Gazın her türlüsünü yoğun yaşamış bu dönemde herkes elinde ne var ne yok şöyle bir yoklasın derim ben; bir fani ahalisine tabi olaraktan.

Hafıza konusunda birbirimizi zorladığımız bu Gezi Parkı eyleminin nelere nail ve nelere kadir olduğunu nasıl bir çözüm ile sonuçlandığını sorgulamak adına iki kelam sallamak farz-ı sünnet oldu.

Dini imanı olan, kurban olayım ne kutsalınız varsa onun aşkına “çapulcu” esprisi yapmayın.

Padişahım çok yaşa şiarıyla kendini havaalanına atanlar ile hayatımıza karışma diyenler arasındaki fark; Gezi Parkı için Başbakanla görüşmeye giden Polat ile “Müşterekler” arasındaki mesafe kadardır. Malumunuz “memlekette önemli meseleler ve tarih bilgisini “Kurtlar vadisi” ile yorumlayıp hayata katanların ülkesi burası.. Ve tabi ki bu mesafeyi nasıl kısaltırız ona da bakmak lazım..

Yine halı hazırda “mustafa keserin askeri” olmayı; her ne kadar Mustafa Keser görevine devam etmeyeceğini bildirse de onun askeri olmaya kendini meyil etmiş dünyalı kardeşlerim iyi ki varsınız.

Şimdi herkes şapkasını, vicdanını, akıllı telefonunu, önyargısını, çayını, çerezini , mısırını, kadehini takkesini, gaz maskesini v.s.ini önüne koysun ve düşünsün birlerinin askeri olacaksak ne diye “devrim” yapıyoruz. “Faşizm” kelimesini kelime olarak bilenler, hele deyin bana da, siz ne anladınız ne biliyonuz? Deyin ki siz de ben de teskereye kavuşsak.. Bu kelimeyi cümle içinde kullanmak tek başına bir değişim göstergesi değildir.

Gezide önyargılar telef olmayla yüzleşirken biliyoruz ki bazı yerlerde birtakım kişiler sivil olmasına rağmen militarist özleme slogan atarken, derdin ne olduğunu algılayamamasını “Ali ata bak” döneminden gelen sistem entegrasyonu olarak afişe etmeyi görev bilir ve her eleştiriyle yapmayı zevk bilirim.

Bu borcu ödemek üzere direnişin arkasında gizli güçler, faiz lobisi ve dış mihrak arayanlar adına yorum getirerek; organizasyonun arkasında gaz maskesi, yüzücü gözlüğü, kask , köfte ekmek ,pilav, su ve yer yer seyyar içki satanlar olarak belirledim. Üşenmedim gittim bu işi yapanları bir gazeteci yada bir ajan gibi sorguya çektim.

Sonuç; Gaz maskesi, kask, yüzücü gözlüğü satan arkadaşın arkasında “qahveci Saleh abe ( Türkçesi Kahveci Salih Abi) var. Bu işe girişen bu girişimci arkadaşımız Qahveci Saleh Abe’den borç para almış.

Köfte ekmek işi yapan arkadaşın arkasında yılların meslek birikimi varmış..

Su satan abinin arkasında işsizlik varmış…

Pilav işi yapan abinin arkasında ; walla sordum konuşturmaya çalıştım olmadı.. En son dayanamadım sordum ”arkanda kim var” diye. O da sert bir şekilde “kendimi bildim bileli arkama kimseyi almadım, almıyorum, almayacam“ dedi…

Seyyar içki satan arkadaşın arkasında faiz lobisini yakaladım evet sayın seyirciler bu işi yapmak adına yasal faizci bankalardan kredi alamayan bu kardeşimiz “faizle“ tefeciden yani faiz lobisinden para almış..

Bir diğer merak edilen soru “Ana Akım Medya neden suskun”. Bu sorunun cevabı da “ne zaman kendi cümleleri ile konuştular”.

GSM operatörlerinin kampanyalarla bizi soyduğu bu nadide bilişim çağında tespitler sunmaya devam ediyorum. Biliyorum stratejistler kadar fantastik olmayabilirim yada sexin grup mantığı ile yaşayıp yorumu başkasına yükleyenler kadar ahlaksız olmayabilirim. Bu, 10 yaşında bir çocuğun öğretmenine yalan söylerken zorlandığını hatta utandığını ve yalanı bir kişiye söylediği halde ne kadar ezildiğini bilmiyorum manasına gelmesin. Hema çok iyi biliyorum ki vergilerimizle bakmakla yükümlü olduğumuz çok değerli devlet büyüklerimiz yalan atarkene pek özensiz pek dağınık ve pek kurgusuz takılmaktadırlar. Düşünün bir yalan söylüyorsunuz 2 dakika sonra belgelerle yalan olduğu ortaya çıkıyor.

