“Kanunlarınız dünyayı kirli ve düzensiz bir toplama kampına çevirirken, kölelerden oluşan bir jenerasyon yarattı. Çocuklarımıza çaresiz olmayı öğretiyoruz. Öyle planlanmış vaziyetteyiz ve ince ince yönetiliyoruz ki, burası artık dünya olmaktan çıktı. Burası lanet olası bir sahil güvenlik teknesi oldu.” diyen Chuck Palahniuk’e katılmamak elde değil. Çünkü herkesin bir başka beden üstünde baskı kurduğu ve benden farklı düşünüyorsan yoksun dediği bir coğrafyada yaşıyoruz.

Kendi özel tarihimizle uğraşacağımıza, başkalarının işine burnumuzu sokup, illa bir metoda gören düşünmek zorunda olan, kuralları olup neden varsa sonuç da vardır diyen, sloganlar ve doktrinler eşliğinde, her cümleyi sürekli analiz etmeye kalkışan bir ruh haliyle ortalıkta dolanıyoruz.

Başkası niçin düşünmüyor, neden basit düşünüyor, niçin eleştirmiyor, neden benim gibi düşünmüyor, neden partime oy vermiyor diye hayıflanarak, hem bedenimiz üstünde hem başka bedenler üstünde inanılmaz bir baskı uyguladık.

Herkesin bizim gibi düşünmesi, okuması, okuduğunu sorgulaması ve sorguladığını pratiğe aktarması gerektiğini ifade edip insanlar için sınır, yöntem, ahlak vb. ilkeleri belirledik. Çünkü hepimizin mayasında faşizmin ruhu vardı. Benimsediğimiz bu ruh yüzünden, ideolojilerin gölgesinde bir kukla gibi yaşayarak zihnimizi darmadağın ettik.

Nasıl olsa, basit düşünmek hiçbirimize yakışmıyordu. Siz iktidar düşkünleri de, ağır abi takılıyordunuz. Ağır abi sendromu nedeniyle Kaf Dağı’nın zirvesinde olduğunuzu düşünüyordunuz ama fikriniz, küçük ayrıntılara takılmaktan bir türlü kurtulamıyordu. Küçük ayrıntılarla kafayı kurcalarken, bazen rolleri karıştırıp savunma mekanizmasına sarıldınız ve yarattığınız yaralı bilinç yüzünden, hep birlikte kafayı sıyırdık.

Erken yaşlandığımız için makarası bozulmuş bir makineye dönüştük ve ömrümüzün büyük bir bölümünü, ensesi kalın siyasetçilerin beş kuruşa yaramayan sözlerini dinleyerek, ateşli, kısır ve gereksiz tartışmalarla vakit harcayıp, siyasetin günlük dedikodusunu yaparak heba ettik.

Haberleri veya tartışma programlarını izlerken, o kadar pür dikkat davrandık ki, evdeki herkesi susturmak için ses tonumuzu yükseltir, bayatlamış düşüncelerinizi çocuklarımıza zorla dikte ettirir. Çocuklar, fikirlerinizi beğenmeyince, biz de çileden çıkıp onlarla kavga eder ve sizin gibi politik efendiler için aile bireylerine şiddet dahi uygulamaya başladık.

Saçma sapan ve gereksiz fikirlerin arkasından koştururken, hayatımızı cehenneme çeviren iktidar azgınlığına, bizi çarmıha geren yoldaşlığa ve hayallerimizi çalan muktedir tavra esir düştük.

Rengi, dili, dini farklı olup birlikte yaşadığımız, birlikte âşık olup birlikte şarkılar söylediğimiz komşularımız, dostlarımız ve aşklarımızla, üstelik aramızda pek bir sorun yokken; efendilerimiz, “onlar düşman” diye ferman buyurunca, yaratılan düşman kavramına bodoslama daldık. O kadar kopmuş, asabileşmiş ve çığırından çıkmıştık ki, nasıl bir caniye dönüştüğümüzü fark dahi edemedik.

