- Çektiğimiz bu sancılar, acılar, yalnızca kötü yönetim nedeniyle değildir, Türkiye'nin bildik, merkezi, tekçi, bürokratik idari yapıyla yönetilmesi mümkün olmaktan çoktan çıkmıştır. Bölgeselleşme, ademi merkeziyetçilik, özerklik ve çoğulculuk yönündeki dönüşümler zorunlu hale gelmiştir.

- 2011 Haziran seçimlerinde bu çoğulcu siyasetin yalnızca tek bir temsilcisi vardır, o da "Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku"dur.

- 2011 Haziran seçimleri oyların atılması ve sayılmasıyla bitmiyor. Seçim sonuçları önümüzdeki sürece açılan bir kapı olacak. Bu kapının öncelikle barışa açılmasını umuyoruz. Emek, Demokrasi  ve Özgürlük Bloku barış için anahtar önemdedir.

- Deniyor ki, "orası aslında blok falan değil, esas olarak BDP'den ibaret"... Doğru değil ama, velev ki öyle olsun! Onbinlerce kişinin ölümüne, milyonlarcasının da ağır biçimde etkilenmesine neden olan bir savaş döneminin yükü altındayız. İnanılmaz zulümler yaşandı. BDP'nin yerel siyaset yapan binlerce üyesi halen hapislerde. BDP tüm bu koşullara rağmen demokratik siyaset bayrağını yükseltmeye çalışıyor. Barışın yolunu açık tutmak için BDP ile dayanışmalı, BDP desteklenmelidir!

- Türkiye'nin tüm sorunlarının üzerinde öneme sahip, hepsini ipotek altında tutan "Kürt sorunu", keşke yine bizzat ve yalnızca Kürtler tarafından çözülebilecek olsaydı. O zaman zaten şimdiye kadar çoktan çözülmüş olurdu. Ne yazık ki böyle değil. Sosyalistler, komünistler, devrimciler; yani ana mecranın sol dediği dışındaki tüm sol, şöyle böyle yarım asırdır Kürt sorununun çözümü için mücadele etti. Bedeller ödedi... Şimdi de sorunun tüm toplumun ortaklaşmasıyla çözümü için mücadele ediyorlar. Solun Kürt halkıyla dayanışması, özgürlük mücadelesini paylaşması, halkların kardeşliği umudunun halen canlı kalmasının kaynağıdır.

- Kürt sorununun yerel yönetimlerin güçlendirilmesi üzerinden çözüm yoluna gireceği düşünülemez. Çünkü Kürtler egemenliğin kaynağında yer almak istiyorlar. Bu nedenle sorunun çözümünün anayasal boyutu esas ve önceliklidir. Anayasa'da yurttaşlık tanımının etnik temelli yapılması ve mevcut "Türk milleti" adlandırmaları, çoğulcu bir toplumun ihtiyaçlarını karşılayamadığı gibi toplumsal çatışmaların alt yapısını oluşturmaktadır. Bunların temizlenip, "TC devleti vatandaşlığı" çerçevesinde, kendi dilinde eğitim hakkı başta olmak üzere tüm temel hakların güvenceye kavuşması gerekiyor. Ayrıca, çözümlerin tüm toplumda ortaklaşabilmesi yönünde, idarenin bölgeselleşmesi, yerinden yönetim ve özerklik -ademi merkeziyetçilik- fikirlerinin anayasada karşılığını bulması gerekiyor.  

- Anayasa, öncelikle iç barışı tesis eden yeni bir toplum sözleşmesi olarak dönüşebilecek mi? Artık bu sürece girilmiştir. Son Anayasa referandumunun en hayırlı sonucu, değişiklikleri destekleyenlerin de, karşı çıkanların da, boykot edenlerin de yeni bir anayasa ihtiyacı konusunda birleşmeleri olmuştur. Katılım ve çoğulculuk önü alınamaz bir şekilde yükselmektedir. "Ekolojik Anayasa", ya da "Süreç Odaklı Anayasa" gibi yeni ve önemli anayasa modelleri bile bu tartışmalarda yerini aldı. Bunların birincisinden, toplumun sürdürülebilir esenliği için güncel siyaset konularını aşan ve kaynağını doğadan alan yaşamsal kriterler olduğunu öğreniyoruz. İkincisinden ise, anayasanın öncelikle barış sürecini geliştirmeyi hedeflemesi gerektiğini, kapsamlı özgürlükçü ve demokratik ilkelerin barışın tesisi ve güvence altına alınmasıyla birlikte adım adım yerine oturacağını, bu bağlamda dinamik bir sürecin öngörülebileceğini anlıyoruz.  

