Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal, moderatörlüğünü Müjdat Gökçen’in yaptığı sosyal medya canlı yayınında soruları yanıtladı…

“Kuşakların İletişimi” dediğimizde ne anlamamız gerekiyor?

Doç. Dr. Tutgun Ünal, günümüzde teknolojinin gelişmesi ve sosyal medya kullanımının bu denli artmasıyla birlikte kuşakları anlamanın çok önemli hale geldiğinin altını çizerek şunları söyledi:

‘‘Önce kuşakları tanımlamak gerekebilir. Kuşak kavramını daha çok sosyolog arkadaşlar ele alıyorlar fakat günümüzde geldiğimiz noktada aslında sosyal medya, kuşakları bambaşka hale getirdi. Dolayısıyla biz kuşak iletişiminden günümüzde daha çok teknolojinin etkilerini anlamaya başladık çünkü teknoloji kullanımı o kadar çok etkisi altında bırakıyor ki… Özellikle gençlerimizi ve teknolojiyi kullanan ergen-çocuk gruplarını fazlasıyla etkiliyor, günlük yaşama bunu taşıyorlar ve alışkanlıkları değişiyor. Dolayısıyla biz kuşak iletişimini “Teknoloji araçlarının gelişimiyle birlikte nasıl etkilendiler?”, “Günümüzde ne şekilde bu iletişim alışkanlıkları dönüştü?” ve “Hangi yaş grubu buradan nasıl etkilendi?’’ bakış açısıyla yorumluyoruz daha çok.’’

‘‘Herkes Çözüm Arayışına Girdi’’

Kuşak çalışmaya 2013 yılında başladığını ve çok ilgisini çektiği dile getiren Doç. Dr. Aylin Tuttun Ünal, Türkiye’de kuşak çalışmalarının yaygınlaşmasına da şöyle dikkat çekti: ‘‘O dönem ülkemizde kuşak kavramı yeni konuşulmaya başlamıştı. Kuşaklar o zamanlar gündemdeki belirli olaylarla birlikte haberlerde yer almaya başladı. Özellikle “Y Kuşağı” denilen, üniversite öğrencilerini kapsayan gençlerin bu toplumsal olaylarda çok aktif olması bizim ülkemizde çok dikkat çekti ve 2012-2013 sonrasında bu kuşak kavramı daha çok yaygınlaştı. Kuşak konusunu çok geriye alacak olursak bir geçmişi var. İlk defa 2010’larda ele alınmadı, fakat yaygınlaşması ve oldukça gündeme gelmesi bu yıllarda oldu. Hatta şu anda biz hep kuşakları ve yaş gruplarını ayırarak tezler yapmaya başladık. YÖK kütüphanesine bakın çok sayıda tezler ve araştırmalar bulunuyor bu konularda. Kuşaklar, kuşaklar iletişimi…

Az önce de söylediğimiz gibi özellikle gençler tarafından sosyal medya kullanımı yüzünden bu farklılıklar oluştu ve bunu gençler günlük yaşantıya, iş yaşamına, iletişime, okul yaşamına taşıdılar. Bu sebeple şu an “kuşak çatışması” denilen sorunlar gündeme geldiği zaman herkes “Biz nasıl anlaşabiliriz, nasıl ortak dil oluşturabiliriz?’’ konusunda çözüm arayışına girdi.’’

Farklılıkların En Belirgin Hissedildiği Kuşak Y’ler

Kuşak teorisinin daha çok yaş gruplarına ayrıldığını belirten Doç. Dr. Tutgun Ünal, teknolojik, ekonomik gelişmeler, doğal afetler, tarihsel yaşanan olaylar gibi toplumda iz bırakan gelişmelere aynı doğum tarihi aralıklarında maruz kalmış kişilerin aynı kuşak olduğunun altını çizerek konuşmasının devamında şunları söyledi:

