Kefir Orta Asya'da göçebe olarak yaşamlarını sürdüren Türkler tarafından 5000 yıl önce bulunmuştur.

Hayvanları ilk evcilleştirdikleri zaman onların sütlerinden yararlanan Türkler yaşamlarının her alanında mayaladıkları süt ürünlerini her yere taşımışlardır.

Sürekli yanlarında bulunan atlardan, keçi ve koyunlardan yararlanmışlar ; at sütünden kımız , keçi veya koyun sütünden kefir üretmişlerdir. Daha çok yerleşik topluluklar tarafından üretilen peynirden, yoğurttan önce kefir üretilmiş ve insanların temel besin maddesi olmuştur.

Sürekli göç eden topluluklar Orta Asya'dan gelerek Avrupa'ya yaptıkları akınlarda beslenmeleri ile Avrupalıların dikkatini çekmişlerdir. Bu yüzden Avrupalılar Türklere ''Laktafagüs'' ( süt obur) adını vermişlerdir. Beyinsel ve fiziksel gücü yüksek, protein beslenmesi fazla, çok güçlü ve sağlıklı vücut yapıları ile araştırmacıların ilgi odağında olmuşlardır. Avrupa'nın salgın hastalıklardan kitlesel ölümleri yaşadığı zaman diliminde, büyük Hun imparatoru Atilla'nın orduları Roma'ya saldırdığı tarihlerde Türklerin hastalıklara karşı dirençli olmaları Avrupalılar için hep soru işareti olmuştur.

Türklerin beslenmelerinde dikkat çeken kefir; Avrupalı tarihçiler tarafından o tarihlerdeki kayıtlara sihirli, mucizevi içecek olarak geçmiştir.

Macaristan, Polonya ve İskandinav ülkelerinde bugün yerel olarak çok yaygın olan kefir Orta Asya'dan gelen Türkler tarafından getirilmiştir. Ünlü gezgin Marko Polo seyahatlerinde kefirden söz etmekte, ancak bir türlü elde edemediğinden Avrupa'ya getiremediğini belirtmektedir. Tibet'te budist rahiplerin elde ettikleri kefiri sürekli mayalayarak tapınaklarında gelen ziyaretçilere şifa olarak dağıttıkları, hastaları kefirle iyileştirdikleri bilinmektedir. Kefir bütün dünyada dilden dile dolaşarak bir efsane haline gelmiştir. Rusların uzun yıllar kefiri elde etmek için Türk toplulukları ile mücadele ettikleri ve bir türlü kefiri alamadıkları yine efsaneler arasındadır.

120 YAŞINDAKİ KAFKASYALILARIN GENÇLİK İKSİRİ.

5000 yıllık tarihsel gelenek Kafkasya'daki Elbruz dağlarındaki Türklerin geleneklerini sürdürmeleri sonucu günümüze ulaşabilmiştir.

Kefirin üretilmesinde kullanılan orijinal kefir daneleri babadan oğul'a geçen bir miras gibi değer taşımış, bir mücevher gibi diğer topluluklardan korunmuştur. 
Sürekli göç edenlerin kendi çadırlarının yanında özel topluluğa ait kefir çadırları kurdukları bilinmektedir. Hastalıklara şifa olması nedeniyle kefir ''Peygamber danesi, peygamber darısı ''gibi isimler almıştır.

Kefir isminin Kafkas dillerinde ''en iyi yapıldı'' Orta Asya Türkçesinde ve Arapça'da keyif veren, coşturan anlamında ''keyf'' veya köpük anlamında ''kef''sözcüklerinden türediği öne sürülmektedir. Uzun yıllar saklanan kefir; dilden dile dolaşan hikayeleri ile Kafkasyalıların Gençlik İksiri olarak anılmıştır.

Uzun yaşam öyküleri olan, sık sık anlatılan bir asrı devirmiş 120- 140 yaşındaki Kafkaslılar ile yapılan söyleşilerde su yerine kefir içtiklerini belirtmişlerdir.

Kafkasya'da hiçbir kanser vakasına rastlanmaması, hastalıkların çok az olması kefiri bin bir derde deva şifa kaynağı ve sağlık mucizesi olarak benimsenmesini sağlamıştır.

TIP DÜNYASINDA KEFİR VE PROBİOTİKLER

1900 'lü yılların başında Kafkasyalıların uzun ve sağlıklı yaşamları bilim dünyasının da ilgisini çekmiştir.

Rus bilim adamı Elie Metchnikoff'un Kafkaslarda yaptığı araştırmalarda kefir keşfedilmiştir. Laboratuarlarda yapılan analizlerde probiotik özellikleri ortaya çıkmıştır.

Probiotik bakteri ve maya zenginliği itibariyle kefir, sağlık yönünden yararları olan doğal fermente bir süt ürünü olarak literatürlere geçmiştir.

Tedavileri destekleyici yönüyle çok önemli bir besin maddesi olarak sürekli önerilmiştir.
Elie Metchnikoff Tıp dünyasında Probiotiklerin kaşifi sayılmış ve bu alandaki çalışmaları ile 1908 yılında Nobel tıp ödülünü kazanmıştır.

Bu alandaki çalışmalarını Paris'te Pastör ile paylaşmış, fermente süt ürünlerinin üretiminde yaptığı araştırmalar üreticilere kaynaklık etmiştir.

Kefir; yoğurt gibi Türklerin bulduğu ve bütün dünyada bir Türk buluşu olarak tanınan bir süt ürünüdür.

Orijinal adı ile tüm dünya dillerinde yer edinmiştir.

Orta Asya'dan ve Kafkaslar'dan Rusya, İskandinav ülkeleri ile Avrupa ve Amerika'ya yayılmıştır. Probiotik doğal bir süt ürünü olarak fonksiyonel gıdalara kaynaklık eden KEFİR; günümüzde doğal ürünlere yönelimin öncüsü olmuştur.

Her geçen gün daha fazla artan ilgi ile karşılanan kefir bütün dünyada yaygınlaşmaktadır.

Hastanelerde ve kliniklerde tedavilerin desteklenmesinde temel besin olarak hastalara verilmektedir.

TÜRKİYE'DE KEFİR

Türkiye'de evlerde yapılan ve çoğalan mayasının elden ele dağıtılması ile yaygınlaşan kefir, bu geleneksel yöntemle günümüze gelme şansı bulmuştur. 

1966 yılında Prof. Dr. Hasan YAYGIN 'ın Almanya'dan kefir danelerini Türkiye'ye getirmesi ile üniversiteler kefir ile ilgili akademik çalışmalara başlamışlardır.

Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesinde başlayan ve bugün halen devam eden çalışmalar diğer üniversitelere yayılmıştır.

Bugün İstanbul, Akdeniz, Uludağ, Ankara ve Kars üniversitelerinde kefir ile ilgili araştırmalar sürmektedir. Tıp dünyası yurtdışında çok yaygın olarak yapılmış olan klinik deneyleri ülkemizde yapmak için çalışmalara başlamıştır.

Çeşitli üniversitelerde sürdürülen bu çalışmalar artarak devam etmektedir.