- "Çoğulculuk" basit bir kavram gibi algılanamaz. Çoğulculuk karmaşıklığa saygı duyulan ve her türlü ayrımcılığın reddedildiği bir ortamdır. Çoğulcu demokrasi sonsuz tartışma demektir. İşte Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku bu tartışma ortamının yeni yeni mevziler üzerinde yükselmesinin başlıca öznesi olabilir, olmalıdır. Bu nedenle de ileriye taşınması gereken seçenektir. Örneğin anayasaya "bölge" ve "ademi merkeziyet" kavramlarının girmesi ciddi çalışmalara dayanan tartışmalar sonucunda mümkün olacaktır. Türkiye'de bölgelerin tanımlanması ihtiyacı, tarımdan adalet mekanizmasına, ekonomiden genel idareye her alanda kendisini dayatmaktadır. Buna rağmen, "böl" sözcüğünün korkutuculuğundan olsa gerek, açıkça tanımlanmış bir bölge yoktur. Daha doğrusu bir tek büyük bölge vardır, o da kent sınırları dışında her yeri kapsayan "jandarma bölgesi"dir! Burada dünyadaki, Avrupa'daki, bölgeselleşme ve bölgelerin ademi merkeziyet kazanması eğilimleri dikkate alınarak, yasal, anayasal düzenlemelere girişmek zorunluluğu vardır. Bu ilkesel ve hatta yer yer teknik çalışmaların sağlıklı bir şekilde sürdürülmesinin de taşıyıcısı olmaya aday güç, yine Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blokudur.

- AKP, karşısındaki muhalefetin statüko savunuculuğundan da güç alarak büyüdü. Şimdi AKP tutuculaştıkça, CHP değişimin temsilcisi gibi ortaya çıkıyor. Bir eli Ergenekon'cuların omuzunda olsa da...  Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku ise değişimin sahici temsilcisi olarak bu ikisinden de farklıdır.

- Şimdi AKP tüm geleceğini büyüme stratejisine bağlamıştır ve bu nedenle de gözü hiçbirşey görmüyor: "Siyasi çoğunluk bende, istediğimi yaparım" anlayışı, yalnızca demokrasi açısından değil, ekonomi düzleminde de iyice tehlikeli hale geldi. Kanallar, köprüler, barajlar, nükleer santraller derken, ne doğal çevre, ne kültürel miras, hiçbir şey umurlarında değil. Üstelik dünyayı tehdit eden enerji krizi ve gıda krizi kapıda. Türkiye ekonomisinin son yıllarda makro düzeyde iyi performans göstermiş olması artık geleceğe dair olumlu referans yaratmıyor. Çünkü büyüyen sosyal eşitsizlik, işsizlik, yoksulluk, cari açık gibi nedenlerle ekonomi zaten kırılgandır ve muhtemel Avrupa finansal krizinden etkilenmeye de adaydır. Değişimi her şeye rağmen AKP iktidarından bekleyenler, bu tehditler gerçekleştiğinde nasıl bir felaket yaşanacağını göz ardı ediyorlar. 

- Ve SOL; kimi sol hareket ve partiler,  Anayasa referandumunda bütün enerjilerini alan, Evet-Hayır-Boykot tartışmasını yaşadıktan sonra anlamlı bir birliktelik içine girdiler, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku'nun bileşenleri oldular, 2011 Haziran seçimlerinde canla başla birlikte çalıştılar. Bu ilerisi için umutlandırıcı bir başka gelişmedir. Solun maksimalist anlayışlarının, devrimci durum arayışlarının, "şiddet" fikrinden tam bir kopuşu gerçekleştirememesinin yarattığı zaaflar biliniyor, ancak bunların ayrı ayrı durarak değil, anlamlı bir siyasi rota üzerinde aşılması imkanı kuşkusuz daha çoktur.

Umut olmadan mücadele olmaz...