‘‘İşte şu anda da sosyal medyayla doğan, büyüyen gençler var ve onlar ayrı bir kümelenme oluşturdu, yani kuşak farklılıklarını daha çok ortaya çıkardı. Hatta biraz araştıracak olursanız “Y Kuşağı”nın, kuşak farklılıklarının en belirgin hissedildiği kuşak olduğunu göreceksiniz. Yine bunun merkezinde teknoloji var. Çünkü bilgisayar teknolojilerinin yaygınlaşması ve her eve girmesi özellikle “Y Kuşağı”nı etkiledi. Yani “Y Kuşağı”nın ilk defa bilgisayar kullanımıyla iç içe olmasından dolayı bu gruptaki bireyler büyükleriyle anlaşmakta güçlük çektiler. Bunun sebebi de X ve Baby-Boomer kuşağı dediğimiz kuşakların daha çok radyo, televizyon teknolojisiyle tanışık olmalarından kaynaklanıyor.’’

‘‘Yasaklamak Doğru Değil, Ortak Noktayı Bulmamız Gerekiyor’’

Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal, Kuşak Sınıflandırmasında bilgisayar teknolojisini çok farklı bir yere koymamız gerektiğini belirterek şu değerlendirmelerde bulundu:

‘‘Radyo ve televizyon araçlarına baktığımız zaman onlarda daha farklı bir teknoloji söz konusu. Bilgisayar dünyaya açılan bir kapı, aynı zamanda böyle bakmak gerekiyor. Bize hazırlanan içeriklere maruz kaldığımız değil de tamamen kontrolün bizde olduğu bir teknoloji sisteminden bahsediyoruz. Mesela internete bağlandığınızda dünyanın öbür ucundaki insanın müzik, kıyafet, yaşam tarzını; farklı dini veya etnik grupları görebiliyorsunuz. Gençlerde şu an Kore tarzı müzikler yaygınlaştı, bazıları hip-hop dinliyorlar falan. Gidiyor mesela dünyanın öbür ucundaki müzik tarzını dinliyor, beğeniyor, hayran kalıyor ve duygusal olarak hissediyor, sonra kendini de o tarza sokup benimsiyor. İşte bu bahsettiğimiz gelişmeler değerler sistemini de değiştirdi; ama bu durumu anlatmak, orta noktayı bulmak gerekiyor diye düşünüyorum. Gidip de genç kuşaklara bilgisayarı yasaklayıp, kullanmasını engelleyerek “Bütünüyle geleneksel değerlerimizle yaşayalım.” diyebileceğimiz bir dünya da yok şu an baktığımız zaman. İçinde bulunduğumuz durumun farkında olup kabullenmemiz şart. Ancak dediğim gibi orta noktayı da bulmamız gerekiyor. Demek istediğim; bu dönemde kültürel, geleneksel değerlerimizi de gençlere aktarmamız lazım. Genç kuşaklarda bizim kıymetli değerlerimizin kaybolmaması da çok önemli.’’

‘‘Z Kuşağı Farklılıkları Tolere Edemiyor’’

Farkındalığın çok önemli olduğunun altını çizen Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal, konuşmasının devamında Z Kuşağı özelinde geliştirdikleri ölçek çalışmasına da değinerek şunları anlattı:

