Sinema ve televizyon dünyasında önemli çalışmalara imza atan Gani Müjde, "Artık gazetelerde, televizyonlarda, mizah dergilerinde radikal bir mizah çıkmaz. Çıksa bile patron yayınlamaz" dedi. Yıllar önce mizahın daha özgür olduğunu savunan Müjde, "Kırk sene önce biz daha özgürdük mizah yaparken, bugün değiliz. Hatta on beş sene önce de öyle. On beş sene önce ‘Plastip Show’ vardı televizyonda. ‘Plastik Show’da başbakanlar, cumhurbaşkanları ve eşleri alaya alınırdı" ifadesini kullandı. 

Soner Sert'e konuşan Gani Müjde'nin gazeteduvar.com.tr'de yer alan söyleşisi şöyle: 

Aristoteles ‘Poetika’ adlı eserinde komediyi şöyle tanımlar: ‘’Komedi, ortalamadan daha aşağı, kötü olan karakterlerin taklididir. Bununla birlikte komediler her kötü olanı taklit etmez; tersine, gülünç olanı taklit eder. Bu ise soylu olmayanın bir bölümüdür. Çünkü gülünç olanın özü, soylu olmayışı ve kusura dayanır.’’ Aristoteles’in komedi anlayışının bugün de geçerliliğini koruduğunu düşünüyor musunuz?

Hayır, tabii ki! Tam tersini düşünüyorum. İnsanlar zayıflıklarla dalga geçerler ama güçlülükle de dalga geçilebilir. Aristoteles’in söylediği belki kendi dönemi için daha uygun veya kendi döneminin soyluları için ki Aristoteles’in birçok oyununda soylular da hicvedilir. Çünkü sadece zayıfın zayıflıkları üzerine kurulmaz mizah. Güçlünün de zayıflıkları üzerine kurulabilir.

Antik Yunan Tiyatrosu’nda trajedi yüksek tabakanın eğlencesi olarak kabul görürken, komedi alçak tabakanın eğlencesi olarak kabul görür. Bugün seyircinin komedi filmlerine olan ilgisi ortadayken bu durumun güncelliğini koruduğunu düşünüyor musunuz?

Tam tersini düşünüyorum. Yüzde yüz tersini düşünüyorum. (gülüyor) Daha iyi gelir grubu olan kişiler arasında komediye meyil artarken, özellikle yoksul tabakanın şiddet ve drama kaydığını düşünüyorum. Her ne kadar Recep İvedik’i seyrediyorlar gibi görünse de Recep İvedik’in asıl müşterisi de A-B Grubu diye tabir ettiğimiz gruptur. Nispeten eğitim ve ekonomik durumu daha iyi olan seyirci grubu o filmleri tercih eder. Bir toplumu anlamak için sinemaya bakmak yeterli değil. Sinema toplumun iki milyonluk kesimi içinde dönüyor. Ama televizyon öyle değil. Televizyon, toplumun tamamını kapsıyor. Televizyonda C-D Grubu’nun izlediği her şey dramdır. Hem de ağır dramdır. ‘Anne kaçırılır, babaya tecavüz edilir, çocukların hepsi aynı anda ölür tesadüf ki baba da o gün işten atılır, eve geldiğinde karısı onu terk etmiş olur filan…’

Komedi anlayışınızı kategorize eder misiniz?

Ben en çok durum komedilerini seviyorum ama herhangi bir duruma bakıp ‘ya öyle olsaydı!’ diye düşünüp oradan başka bir durum yaratmayı da seviyorum. ‘Osmanlı Cumhuriyeti’ bu anlamda iyi bir örnek… Yani Türkiye Cumhuriyeti kurulmamış olsaydı da, daha küçük bir coğrafyada, Sevr’i de kabul ederek yaşasaydık… Şu anda ne olurdu? Onu çektim mesela. ‘Kahpe Bizans’ da öyle bir şeydir. Olmayan bir hikâyeyi anlatırım orada da. Türklerin Anadolu’ya gelişlerine Anadolu boylarına takla attırarak, biraz da Türk filmlerine gönderme yaptırarak anlatıyorum.

Siz aynı zamanda kült bir olarak tarif edebileceğimiz ‘Arabesk’ filminin de senaristisiniz. Bugünden yazarlığını ve yönetmenliğini yaptığınız filmlerinize baktığınızda düşünceleriniz nedir? 

‘Arabesk’ ve ‘Kahpe Bizans’ı yazdığım zaman dünyada şöyle bir akım vardı. Çok popüler olan filmlere, çok popüler olan öykülere göndermeler… ‘Arabesk’ Türk Sineması’nın aşk filmlerine bir göndermeydi. 

O çok başarılı olunca, dedim ki ‘elimde gönderme yapabileceğim ne tür bir malzeme var?’ Birden aklıma geldi: Tarihi filmler! Bunun en bilenen söylemi de  ‘Kahpe Bizans’ın Tohumu, Bizans Oyunları’ filan denilerek yapılan komedi, aksiyon ve hamasetin birbirine harmanlandığı Yeşilçam tarihi filmleri. 

