Eskiden Avrupa’da Museviler toplumdan yalıtılarak kendi mahallerinde yaşamak zorunda bırakılmış. Buralara “getto” adı verilmiş. Zamanla “getto”, bir kentin herhangi bir azınlıkça yerleşilen bölümüne verilen ad haline gelmiş.

Günümüzde de, “gettolaşmak” diye yeni bir kavram ve olgu ortaya çıkmaya başladı. Yani çeşitli kimlikler, kümeler, gruplar farklı mahallelere kapanıyor, toplum kendi kendine ya da psikolojik iklim nedeniyle gettolaşıyor.

Son zamanlarda Türkiye’de her şeyin “mahalle” metaforu üzerinden tartışıldığını görüyoruz.

Tartışılması iyi de, durum tespitinden öteye geçilememesi ve yangına körükle gitme halinden çıkmaya yarayacak tutumların gelişmemesi kötü.

Neden?

Çünkü “mahallerin ayrılması”, hatta bazı araştırmalara göre “sitelerin ayrılması” gündemde.

İlk bakışta, her topluluğun kendi mahallesinde, sitesinde yaşamasının daha özgür bir ortam yaratacağı düşünülebilir. Belki bunun yararlı yanları da vardır. Zaten öyle olmasa kimse gönüllü bir şekilde kendini gettoya hapsetmez.

Tabii ben burada “gettoya hapsetmez” diyerek, bunun kendi kendini tecrit etme, hapsetme, dışa kapama olduğunu iddia ediyorum, ama o insanlar bunu bir özgürleşme, ötekilerden arınma, tek tipleşme olarak görüp, pozitif algılıyor.

Birbirine düşmanca bakan kümeler haline gelmemize bakarak, onları haklı bulanlarımız da olabilir. Başörtülü kadınlara çeşitli sıfatlar yakıştırarak dışlayanlar, açık kadınlara kötü gözle bakan dindarlar, Kürtlere vatan haini diye saldıran gençler, solculara terörist imgesi yapıştıranlar, Ermeni lafını duyunca suratı değişenler, Alevi taleplerine kulaklarını tıkayanlar...

Bunlar insanları gettolara itiyor.

Peki gettolaşınca ne olacak? İnsanların hasbelkader birbirlerini tanıma şansı da olmayacak. Her kesim iyice kemikleşecek ve birbirinden nefret edecek.

Bu durum sahte ve geçici bir özgürlükten başka bir şey değil. Toplum olamayışımızın, bölünmüşlüğümüzün, kutuplaşmamızın, ötekine saygısızlığımızın, birbirimizden kopuşumuzun göstergesi.

AÇILIN KAPILAR

Tüm kesimlerin birbirlerine acilen kapılarını, pencerelerini açması gerek. Her kesimin kanaat önderlerinin, liderlerinin, tepeden gerilim, kutuplaşma ve nefret empoze etmeyi bırakması zorunlu.

Elbette hepimiz farklıyız. Farklı etnik, dinsel, kültürel ve ideolojik kimliklerimiz var.

Ancak, farklılıklarımızın kabulü ve eşitliği üzerinden yan yana yaşamayı beceremezsek, herkes kendi gettosuna kapanırsa, birbiriyle ilişkisini gittikçe azaltırsa çok güçlü çatışmalar, derin sorunlar ortaya çıkacak. Düşmanlaşma artacak…

YENİ BİR ORTAK “BİZ” DUYGUSU YARATMALIYIZ

Ben bir Sünni Hanefi Türk kökenli solcu olarak, bırakın aynı mahallede yaşamayı, aynı apartmanda, aynı sokakta Ermeni bir komşumun Paskalya’sını kutlamak, Alevi komşumun Muharrem Aşuresi’ni kaşıklamak, Şeyhmusların düğününde Kürtçe şarkılarla halay çekmek, Hacı Ramazan Amca’nın Regaip Kandili’nin mübarek olmasını dilemek, 10 Kasım’da balkonuna astığı bayrak rüzgardan katlandığı için Ayşe Öğretmen’i uyarmak istiyorum. Tabii onların da, ben 1 Mayıs kutlamalarına giderken fazla gaz yememem için dua etmelerini diliyorum.

Biliyorum, bu söylediklerim birçoğumuz için hayal gibi. Hiçbirimiz bu durumda değiliz. Gittikçe de bu uçurum derinleşiyor, derinleşecek. Ortak “biz”den hızla uzaklaşıyoruz. Kaldı ki, o “biz”in, bizi ne kadar anlattığı, ne kadar kapsadığı asıl tartışılması gereken.

Artık tespit yapmaktan öteye geçmek, varolan durumun tehlikelerini görerek, sanatın, medyanın, aydınların ve de siyasetçilerin sağaltıcı bir misyon yüklenmesini sağlamak gerekiyor.

Tam da burada yapılması gereken, yeni bir ortak “biz” duygusu yaratmak belki de. Yeni bir toplumsal taahhüt oluşturmak. Yeni bir anayasa, yeni bir toplumsal mutabakat…

YA YENİ BİR YOL, YA DA TEMCİT PİLAVI

Artık dünya çok dilli, çok dinli, çok kültürlü, çok kimlikli yaşamın doğru yollarını bulmak zorunda. 19 ve 20. Yüzyıl paradigmalarının ürünü toplum modellerinin başarısızlıkları ortada.

21. Yüzyıla önceki yüzyıllardan devraldığımız sorunlarla girdik. Ne “ulus devlet”, ne “dini devlet”, ne de “sınıf devlet” modeli bu sorunları çözebildi. 19 ve 20. yüzyılın kapitalist-liberal ve sosyalist sistemleri önümüze yeni sorunlar bakiyesi devretti. Kimliklerin özgürlüğü, çevrenin korunması, ekonomik ve demokratik katılımın sağlanması, her alanda eşitlik vb…

Ya iyi bir muhasebe yapıp, faturayı sürekli başkalarına kesmeyi bırakıp yeni bir yol yaratacağız, ya da temcit pilavını ısıtmaya devam edeceğiz…