La Boêtie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev adlı eserinde; “Sizler, gözlerinizin önünde, en güzel ve en parlak kazançlarınızın götürülüşüne, tarlalarınızın yağmalanmasına, evlerinizin ve eşyalarınızın çalınışına seyirci kalıyorsunuz. Öyle bir yaşam sürüyorsunuz ki, hiçbir şeyin size ait olduğunu söyleyebilecek durumda değilsiniz.” İktidarlara yeni kurbanlar sunmak için “çocuklarınızı onlara yapabilecekleri en iyi şey olan savaşlara götürsün diye, katliama götürsün diye, onları tutkularının uşakları ve intikamlarının uygulayıcıları yapsın diye büyütüyorsunuz.”

Kahraman olarak gördüğümüz efendilerin önünde diz çöküp, kana susamış azılı haydutlar gibi yeni sloganların peşinden koşturup çocuklarımızın etini yedik, kanını içtik.

Savaş, yıkım, ölüm ve ideolojik manipülasyonlar yüzünden benliğimizden koptuk ve yüreğimize demirden tohumlar ektiniz. Çünkü genziniz, ölü insan eti istiyordu.

Küçücük beyninizle toplum mühendisliğine soyunup kutuplaşmayı daha fazla keskinleştirmek için insanların mabedine hücum ettiniz ve yerin dibine batası ideolojilerinizin yaydığı zehir sonucunda, insanları ötekileştirip katlettik.

Solcu, laik, dindar ve milliyetçi gibi ayırımlarda bulunup kendi fikrimize yakın olan ölü çocukları ön plana alıp diğer ölü çocukları yok saydık. Çocukların ölümüyle ilgili o kadar çok gaddarlaşmış, zalimleşmiştik ki, ölülerin göstermelik yasını tutup iğrenç bir ölü sayma yarışına girdik.

Günahlarınızdan arınmak için o çok sevdiğiniz ölülerimizin bedenlerini, yüreğimizde bayrak gibi dalgalandırdınız ve dayattığınız kıyamet teorileri sayesinde, yeryüzünü oturulamayacak kadar korkunç bir “tımarhane”ye çevirdiniz.

Şairin, “Fişledim bütün yerlerimi, çarmıha gerdim. Asıp kestim caniliğimi şimdi,” mısralarında ifade ettiği gibi, içinizdeki kasapla mücadele ederek, onu sahiden yok ettiğinizi mi düşünüyorsunuz? Bilakis, egonuzu tatmin etmek ve tapındığınız bütün çürük kahramanlara biat etmemiz için daha çok kan istediniz. "Biz seri katiller sizin oğlunuzuz ve sizin kocanızız. Biz her yerdeyiz. Ve gelecekte daha çok çocuğunuz ölmüş olacak," fikrini yaralı bilincimize empoze ettiniz.

Yanlış tercihleriniz, yanlış fikirleriniz, yanlış davranışlarınız yüzünden insanlığımıza, bedenimize, düşlerimize ve tutkularımıza yabancılaşmaya başladık.

Hayatın güzelliklerini keşfetmeyi, bir elin bir ele dokunuşunun yarattığı hazla, kendimizi doğanın ellerine bırakıp ağaçları, denizleri, bulutları, dağları, ovaları, kuşları, çiçekleri, doğan ve batan ayı, güneşi, kasıklarımızı yakan şehvetli bir sevişme anını, aşklarımızı, sevdalarımızı, türkülerimizi ve hikâyesi henüz tamamlanmamış özel tarihimizi yazmayı unuttuk.

Bilinçaltındaki batakhanenizde, makyajlı maskeler, çıkar ilişkileri ve şiddet eksenli ego eşliğinde, ülkenin tamamını cayır cayır yakıp, ömrümüzü adadığımız geleceğimizi kanlı bir tarihle taçlandırdınız.

En sonunda, ülkeyi cehenneme çevirerek, çocuklarımızın hayatından vazgeçtiniz. Hayatımızdan vazgeçtiğiniz için geçmişimizin sesini kestiniz ve kumbaramızda biriken bütün geleceğimizi tükettiniz.