‘‘Mesela ebeveynler çocukları için “Beni anlamıyor.” diyor. Şimdi burada az önce söylediğim gibi teknolojiden ve sosyal medyadan kaynaklanan bir özgürlük, rahatlık ve o mecranın oluşturduğu değerler sistemi var. Kuşak farklılıkların doğal olduğunu ebeveynlere anlatabilirsek ve onlar da kabullenirse “Beni anlamıyor, doğrularımı kabul etmiyor.” serzenişinde bulunmaz. Keza çocuklar da ebeveynlerini çok gelenekselci buluyor. Ancak kuşakların özelliklerini anlattığımız zaman orta nokta bulunabilir, bu durum doğallaştırılabilir diye düşünüyorum. Eğer böyle anlatılmazsa ön yargılar olabilir. Herkes çevresindeki kişiler kendi gibi olsun ister. Biz Z Kuşağında öyle bir bulguya rastladık. Z Kuşağında farklılıklara tolerans düşük çıkmıştı. Ne gibi mesela? “Benim gibi düşünsün, benim tarzımda müzik dinlesin, benim inandığım dine sempati duysun.” gibi… Z Kuşağı farklılıkları tolere edemiyor, çevresinde istemiyor kısacası. Tabi bulgular bölgeye göre de değişebilir, çok genelleme yapmamak gerekiyor. Biz bu ölçeği İstanbul Anadolu yakasındaki Z’lerde uygulamıştık. O gruptan da kaynaklanabiliyor ama buradan şu sonuca da varılabilir: Farklılıkları istemiyor çünkü sosyal medyada kendi gibi olanlar beni görsün, beğensin diye düşünüyor; bu şekilde etkileşim alabileceğine inanıyor. Z Kuşağının sosyal medya dünyası var çünkü. Burada çok mozaik bir sistem var. Z Kuşağında sosyal medya ve günlük yaşam iç içe geçmiş durumda. Biz bu çalışmayı 2019 yılında yaptık ama belirli zamanlarda böyle araştırmalar yapmaya da devam ediyoruz.’’

‘‘Genç Kuşaklar Tehlike Altında’’

Aşırı sosyal medya kullanmaktan kaynaklanan sorunlar ve hatta hastalıklar yaşandığını dile getiren Doç. Dr. Tutgun Ünal şu uyarılarda bulundu: ‘‘Sosyal medyada çok fazla vakit geçirdiği zaman oradaki sosyal medya diline hâkim oluyor. Konuşmadan sadece yazarak veya görsel simgeler paylaşarak iletişim kuruyor, kendisini o şekilde ifade ediyor. Her gün bu şekilde sosyal medyada vakit geçiren insan bir süre sonra konuşamaz hale geliyor ve sonuç olarak günlük yaşamda birkaç kelime etmesi dahi zorlaşıyor. Çok ilginç bir şekilde üniversite öğrencilerinin yüzde 10’a yakını 7 saatten fazla sosyal medya kullandığını söylüyor. Her araştırmada da yakın sonuçlar çıkıyor. Yüzde 10 dahi olsa bunun azımsanacak bir oran olmadığını düşünüyorum. Her gün 7 saatten fazla sosyal medya kullanan insan bir süre sonra nasıl konuşabilir ki? Hatta düşünemez hale dahi gelir. Aşırı sosyal medya kullanımında günlük yaşam aktiviteleri etkileniyor. Araştırmalara göre sosyal medyada günde 4 saatten fazla vakit geçirmek kişide internet bağımlılığına neden olabiliyor. Bu nedenle genç kuşakların tehlike altında olduğunu söyleyebilirim.’’

İzleyiciden gelen soru: Piketty’nin Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital kitabında denk gelmiştim, yeni çatışma alanı sınıfsal değil genç ve yaşlı kuşak arasında olacak diye. Bununla ilgili nasıl bir yorum yapabilirsiniz?

‘‘Yaşlı ve genç kuşak çatışmasının merkezinde teknoloji var. Kuşak çatışması dediğimiz şey hep bu teknoloji ve sosyal medya kullanımından olacak. Çünkü sosyal medya, gençlere dünyaya açılan bir kapı sağladı ve bütün dünyada her yere erişebilecek bir araç elimizin altında. Yaşlı kuşaklar ise hep üretmek zorunda kaldı; radyo dinledi, orta yaşlarında televizyon izledi, bilgisayarla tanışması çok geç oldu. Genç kuşaklardan yardım alarak bilgisayar kullanmayı öğrendi ve bazıları hala genç kuşaklardan yardım almaya devam ediyor; fakat diğer yandan o teknolojiyle büyüyen bir kuşak var ve internet ortamında çok aktifler, dolayısıyla internet kullanımının ekonomik olarak çok fazla bir maliyeti de olmadığından herhangi bir sınıftan kişi bu teknolojiyi kullanabiliyor. Her çeşit insan bu platformlarda bir arada olduğu için bölgesel sınıflandırmalar da bir anda bertaraf oluyor. Bu farklılıklar yok olmadı aslında ama dönüştü demek daha doğru olur. Şu anda tüm kuşaklarla ilgili belirleyici olan her şeyin (iletişim farklılıkları, belirgin özelliklerinin oluşması gibi…) merkezinde teknoloji var diyebilirim. Ekonomi, siyaset, doğal afetler gibi etkenler de elbette var ama çoğunlukla temel etken teknoloji oluyor; dolayısıyla yeni çatışma alanı sınıfsal değil, teknolojiden kaynaklı kuşaklar arasında olacaktır.’’