‘Kahpe Bizans’ da çok başarılı oldu ama sonra gönderme yapılan filmlerin devri geçti. O sırada ‘Osmanlı Cumhuriyeti’ fikri geldi aklıma. Orada artık kimseye gönderme yapamıyorduk. Belki bugüne bir gönderme… ‘Amerikalılardan aldığı güçle Osmanlı İmparatoru’na darbe yapan güçlerin hikâyesi…’ Ne kadar öngörülü olduğumu anlayın işte buradan. (gülüyor) Sonra dedim ki son bir gönderme sineması daha yapsam nasıl olur? Yeşilçam Sineması’na değil de kendi filmime bir göndermesi olsun. Yine Bizans’ta geçen bir hikâye olsun. Bir yerden bir yere gidenler var, zulüm görüyorlar filan. ‘Bizans Oyunları’ da benim en komik filmim oldu. 


Yönetmenliğini yaptığınız üç film de komedi anlayışını ‘erk’ sahibi tarihi kahramanlar üzerinden şekillendiriyor. Gani Müjde’nin ‘erk’le bir sorunu mu var?
Kesinlikle var! (gülüyor) Ben gücü de sevmem, güçlü olanı da sevmem. Eşitliği seviyorum. Niye biri beni yönetiyor, onu bile kavramış değilim. Mizahçı gücü sevmez zaten, mizahçı güçlü olanı da sevmez. Şarlo’dan beri böyledir bu. Komedinin en büyük temel taşıdır Charlie Chaplin. Zenginlerle uğraşır, yoksullara yardım eder, polislerle uğraşır, ama her zaman yoksulu korur, zenginlerin arasına girdiğinde onlarla dalga geçer. Mizahın felsefesidir bu.

Yönetmenliğini yaptığınız her film, dönem filmi… Bunun özel bir sebebi var mı?

Görsel sanatların, özellikle de sinemanın hayal sattığını düşünüyorum. E.T. mesela… Uzaydan bir yaratık geliyor eve. Kaç kişinin evine uzaydan bir yaratık gelir ki? Spielberg hayal satıyor… Mesela bugün hayatta göremeyeceğin bir şey var. Nedir o? Tarih. Osmanlı İmparatorluğu’nu görebiliyor musunuz mesela? Kim sokağa çıkınca padişahı görebilir ki? Ama Muhteşem Yüzyıl’da, orada burada izlersin Kanuni’yi. Sokağa çıktığında birbirini seven iki kişinin ayrıldığını, acı çektiğini görebilirsin ama Kanuni’yi göremezsin. Mesela Bizans’ı görme ihtimalin var mı? Yok. Ben de onu gösteriyorum işte. Git bak surlara, tinerciler var orada. Ama filme çekildiğinde o surlarda Bizans İmparatoru’nu görüyorsun.

Sizdeki hayal satma arzusu karikatürist kimliğinizle de ilgili olabilir mi?

Karikatürist kimliğimin bana kattığı şey şu: sınırsızlık! Çizgi, sınırsızlıktır. Çizmek çok kolay ama aynı şeyi çekmeye çalışsanız tam olarak çekemezsiniz, gerçi dijital teknolojiyle kolaylaştı ama geçmiş dönemlerde bunu yapmak zordu. 

Tabi ki ‘Gırgır’ın olduğu dönemde mizah ortamı, bugüne göre çok daha demokratik ve özgürdü. Şuan da o kadar demokratik ve özgür değiliz ve çok şaşırıyorum. Kırk sene önce biz daha özgürdük mizah yaparken, bugün değiliz. Hatta on beş sene önce de öyle. 

On beş sene önce ‘Plastip Show’ vardı televizyonda. ‘Plastik Show’da başbakanlar, cumhurbaşkanları ve eşleri alaya alınırdı. Hiç kimse de televizyonun sahibini arayarak ‘bana bak, kaldır ulan onu, bak beş tane maliyecimi, altı tane hukukçumu, yedi tane savcımı gönderip seni derdest ederim’ demiyordu. 
Şu anda diyorlar ve bu mizaha çok büyük bir darbe vurmuş durumda. Mizahı çok geriletti bu durum ve kimsenin işine yaramadı. Ne var yani? İnternet üzerinden mizah patladı şimdi. Yasaklıyorsun başka bir yerden pırtlıyor. Kaç gün kesebilirsin ki interneti? İki gün sonra Amerika gelir ‘ne yapıyorsun lan, ben burada Iphone satıyorum, nereyi kesiyorsun’ diyerek tepene biner. Ekonomiyi çökertirsin… Artık gazetelerde, televizyonlarda, mizah dergilerinde böyle radikal bir mizah yok. Bu tür mizah çıkmaz artık televizyondan. Çıksa bile patron yayınlamaz. ‘Ya şimdi papaz mı olacağız baştakilerle’ der. Nerden geldik biz buraya ya…

Karikatür ve hayalden bahsediyorduk…

Hah, işte! Karikatür ve hayalden bahsediyorsak eninde sonunda gelip siyasete dayanıyorsun. (gülüyor)