Fransız İhtilali’nin ardındaki sıcak günlerdir. Devrim gerçekleştirilmiş eski rejimin kalıntıları bir bir yok edilmiştir. İhtilalin gerçekleşmesinde birlikte mücadele eden Danton ve Robespierre birbirine düşmüş, Robespierre, bir zamanlar “ şu an ben, sizin kendinizim” dediği Danton için idam kararı vermiştir. Danton, kaderine boyun eğmiş giyotine başını uzatırken tek bir şey söyler: “İhtilal evlatlarını yiyor”.

 Tarihin bu altın kuralı sadece Fransız İhtilali’nde değil Bolşevik Devrimi’nde de, 1923’teki “Anadolu İhtilali”nde de gerçekleşti. Stalin, Bolşevik Devrimi için birlikte mücadele ettiği Troçki’yi, Mustafa Kemal, Kazım Karabekir’i yeni düzenin kuruluşuna kurban vermekten çekinmedi.

Doğru anladınız, “dershaneler meydan savaşından” söz ediyoruz. Dershanelerin araçsallaştırıldığı bu durum uzun zamandır kamuoyunda gizlenen güç mücadelesinin artık üzeri örtülemeyen yansıması.

Dün, cumhuriyetin kuruluşunda birlikte mücadele edip şekillendirilmesinde çatışan güçlerin iktidar mücadelesine benzer bir mücadeleyi bugün eski Türkiye’nin direnç noktalarının (asker, yargı ve bürokratik vesayet) kırılmasında birlikte mücadele edenler veriyor.

Şimdi mücadele eski Türkiye’nin kurumsal ve siyasal yapılarını birlikte etkisizleştiren cemaatle hükümet arasında. Biliyorsunuz, şen ortakların bir diğer bileşeni olan liberal-demokratlar iktidarı kendi gündemlerinde boğmak istediklerinde hükümet kılıçları çekmiş liberal demokratlar “yetmez ama evet” dediklerine bin pişman tasfiye olmuşlardı.

Şimdi cemaatle aynı çatışma yaşanıyor. Çatışmanın temelinde güç savaşlarının yaşandığını belirtmiştik. Bu güç savaşında cemaatin unuttuğu bir durum var.

Ak Parti artık hükümet değil devlet. Hükümetlerin sürekli askeri vesayetin yönlendirmesiyle hareket ettiği zamanlar da geride kaldı. Ezcümle, muktedirlerin hükümeti değil kendini muktedir gören bir hükümet söz konusu.

Hükümet, Hobbes’un Leviathan”ıdır artık. Her ne kadar hükümetle cemaat arasında Locke’un devlet felsefesinde anlattığı gibi doğa durumunda “koruma ve kollamaya” yönelik doğal bir anlaşma bulunsa da hükümet, cemaati iktidarının doğal bir ortağı olarak görmek istemiyor. Cemaatin devlet ve toplumsal alanda ulaştığı gücü devlet için artık risk olarak algılıyor. Cemaatin yurtiçi ve yurtdışında gösterdiği faaliyetleri “yararlı” olarak görse de ulaştığı ekonomik ve insan kaynağını siyasal açıdan risk olarak değerlendiriyor.

Hükümet, özellikle güvenlik ve yargı bürokrasisinde hükümetten bağımsız, hükümetin iradesi yerine başka merkezlerden güç aldığına inandığı bürokratların tutumlarından rahatsız. Hükümet sözcüsünün, hükümet yetkililerinin mesajlarına, Sayın Başbakan’ın bizzat açıklamalarına rağmen MİT Müsteşarı Hakan Fidan olayı, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un durumu cemaate bağlı bürokratların işi olarak görülüyor.

Cemaat ise askeri vesayetin gücünün kırılması aşamalarında (12 Eylül anayasa reformu, seçimler, darbe planlarına karşı gizli-açık destekle) verdiği mücadele ile kendisini hükümetin müttefiki olarak görüyor. MİT Müsteşarı ve İlker Başbuğ’un durumunu bağımsız yargının bir tasarrufu olarak değerlendirip yürütme gücünün icraatlarına açık ya da gizli bir direncin söz konusu olmadığını belirtiyor.

“Dershaneler meydan savaşı” karşılıklı bu güç mücadelesinde artık kılıçların çekildiği yeni bir aşama. Bu aşama aynı zamanda yerel seçim öncesi adayların belirlenmeye başlandığı özel bir durumu da sahip. Dershanelerin araçsallaştırılarak her iki kesimin güç testine girdiği bu özel durum karşılıklı bir uzlaşma ile elbette ortadan kalkacak. Bu çatışmanın mağdurları ise her iki tarafa da dayanarak varlığını güçlendirmeye çalışanlar olacak.

Ne şiş yansın ne kebap, serden de vazgeçmem yardan da diyenler için kötü bir zaman. Hem hükümet hem de cemaat için bu olaydaki tutum turnusol kâğıdı niteliğinde. Özetle, birilerinin artık kırmızıya da dönse ellerindeki zarı atmaları gereken bir dönemdeyiz.

Biliyorsunuz artık, Danton giyotine başını uzatırken, ”ihtilal evlatlarını yiyor” diyordu.