Bir diğer eleştiri tokuşturacağımız zatlar ise devrimden sonra devrimci olanlara; ki onlar daha çok kutlama insanlarıdır. Yine direnişten hemen romantizm çıkaran sosyalist abelere diyeceğim var. Adam yememiş içmemiş daha ortada bir şey yok devrim olmamış ve pratikte görücü usulle razı olacak zat hemen döktürmüş aşk ve devrim yazısını. De haydi yazdın abem peki saydığın ötekilerde niye eksik isim kullanıyorsun.

Mamafih (Word programı bu kelimeyi böle düzeltti) bir diğer karın ağrısı da ”vay efendim biz buradayız da mücadele ediyoruz da Kürtler nerde”... Evet güzel bir yakınma hemen gereken cevabı kendimce vereyim. Şimdi part time direnişçi kardeşim bu ülkenin Kürtleri, Alevileri, emekçileri kısacası tüm ötekiler hep ordaydı. İsyanın, sömürünün, asimilasyonun, kısacası tüm belgesel zamanlarında hep ordaydılar. Ötekiler bilir ki hak ihlalin olduğu yerde olmamak sisteme benzemekle eşdeğerdir. “Düşmanına benzeyeceksen kapat git lo dükkanı”. Asıl soru ötekiler hep oradayken sen neredeydin. Durun sorumu geri alıyorum. Şöyle sorayım hangi taraftaydın?

Bir diğer kelam; yandaş basın dışında muhalif takılıp hortum yanında kitap tişört satmaya çalışanlar ile “birkaç kişi ölseydi iyi olur“ diyenlerin de asıl derdinin başka olduğunu da biliyoruz.

Sizin anlayacağınız müthiş bir anlam karmaşası var. Bu karmaşaya gülümseme katacak bir hikaye ile kapatalım bu dertli ve kederli yazıyı..

Bundan 10 veya 15 yıl önce, tarih önemli değil hikayeye verelim kendimizi..

Memleketin bir ücra köşesinde bir gün bir köyden bir amca, yaşının verdiği zorluklar neticesinden prostat şikayeti ile ilçenin devlet hastanesinden derman bulamayınca, şehrin devlet hastanesine gider…

Sırada bekleye duran amcamız sıranın kendine gelmesi için 2 saat oturur pozisyonda sağlık sisteminin faydasından yararlanmak için içeriye ve nihayetinde doktor beyin yanına girer..

Doktor sorar tabi neyin var diye.. Amcamız yettiği kadar Türkçesiyle gereken özenli cevaplarını verir. Prostat belirtisi olduğunu anlayan doktor fiziki yani tabiri caizse elle kontrol için soyun komutu verir amcaya.. Yaşlı amca gömleğini çıkaracakken doktorumuz yine bir sözlü müdahale ile pantolonunu ve iç çamaşırını çıkarmasını söyler. Amcamız doktorun bu isteğine mızmızlanarak gerekli hamleyi yapar..

Bu arada şimdiki gibi hastaneye gitmek için 15 gün öncesinden randevu almanız gerekmiyordu. Hastaneye gider tedavi edilemeyecek gibi ise “sevk kağıdı” ile en yakın, koşulları iyi olan hastaneye sevk yapılırdı. Bu önemli anekdotu da aktardıktan sonra hikayeye yani aksiyona devam edelim.

Doktorumuz gerekli tanı için amcamızın cinsel organını kontrol etmektedir el hareketleri ile.. Bu esnada doktorumuz bir soru yöneltir.

Doktor: Amca sevk var mı?

Amca doktorun el hareketleri ile biraz keyfe biraz zevke gelmiştir..

Amca: Hema .. ahhh… hema hema biraz var..

Evet değerli okurumuz “sevki”, “ZEVK” anlayan amcamız kendi içindeki duyguyu dışarı yansıtmış ve muhatabına haliyle ilgili mesajı vermiştir.

Şimdi insanlar “isyan” var diyor, erkan sahipleri “ziyan var” anlıyor. Kimin bu işten keyfe geldiği ve kimlerin ne kazandığından çok, insanlar; herkes kendini özgürce yaşasın diyor. Arkada, önde bir şey var mıdır , yok mudur bilmem ama yan yana çok insan var onu biliyorum..

Dileğimiz odur ki; daha fazla kayıp vermeden, şiddet bertaraf edilir ve bir diyalog ortamı açılarak, yetkililer tarafından gerekli somut adımlar atılır.

Bırakın meydanlarda toplanan insanların muhasebesini tutmayı “misak-i milli” sınırları içerisinde bulunan her canlıya nasıl yaşam şansı vereceğiz ve neler yapacağız onu düşünelim. Taksim’deki ağaçtan Erciş’teki ormana Perisu üzerindeki Hes’ten Karadeniz’deki Hes’e kadar ve en önemlisi tüm bu doğayı renklendiren insanı nasıl yaşatırız, bunu düşünüp herkese “hakkını” verelim..