Bu haftanın gölgede kalan etkinliklerinden biriydi, Beyoğluspor’un Lefter Küçükandonyadis adına düzenlediği anma ve ödül töreni.

 

İstanbul’daki “Rum Cemaat Vakıflarını Destekleme” ve Atina’daki “İstanbullu Veteran Atletizm Sporcuları” derneklerinin desteği ile yapılan törende unutulmak üzere olan bir kulübü, Beyoğlu Spor Kulübü’nü diriltme ya da en azından hatırlatma çabasıydı yapılmak istenen.

 

Cumhuriyet’ten önce 1884’te “Pera” adıyla kurulan sonra “Beyoğluspor” olarak adı değişen bu kulüpten kimler geçmemişti ki? Tabi eski sporcularından biri efsane futbolcu Lefter Küçükandoniyadis’ti. Ancak farklı alanlarda bir o kadar başarılı isimleri vardı BSK’nın.


Türk Milli Atletizm Takımına birçok sporcu kazandırmış, halter branşında Olimpiyat şampiyonu Hristos İakovu’yu yetiştirmişti.

 

Voleybol takımı 1942-1955 arasındaki 12 yıllık dönemde düzenlenen milli ve bölgesel tüm organizasyonlarda büyük başarılar sağlamış ve üst üste 5 yıl süreyle Türkiye şampiyonu olmuştu.

 

Masa tenisinde 70’li yıllarda Türkiye şampiyonu olmuş ve bu branşta Akdeniz şampiyonu Vasilis Aleksanridis bu takımdan çıkmıştı.

 

Yani Beyoğlu Spor Kulübü, Türkiye spor tarihindeki parlak sayfalardan biriydi. Ta ki karanlık olaylar yaşanana kadar…

 

Yirmi kura nafıa askerlik, Varlık Vergisi, 6 – 7 Eylül, 1964 Olayları ve tabi ki 1974 Kıbrıs çıkartması sonrası yaşanan gerginlik. Hepsi bu olaylardan biri nedeniyle gitti ya da gitmek zorunda bırakıldı, köklerinin bulunduğu bu topraklardan.

 

Onlarla bu konuları konuşmak istedim önce. Ama eski defterleri açmaya gönüllü olmadıklarını fark ettim. Acılarını Anadolu kültüründeki gibi mağrur bir şekilde yüklemişlerdi sırtlarına. Gözlerini kör etmemişti acıları. Muhakkak bir sızı vardı derinlerde ama gelecek nesilleri zehirlememişlerdi. Bana bile zar zor açıldılar, bazıları “off the record” anlattı başlarına gelenleri.

 

Türkiye’den ayrılmak zorunda kalan Rumların hepsinin söylediği tek şey vardı: Geçmişte yaşananları unutmasak da geçmişte yaşamıyoruz.

 

Belki de Rumlar bir nebze olsun daha avantajlılar Ermeniler’den. Öldüklerini, topraklarından sürüldüklerini ispatlamak zorunda değiller her gün. “Ama siz de bizi öldürdünüz” tezi yerine yaşanan acılar kabul ediliyor, en azından son birkaç yıldır. Her ne kadar Osmanlı’nın son dönemindeki Pontus ve Ege tehcirleri görmezden gelinse de…

 

Bugün Rumların engin kültürleri Türkiye genelinde hayranlık uyandırıyor. Şarkıları eğlence mekanlarında çalınıyor, yemekleri sofraları süslüyor, dilleri konuşulduğunda çoğunlukla yüzde hafif bir gülümseme oluşuyor. Kim bilir belki de artık geri dönemeyecekleri kesinleştiğinden ve çoğu yaşlı 3 bin kişi kaldıkları için bu “hoşgörü”. Artık bir “meze” gibi kaldıklarından bu “çoğunluğun” özgüveni…

 

Peki ama “Neden bu Ermeniler için olmasın?” diye soruyor insan ister istemez. Kim inanıyor ki Ermenistan’ın Anadolu’daki tarihi topraklarına hakim olacağına? Bu en az Rumların Konstantinopolis’i geri almaları kadar ütopik değil mi?

 

O zaman bu çoğunluğun güveni Ermeniler ile ilgili de gelse, onların acılarını da en az “6 - 7 Eylül Olayları” kadar üzüntüyle ansa, yaprakları dökülmüş, dalları sağa sola savrulmuş bir başka ağaca can suyu verse kötü mü olur?

 

Tarihi konuşalım, özür dileyelim hatalardan ama artık Rumlarla yapıldığı gibi geleceğe de beraber bakalım Ermenilerle. Bu dilek belki bir gün gerçek olur. Kim bilir?