gözetme ve yerine getirme” olarak adlandırılan Adalet konusunda uzun süredir yazmak istiyordum.

25 Ekim’de 8 hak savunucusunun ilk duruşmaları bittikten sonra kararım daha da netleşti.

Saat 9.30’da baskınla gözaltına alınan hak savunucuları hakkındaki gözaltı kararının saat 14.30’da verildiği ortaya çıkmış,10 kişi hakkında 7 gün olarak alınan gözaltı kararı 14 güne çıkarılmıştı.

Hem “silahlı terör örgütüne üye olmak” hem de “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” gibi birbirine aykırı iki iddia ve elle tutulur olamayan iddianameyle tutuklanan hak savunucuları nihayet serbest kaldılar! (1)

Benzer durumlar, son dönemlerde yapılan birçok yargılamada mevcut.

Hukuk denilen, toplumsal yaşamla ilgili kurallar bütününün, toplumun çoğunluğunca onaylanarak hazırlanması gerekirken çoğu zaman toplumun haberi bile olmadan veya topluma rağmen “isteseniz de istemeseniz de” denilerek ortaya çıkarılır!

Bu kuralların uygulayıcıları ise hukukçulara aittir.

Devletten tamamıyla bağımsız olması gereken adalet sistemi daha başından yanlışlarla dolu işleyişin içine girmiştir.

Hakim ve savcılar hakkında her türlü kararı veren yüksek kurulun 13 üyesinin 6’sı iktidarın Cumhurbaşkanı, 3 üyesi ise yine iktidarın çoğunluk olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından seçilirse ve Adalet bakanı doğal başkan, müsteşarı da üyesi olursa, bu kurul nasıl bağımsız olur/davranır?

Mümkün değil!

Balık daha baştan kokmuştur!

Yasaların uygulayıcısı olan hukukçular göbekten ve kopmazcasına iktidara bağlı ve bağımlıdır! İktidarın istemleri doğrultusunda karar vermeyenler ya görevlerinden el çektirilir ya da görev yerleri değiştirilir ki bunu 17 - 25 Aralık operasyonlarından bu yana açıkça görmekteyiz.

Hukukun işlemediği ve tarafsız olmadığını anlamamak mümkün değil.

Bu nedenle adalet konusunu, hukukun işleyip işlemediği veya adaletsizliğin nedenleri açısından irdelemeye gerek görmüyorum.

Adaleti başka açıdan, çoğumuzun dikkat etmediği, önemsemediği ya da görmediği bir açıdan ortaya koymak istiyorum.

Adalet mekanizması, içerisinde adaleti barındırmasa bile her dönemde vardır ve var olmaya devam edecektir. Bu mekanizmanın yaşaması ve sürekliliğini sağlaması için mutlak anlamda adaleti var etmesi, toplumsal kurallara, hak ve hukuka uyması gerekmez.

Hitler Almanya’sında, Mussolini İtalya’sında, Franko İspanya’sında, Çarlık Rusya’sında ve daha bir çok, adaletin olmadığı ülke ve topraklarda adalet olmasa da mekanizması bulunuyordu.

Adalet mekanizması iki yönlü çalışır.

Önceliği, kurulu olduğu ülkenin iktidarının, şimdilerde moda olan değimiyle “bekasını” savunmak zorundadır. Ülke bekası için gereken her şeyi yapar, yapmak zorundadır!

Toplumsal yaşam içerisinde de hak ve hukuk, eşitler arasında vardır. Hukuksal işlemleri olan kişilerin toplumsal statüleri eşitse adalet eşit bir şekilde ve tarafsız olarak işler! Statüler farklıysa, hukuksal sonuçtaki adalet ve tarafsızlık da farklılaşır!

Adaletin diğer yönüyse, gözden kaçırılacak kadar büyük bir iş sektörü oluşudur. Koşullar ne olursa olsun kendisini yaşatmak zorundadır.

Tepesinde Hakim ve Savcıların oturduğu, Avukatların komşuluk yaptığı piramitin alt katlarını çalışanlar ve yan sektörler oluşturur.

Adalet sarayı çalışanları, Polis ve güvenlik görevlileri, Cezaevleri çalışanlarıyla birlikte sayıları yüz binin üzerinde potansiyele sahip olan bu sektör aynı zamanda birçok yan sektörü de beslemektedir.

Cezaevi, Adliye sarayları ve lojmanlarını yapan müteahhitler, zırhlı araç üreticileri, adalet işlerinde kullanılan her türlü araç gereç sağlayıcıları, hukuksal her türlü kitap basımını üstlenen basımevleri, polis ve özel güvenlik elemanlarının elbiselerini ve diğer ihtiyaçlarını temin edenler, gıda firmaları, ulaşım sağlayıcılar ve benzer yan sektörler de adaletten beslenir.

Hatta hukukla ilgili tüm okullar, çalışanları, okulların ihtiyaçlarını sağlayanlar da aynı sistemden beslenir.

Ana sektör olan Adalet sistemiyle yan sektörleri de birlikte düşündüğümüzde, bu mekanizmadan birkaç milyon insanın beslendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Eğitim sisteminin düzgün çalıştığı, insanların hak, hukuk ve adalet konularında göreceli de olsa iyi yetiştirildiği toplumlarda suç oranı düştüğünden, cezaevleri kapatılmaya başlanmış ve bu sektör oldukça küçülmüştür.

Bizler gibi, eğitimin dünya sıralamasında en gerilerde olduğu, hak, hukuk ve adalete güvenin sıfırlandığı/sıfırlandırıldığı ülkelerde ise cezaevi yapımları en büyük sektör olma durumuna gelmiştir.

Son 15 yılda cezaevleri kapasitesi 2 katından fazla arttırılmasına rağmen 50 den fazla cezaevi yapımı devam etmektedir.

Adalet sektörü suç ve suçlularla beslenir. Her suçlu adalet sistemi için bir velinimet’tir. Suç ve suçlular arttıkça, oranlar yükseldikçe sektör canlanacak, sektörde çalışan ve sektörle beslenen nüfus artacak, sektör büyüyecektir.

Bir taraftan “Devletin bekası” sağlanacak, diğer taraftan sektörün yaşam kalitesi ve sektörden beslenenler arttırılacaktır!

Bunu sağlarken, hukuka, yazılı kanunlara, Anayasa’ya özen göstermek, verilecek kararların hukuksal olup olmadıklarına dikkat etmek, iktidarı denetlemek, yanlışlarını düzeltmek veya ikaz etmek gerekmez!

Adalet, her koşulda ikili görevini sürdürecektir.

Devletin ve kendisinin bekasını sağlamak.

Ancak, gün gelir, Adalet’e de adalet gerekebilir…

_____________________

(1) https://bianet.org/bianet/insan-haklari/190957-sekiz-hak-savunucusu-hakkinda-tahliye-karari