Giray Poyraz / Demokrat Haber

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatıyla Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz tarafından TEOG (Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş) sınav sistemi değiştirilerek yerine LKS (Liselere Kayıt Sistemi) getirildi. Türkiye'de sürekli değişen eğitim sisteminin ekonomiye yansımalarını İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Oğuz Demir değerlendirdi.

Türkiye’de değişen eğitim sisteminin aile ekonomisine yansımaları nedir?

Eski sistemde gençler bir sınava giriyordu, aldıkları puana göre tercih ettikleri liselere yerleşiyordu. Yeni sistemde şöyle bir durum var; isteyenler nitelikli liselere yerleşebilmek için sınava girecek, o gençler kazandıkları liselere yerleşecek, geriye kalanlar ise evlerine yakın olan seçtikleri 5 liseden birine yerleşecek. Şimdi burada şöyle bir durum söz konusu. İyi tarafından bakarsak; bir önceki sistemde sınav telaşının bütün ailelere yansıtılması gibi durumun en azından daha az olacağını varsayıyoruz. Ama diğer taraftan da çoğu ailenin benim çocuğum bu nitelikli liseleri kazanamaz diye bir düşünce içinde olacağını tahmin etmiyoruz. Dolayısıyla, en azından ailelerin bir kısmı çocuklarının o sınav telaşına girmesinden vazgeçeceklerinden dolayı ekonomik olarak rahatlatmış olacak.

Tabii diğer taraftan da şöyle bir gerçekle karşı karşıyayız. Türkiye'de iyi eğitim verdiğini devletin bizzat itiraf ettiği 600 tane okul var. Bunun dışındaki liseler ortalama eğitim kalitesinde. Dolayısıyla çoğu aile de çocuklarının iyi eğitim veren okullara yerleşmesinin yollarını arayacaklar. Bu da baktığınızda zaten dershanelerin kapatılmasıyla başlayan özel lise furyasının bir miktar daha artması anlamına gelecek. Devlet liselerine olan talebin daha da azalması, -bizzat devlet bunu kendi ağzıyla itiraf ediyor- diğer özel liselere (bu sınıflandırmada yer almayan özel liselere) geçişin daha da artması anlamına geliyor. Devletin de bu konuda bir teşvik sürecinde olduğunu biliyoruz.

Tabii bir de özellikle son dönemde çok tartışılan konut mekanın değişmesi meselesi var. Yani, öğrenci velilerinin kendilerince daha iyi olduğunu düşündükleri liselerin bulunduğu yerlere doğru hareket etme ihtimalleri yüksek. Çünkü, Türkiye'nin kendi sosyo kültürel yapısında çocuğun eğitimini çok önemseyen, bunun için her türlü fedakarlığı yapmaya hazır bir sosyo kültürel ortamla karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu şaka değil, Türkiye'de aileler gerçekten daha iyi bir okul buldukları andan itibaren kendi evlerini değiştirebilirler. Amerika'da da böyle bir sistem var.

“EMLAK PİYASASINDA BİR RANT OLUŞTU”

Maalesef, sistemde katma değeri bu tür kamu politikalarında yaşanan değişimle oluşan rantlar üzerinden tanımlamaya başladık. Yani; şu alanı imara açıyorum, şu politikayı değiştiriyorum, şuralara teşvik veriyorum dedikleri zaman bir anda orada bir canlanma meydana geliyor. Büyümeyi, katma değer, üretim, daha iyi ve daha rekabetçi ürün üretebilmek üzerine değil de, tamamen lokasyon rantı üzerine kurguladığımız bir sistem oluşturmuş durumdayız. Bu da lokasyon rantını pekiştiren unsurlardan biri daha oldu. Tabii bu sistemi aileler nasıl değerlendirecek bilmiyoruz. Çünkü, öğrenciler 600 liseye zaten sınavla girecek. Ailelerin 600 okulun dışında kalan bir yerde konut bulması gerekecek. Yani, yer değiştirme meselesi böyle bir şey.

Bu lokasyon rantı sadece 600 okul etrafında değil, ortalama eğitim seviyesi olan liselerden birisinin eğitim sistemi daha iyiyse, onlarda da olacak.

Peki, çözüm ne sizce?

Evet, çok konuşuyoruz ama böyle bir lise çıkacak mı ortaya? Çıkacaksa da hemen nitelikli lise olma ihtimali var mı, bilmiyoruz. Bu, eğitim sisteminde homojen olmayan bilgi dağılımının, hizmet kalitesinin tescillenmesi oldu. Devlet eğitim sistemini homojenleştirmek zorunda. Yani, İstanbul'daki öğrenciye sağlanan fırsat eşitliğinin Adana'daki öğrenciye de sağlanması gerekiyor. Öte taraftan İstanbul'un kendi içinde de öğrencilere fırsat eşitliğinin sağlanması lazım. Ben en çok bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Bunu mekansal planlamak yerine, daha dijital araçlarla sağlamak mümkün olabilir. Devlet, yine dijital eğitim sistemine yönelmedi.

