Milliyet gazetesinin internet sayfasında, ulusalcıların medar-ı iftiharı Birgül Ayman Güler’in sözlerine tepki olarak istifa eden CHP Adıyaman Milletvekili Salih Fırat’la ilgili haber verilirken yapılan bir aktarım hatası bütün meseleyi özetliyor gibiydi. Bu internetin ironisi olarak da okunabilir ama haberi hazırlayanların bilinçaltı klavye sürçmesi (lapsus) gibi görünüyor.

Haberde Salih Fırat’ın istifa dilekçesini açıklayan danışmanı Ayfer Fırat’ın sözleri şu şekilde yazılmış: “Salih Fırat'ın, gördüğü zulüm üzerine partiden istifa ettiğini söyledi. Daha sonra bir açıklama yapacak."

Buradaki lüzum’un zulüm’e dönüşmesi CHP’nin en yetkili sözcülerinden birinin meclis kürsüsünde Türkiye’deki “milli bir hissiyatı” dile getirmesinin esasta ne anlama geldiğini de yansıtıyor gibi. Türkiye’de her tür lüzum çoğu zaman zulme dönüşebilir!

CHP’nin içindeki ulusalcıların en gözü karalarından biri olduğunu müteaddit kereler gördüğümüz Birgül Ayman Güler’in sözlerine bunca şaşıranlara da şaşırmamak mümkün değil. Sanki Kürt sorunu dediğimiz belalı meselenin özünü teşkil eden ideolojik formasyon ve yaygın anlayış böyle değilmiş, her şey yolunda giderken ilk defa böyle skandal bir sözle karşılaşılmış gibi tepkiler verilmesi de doğrusu tuhaf. Zaten Güler’in kendisi de şaşırmış. Bunu her zaman söylediğini, hatta parti programında da aynı düşüncelerin mevcut olduğunu belirtivermiş. Arkasından Süheyl Batum da Birgül Ayman Güler’i destekleyen beyanlarda bulunarak en sahici açıklamayı yaptı: “(Birgül Ayman Güler) orada birçok kişinin ortak düşüncesini dile getirdi.”

“Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler!” dediği rivayet edilen Mahmut Esat Bozkurt geleneğine sımsıkı yapışmış bir CHP’den söz ediyoruz. Genel Başkanı Dersimli bir Alevi de olsa, esas gövdeyi ve ideolojik-politik mekanizmaları oluşturan kadrolar bu damardan besleniyor ve siyaset üsluplarını Altı Ok’taki değerlere sadakat üzerinden kuruyorlar. Birgül Ayman Güler’in web sayfasına girdiğiniz zaman gözünüze doğru fırlayan oklarla karşılarsınız.

Siz bakmayın zaman zaman CHP’den farklı seslerin yükselmesine; özünde ırkçı-milliyetçi çizgideki kadroların ağırlıkta olduğu bir siyasi parti olmayı aşamıyor. Zaman zaman yaptığı ürkek bazı “açılımlar” da hâlâ CHP’den yana umut beslemeye çalışan insanları yanıltmaktan başka bir işe yaramıyor. Belki de Güler’in bu son sözleri hem ülkedeki hem de CHP’deki saflaşmayı hızlandıracaktır ama CHP’nin taban olarak Kürt gerçeğiyle yüzleşmeye, tanışmaya, barışmaya hazır olduğu oldukça şüphelidir. Onların tanımaya, barışmaya hazır oldukları Kürt, henüz evrimini tamamlamamış, dolayısıyla Türk kavramının içinde eritilmesi gereken folklorik bir unsurdur. Bu bakışa göre herkes evinde, köyünde, tarlasında dilini konuşsun ama Türk olsun!

MİLLİYETÇİLİĞİN BİN BİR MASKESİ

Birgül Ayman Güler’in sözlerinin en kaba, en sakil ve insanı zaman zaman dehşete düşüren versiyonlarını gündelik hayatın her alanında görebiliyoruz. Bir dönem internetteki oldukça popüler bir Kürt tanımında Kürdün “Türk olma şerefine henüz erişememiş olan bir varlık” olduğu yazılıyordu. Bu tanımlamanın Birgül Ayman Güler’in “klan-kabile, soy-boy, milliyet, ulus” sınıflandırmasındaki “derin” sosyolojik bakışla nasıl bir paralellik içinde olduğu hemen fark ediliyor.

