Dünyada servet bölüşümünde, gelir dağılımı adaletsizliğinde Türkiye her zaman ilk sıralarda geliyor. Yusuf Kaplan’ın deyişiyle “ilerleme putu” gezegeni kasıp kavuruyor. Ve öyle görünüyor ki, bu hükmetme ve sahip olma çılgınlığı insanoğlunun sonunu getirecek, er ya da geç...

1995 yılında ABD’ye 15 milyar dolarlık ihracat yapabilen Çin, 2017 yılında bu rakamı 500 milyar dolara çıkarabildi. İşte gerçek bir “çağ atlama” böyle oluyor. Ve biz eğer dünya ekonomileri arasında ilk 10’a gireceksek, bu tür bir başarı hikâyesi yazabilmeliyiz. Şu an bu tablonun çok çok uzağındayız. Bir başka ülkeden, Singapur’dan örnek vermek istersek, Prof. Özgür Demirtaş’ın işaret ettiği üzere, Singapur’da kişi başı teknoloji ihracatı 26 bin dolar iken, Türkiye’de kişi başı teknoloji ihracatı 27 dolar. Şaka gibi, değil mi?

Atilla Yeşilada’nın da belirttiği gibi, cari açığımızı dışarıdan temin ettiğimiz fonlarla değil, cebimizden harcayarak ödüyoruz. Bundan dolayı Merkez Bankası rezervleri sürekli olarak geriliyor. Böyle bir döngü çok uzun süremez. Belirli bir noktada kreditörler ve yabancı yatırımlar bu sürekli eriyen rezervlerden rahatsız olarak toplu satışlara geçebilir. Potansiyel siyasi hatalar ve gelişmekte olan piyasalardaki gerilim ve şoklar da bu durumu tetikleyebilir. 2017 yılında bütçe açığı 47,5 milyar TL iken, hazinenin 83 milyar TL borçlanması, bizzat Hazine’nin bile Merkez Bankasının enflasyon hedefine inanmadığını gösteriyor. TÜİK’in derlediği Ekonomik Güven Endeksi Haziran ayında 17 ayın dibinde. İhtiyaç kredisi faiz oranı %24.26’yı buldu ve Ocak 2009’dan bu yana en yüksek seviyeyi gördü. Bankaların kullandırdığı ticari kredi faiz oranı %22.74’e yükseldi ve 9,5 yılın zirvesine ulaştı. Mevduat faiz oranı ise %20’yi aştı bile...

Mahfi Eğilmez son durumu şu şekilde özetliyor: “2018’de çıpa kırıldı ve geminin sürüklenmeye başladığı bir döneme giriyoruz. Yetkiler tek kişide toplanıyor. Burada bütçe hakkı zedeleniyor. Biz Magna Carta’dan geriye gidiyoruz”. Eğilmez’e göre; “Enflasyon sarmalının muhtemel neticeleri büyümenin çok düşmesi ve işsizliğin artmasıdır.”

2018 yılının Haziran ayı itibariyle, Türkiye’nin toplam dış borcu 453 milyar dolara ulaştı. Gerçekten yönetilmesi çok zor bir rakam. Üstelik Türkiye artık üretim ve ihracatta, ithalata daha bağımlı bir hale geldi. Sanayi bağımlılığa, zirai bağımlılık da eklendi. Cari açığımızın temel nedeni olan yüksek dış ticaret açığıdır ve dış ticaret açığının temel nedeni ise sanayiin ithalata yüksek derecede bağlı ve bağımlı olmasıdır. Bize özel Gümrük Birliği uygulamaları ile Türkiye gümrükleri üzerindeki egemenliğini kaybettiği gibi, ulusal pazarını ve üreticisini korumakta yetersiz kaldı. Ali Babacan yıllar önce ifade etmişti, petrol fiyatlarındaki her 10 dolarlık artış, enflasyonumuzun yarım puan yükselmesine sebep oluyor. O kadar ucuzladık ki, milli parası Türk lirasına karşı 3 kat değer kazanan Bulgar vatandaşlarından sonra, Yunanlı dostlarımızın da akınına uğradık. İzmir’e Yunanistan’dan 2017 yılı Mayıs ayında 4.367 kişi gelirken, bu sayı 2018 yılı Mayıs ayında 6.121’e yükselmiş durumda... Sadece 20 Euro feribot ücreti ödeyerek, Ege kıyılarındaki semt pazarlarında haftalık pazar alışverişlerini yapıp geri dönüyorlar...

1933 yılından bu yana yayınladığı raporlarla tanınan ve bilinen US News and Report’un yayınladığı ve ülkeleri ekonomik ve siyasi güçleri, etkileri, siyasi nüfuzları ve liderlikleriyle değerlendirerek dünyanın en güçlü ve etkili devletlerini sıralamış olduğu son rapora bakacak olursak, ilk üç sırayı ABD, Rusya ve Çin paylaşıyor. Bu üç ülkeyi Almanya, Birleşik Krallık, Fransa, Japonya, İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri izliyor. Rapora göre, Güney Kore 11., Kanada 12., İran 13. Sırada. Türkiye ise geçen seneye göre bir sıra gerileyerek 14. sırada yer buluyor. Hindistan ise bizden sonra 15. sırada. Hindistan’ı Avustralya, İsviçre, İtaya ve İsveç takip ediyor. Katar 20., Mısır ise 25. sırada yer alıyor. Raporun 80 ülkede 21 bin kişi ile yapılan araştırmanın sonuncunda hazırlanmış olduğunu ekleyelim...

Kalaycıoğlu’nın 2009’da “The Rising Tide of Conversatism in Turkey” (Türkiye’de yükselen muhafazakârlık dalgası) adlı çalışmada yaptığı araştırmaya göre, Türk toplumu büyük ölçüde “kuralsızlık ortalamasını” aşan tavırlar ve anlayışlar içinde. O yüzden, karayolu kuralları dâhil, kural içeren her ortam ve ölçekte sorun yaşıyoruz. Hukuku önemsemeyen, hak yemenin kınanmadığı ve hatta marifet sayılabildiği, kaba güce dayalı, nefret dilinin giderek yaygınlaştığı bir memlekette yaşıyoruz. Ortak yaşam kültürüne ve modern toplum düzenine yönelik ortak değerleri hiçbir zaman içselleştiremedik. Felaket senaryosu yazmaya hiç gerek yok, kendi gerçeklerimizle yüzleşsek, bu bile yeterli olacak aslında...