“FIRSAT EŞİTLİĞİNİN SAĞLANMASI İÇİN DİJİTALE GEÇİLMELİ”

Şu an getirilen sistem, 90'ların eğitim sistemi. 90’lardan sonra zamanla değişti ama bugün tekrar 90'ların sistemine geri döndük. O zaman bu sistem iyi çalışıyor olsaydı zaten değiştirilmezdi. Eninde sonunda her sektörde yaşadığımız tüketici ve üretici açısından dijital desteklenen iktisadi yapı, eğitimde de gerçekleşecek. Bugün, dünyanın en iyi üniversiteleri online eğitim mekanizmalarıyla bütün dünyadaki insanlara erişmek gibi bir alt yapı kurdular. Bu sistemi Türkiye'de kurmak zor değil. Homojen bilgi dağılımını, hizmet kalitesini sağlayabilmelerinin hem kolay hem de pratik yolu budur. Tek çözüm eğitim sisteminin dijitalleşmesidir.

Okulları eğitim yuvası kadar bir kolaylaştırma merkezine de dönüştürmek zorundayız. Dolayısıyla öğretmenin işlevini, öğretmen kalitesini, okulun fiziksel standartlarına bağlı olan kalite farklılıklarından kaynaklanan çıktı farklarını içeriği homojenleştirerek kurtarabiliriz. Bunu da ancak eğitim sisteminin dijitalleşmesiyle gerçekleştirebiliriz. Eninde sonunda dijital eğitim sistemine geçeceğiz; bugün olmazsa 10 yıl sonra...

Sınav, nitelikli bilgi, nitelikli öğretmen, bu tip şeyleri kaldırmanın da yolu budur. Milli Eğitim, bu sistem üzerine çalışırsa bence çok güzel sonuçlar çıkabilir.

“ANA İLKEMİZ FIRSAT EŞİTLİĞİ OLMALI”

TEOG öncesi sistemlerde ekonomik durumu iyi olmayan öğrenciler bu hatalı sistemlere rağmen kendini yetiştirerek iyi bir yere yerleşebiliyordu. Şimdi arzı daraltmış olduk. Yeni gelen eğitim sistemiyle 600 tane nitelikli liseye bağladık sistemi. Eskiden yüzde 1 ise başarı öyküsü, şimdi bugün binde 1’e düşecek. Dolayısıyla fırsat eşitliği bir tarafa, fırsat farklılıkları daha da derinleşmiş olacak. Sosyal devlet olduğumuzu iddia ediyorsak, ana ilkemiz fırsat eşitliği olmak zorunda. Fırsat eşitliği de herkesi aynı sınava sokarak yakalanmaz. O sınav sisteminin arkasında olan bütün süreçleri planlayarak yapmak gerekir. O süreçlerin de eşitlik baz alınarak yapılması gerekir. Bugün Türkiye'nin kendi coğrafyası, finansal kaynakları, zorlukları ve güçlükleri hepsini üst üste koyduğumuzda bu sorunun dijital araçlarla çözümünü görebiliyorum.

“ÖĞRETMENLER DİJİTALLEŞEN SİSTEMİNDEN ENDİŞE ETMEMELİ”

Belki dijital eğitim sistemi modelinden mesleğini kaybetme ya da yapamama endişesi taşıyan öğretmenler ya da öğretmen adayları olabilir. Ama bu sistem öğretmen atanmasın üzerine değil. Öğretmenin fonksiyonunu çağımıza uyarlamak demek. Öğretmeni fonksiyonsuzlaştıran, sistemin dışında bırakan bir öneri değil bu sistem. Öğretmeni bilakis uzmanlaştıran, rahatlatan ve öğretmenin de üzerinde anlatma yükü yerine öğrenciye destek olma nosyonunu yükleyen bir sistem yaratabiliriz. Bu sistem için çok çalışmamız gerekli. Çünkü, bu öğretmenlerin işsiz kalması anlamına gelmediği gibi daha fazla öğretmene de ihtiyaç duyabiliriz. Tabii doğru becerilerle bu sistemi yönetirsek.

Mesela, öğretmen adayları 4 yıllık öğretim fakültelerinden mezun oluyorlar, sınavlara giriyorlar, birçok sorun yaşıyorlar. Belki dijital eğitim sistemiyle daha hızlı öğretmen olunabilecek. Çünkü, öğretmek fonksiyonunun ötesinde, öğretmenlik destek birim haline gelecek. Bu yüzden Milli Eğitim’in bu sistemi düşünmesi gerekiyor. Öyle büyük yatırımlardan da bahsetmiyoruz. Bugün hızlı internet Türkiye'nin her yerine iyi ya da kötü ulaşmış, teknoloji uygun fiyatlarla erişilebilir hale gelmiş durumda. Devlet eski sistemlere harcadığı maliyeti dijital sisteme harcayarak daha iyisini elde edebilir. O zaman belki üniversite sınavı da ortadan kalkar. Çünkü Türkiye'nin her yerine eşit, doğru bilgi sistemiyle eğitim verdiğimizde niye bir sınava gereksinim duyulsun ki?

Üniversitede de temel sorun bu zaten. Üniversitedeki kalite düşüklüğünün sebebi öğrencinin üniversiteye hazır gelmemesi. Öğrenci, ilk ve orta öğretimde gerçekten iyi yetişirse yüksek öğrenimde de çok daha hızlı ilerler.

Pedagog'lar, eğitimciler, yazılımcılar bunun üzerine çalışarak çok iyi sonuçlar elde edilebilir. Böylece eğitim sistemi kalıcı hale gelir, sürekli değişmez ve rantlar da ortadan kalkmış olur.