Bir sonrası ‘‘Sıfır Kuşak’’ tehlikesi mi?

Değerler sisteminin tamamen sosyal medyadan oluşmasının tehlikeli olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal, ‘‘Kişi gerçek yaşantısını, iş veya okul hayatını, sosyal yaşamını istemiyor hale geliyorsa; kimseyle anlaşamaz hale geliyorsa o zaman bu birey toplumda gerçek yaşantıyı istemiyor demektir. İletişim kurmadan bir arada olunması mümkün değil. Toplumu bir arada tutan şey değerler sistemidir, bunu unutmamak lazım.

“Aile kurmak, çocuk sahibi olmak veya evlilik hakkında ne düşünüyorsunuz?” gibi 70 civarında soru sorduğumuzda “Z Kuşağı”nın neredeyse yarısı “fikrim yok” diye yanıtlıyor. Bu durum benim çok ilgimi çekti. “Z Kuşağı” yarını düşünmüyor. Anı, bugünü yaşamak istiyor. Bu da değerler sisteminin henüz oturmamasından kaynaklanıyor. Şayet böyle giderse sıfıra doğru gider. Bizlerin genç kuşaklara değerleri anlatmamız gerekiyor. Bana kalırsa şu an çabuk tüketen bir nesil ile karşı karşıyayız. Her şey elimizin altında ve aslında tüm kuşaklar içinde geçerli bu durum. Hayatımızda çok şey kolaylaştı ve bu kolaylığı içselleştirirsek olaylara ‘‘Ne gerek var ki?’’ diye bakmaya başlarız. Bu çok tehlikeli bir durum. İşte ‘‘Sıfır Kuşağı’’ dediğimiz de bu. “Tüketim toplumu” ve “kolaycılık” kontrol edilmezse insanlığı çok farklı noktalara götürebilir.’’ diye konuştu.

İzleyiciden gelen soru: ‘‘Telefon bağımlılığının önüne nasıl geçilir?’’

Sosyal medya kullanımını azaltmak için bahaneler üretmeksizin istekli olmak gerektiğine vurgu yapan Üsküdar Üniversite Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal, konuşması bitirmeden önce kendisine gelen soru üzerine izleyicilere şu tavsiyelerde bulundu: ‘‘Mesela öğrencilerimizle mesai dışında da iletişimde olup birlikte çalıştığımız için ben, bana Whatsapp’ten yazdıklarında onları e-postaya yönlendiriyorum. Yani çevrenizde e-postaya yönlendirebileceğimiz kişiler varsa böyle bir öneride bulunabilirim. Ama bir hocamızın önerisi şuydu: “Sosyal medya hesaplarınız kalsın ama yalnızca bilgisayardan girin ve telefonunuzdan uygulamaları silin.” Aslında böyle bir çağda zor bir şey ama gerçekten sosyal medya kullanımını azaltmak istiyorsak böyle adımlar atmak zorundayız. Açıkçası önce bahaneler üretmeden istemek gerekiyor diye düşünüyorum. Bir başka önerim de yaşamsal ve sosyal aktiviteleri arttırmak olur. Araya pandemi girdi fakat mümkün olduğunca kişilerle yüz yüze görüşmeye çalışın; becerilerinize göre herhangi bir hobi kursuna gidin veya kendinizi işinizle, okulunuzla meşgul edin.’’