Türkiye’deki milliyetçi dalgalanmaların yükseliş zamanlarında facebook’ta sık sık dolaşıma giren ve “beğen”ilme rekorları kıran bir vecize daha var ki bu Cumhuriyet’in demir yumruğunu göstermesine duyulan özlemi de ifade ediyor: "Bir subay şehit oldu diye 'Menemen'i yakın' diyen Mustafa Kemal'i özledim!" Esas olarak bu bir ruh hali. Kurtuluş Savaşı’nın hâlâ sürdüğünü ve ülkenin sonsuza kadar iç ve dış düşmanların tehdidi altında yaşamaya mahkûm olduğunu zanneden patolojik bir durum.

Çığırından çıkmış milliyetçiliğin ürettiği nefret ve şiddet dilinin örnekleri internet ortamlarında o kadar yaygın ki, sadece büyük gazetelerin internet sayfalarındaki yorum bölümlerinde 10 dakika gezmek bile insanın ruhunu zehirlemek için yeter de artar bile. Paris’teki cinayetlerden sonra sosyal medyada “Paris Şimdi Dünyanın En Güzel Şehri” kampanyaları bu kudurgan milliyetçiliğin en son pratiklerinden biridir.

Milliyetçilik netameli bir konudur. Türkiye’nin en belalı meselelerinden biri olduğu için pek kurcalamaya gelmez: Vahşi pençeleri olan bir canavardır Türkiye’deki milliyetçilik. En çok kendisini milliyetçilikten arındırdığını söyleyenlerde bile farklı renk ve biçimlerde nüksetme olasılığı çokça bulunduğu ve aramızda yüzlerce maskeyle gezebildiği için milliyetçiliğin nerede başlayıp nerede bittiğini anlamaya çalışmak pek kolay görünmüyor.

Ama bu ülkede bu hastalıktan azade yaşamaya çalışanların gördüğü ve bildiği en tehlikeli milliyetçilik türleri solculuk, sosyalizm, antiemperyalizm ve Müslümanlık kılığında dolaşanlarıdır. Biri enternasyonalizmi, halkların kardeşliğini, emperyalizme karşı mücadeleyi gözümüze soka soka milliyetçilik yaparken diğeri ümmet kardeşliği bayrağına milliyetçiliğin boyasını döker. Ama sonuçta duyarlı insan yüreği taşıyan herkesin kolaylıkla fark edeceği bir hastalıktır bu. Bu hastalığı anlamak için özel meziyetler gerekmiyor, insan olmak yetiyor.

CUMHURİYETİN FOTOKOPİ ÖZNELERİ

Milliyetçilik, Türkiye Cumhuriyet’inin devlet olma üslubudur. Bu yüzden devletin bendeleri olarak tasarlanan öznelere doğduğu andan itibaren milli ve manevi değerler zerk edilir. Bütün sistem, devasa bir ideolojik değirmen gibi, bütün “Cumhuriyet Yurttaşları”nın Atatürk Milliyetçiliği olarak formüle edilen ideale sadakatle bağlı “bireyler” haline gelmesi amacına göre tasarlanmıştır. Devletin torna tezgâhları mükemmel çalışarak milli ve manevi değerlerle donanmış özneler yetiştirir.

Sistemin mükemmel bir şekilde çalıştığını anlamak için sosyoloji okumaya, derin analizler yapmaya gerek yok. Hem İslami gelenekten hem de sol gelenekten gelme bunca insanın milliyetçilik ve Türklük söz konusu olduğunda birbirine benzer tepkiler vermesi, dalgalanan bayrak karşısında duygulanıvermesi, “milli ve manevi değerler” konusunda ortaklaşması, Kürtler söz konusu olduğunda “milli mutabakat’ çizgisinde buluşması, söz gelimi Mümtaz Soysal gibi sıkı bir kemalistin Başbakan’ı Kürt meselesi ve Uludere konusunda takdir etmesi, Birgül Ayman Güler’in söylediklerine partisinden ve toplumun birçok kesiminden hemen pek çok ortak bulması Cumhuriyetin eğitim sisteminin nasıl “mükemmel” fotokopi özneler yarattığının en sağlam göstergesidir.

Sonuç olarak, CHP’nin her zaman şahlanmaya hazır bu modern ve sosyal demokrat kılıklardaki milliyetçiliğini birkaç kişinin marifeti sayanların önce dönüp Parti programını yeniden okumasında yarar var. Öyle görünüyor ki bütün bu kafa karıştırıcı durumların ortasındaki en acıklı görüntü, hâlâ CHP’de mevzilenmiş olan sosyalizme yatkın bir ruhun olduğunu ve bunun bir gün uyanacağını bekleyen “solcu”ların halidir. Oysa bu kumaştan ancak böyle bir elbise çıkabiliyor.