Türkiye’de formaliteler çağına adım attık. Aslına bakılırsa, artık her adımımız, her şeyimiz, her işlemimiz formalite. Formalite olsun diye yaşıyoruz, formalite olsun diye gazete okuyor, haber kanalına bakıyoruz. Gerçeği öğrenmek veya bilgi edinmek için değil. Sırf laf olsun diye ve alışmış olduğumuz için bunları yapıyoruz. Toplumsal düzlemde neyin etik ve doğru olduğunu unutalı çok oldu, bireysel perspektifte de insanlar gerçekten neyden keyif aldıklarını, neyi sevip neyi sevimsiz bulduklarını bilmiyor, hissedemiyorlar. Tüm kurumlar, sözde birliktelikler, beraber olma çabaları, yapay gelecek endişeleri, çocuksu ve gerçekçi olmayan meraklanmalar bu sıkıntılı ve formalite merkezli süreçten kaynaklanıyor. Biz formaliteden bıkmıyoruz ve biz yaşamayı bilmiyoruz...

Türkiye’nin boğucu siyasi serüvenine bakarsak da durum çok farklı değil. Artık genel ve yerel seçimler ve hatta referandumlar formaliteden yapılmıyor mu? Şimdiye dek muhalefetin “m”sini bile göstermeyen ana muhalefet partisinin “bu önümüzdeki yerel seçim pek çok şeyin başlangıcı ve ilk adımı olacak” söylemi ne kadar inandırıcı ve, şahsen çok merak ediyorum, bir önceki seçimde gerçekten çok çaba sarf eden ve büyük hayal kırıklığına uğrayan seçmenlerini sandık başına ne gibi yeni ve duyulmamış vaatler ve heyecanlarla götürebilecekler? Erken veya zamanında yapılacak olan bir yerel seçim sonrası 2023’e kadar bizi durağan bir tek adam rejimi yönetim ve idaresi bekliyor. Bunun için dış güçleri, gökten veya başka kıtalardan akıp gelen ve Anadolu’yu hedef alan iblisleri, cinleri ve doğaüstü güçleri suçlayabilir miyiz? Hayır, bu seçimi üstelik defalarca Türk seçmeninin kendisi yaptı. Hatta seçimlerde katılım rekorları kırıldı, Avrupa demokratik gelişmişlik düzeyimize hayran kaldı. Buna Türk tipi demokrasi denildi ve din odaklı otokrasiye kapı aralamak için kullanıldı. Dolayısıyla, suçu atacak ve itham edecek ne bir iç ne de bir dış güç var, bunun yerine sert ve acımasız bir Türkiye gerçeği ile yüz yüzeyiz.

Bedelini ödeyeceksin dedik! George daha bu yılın başında 3,7 TL için 1 dolar öderken, şimdi 6,7 TL için 1 dolar ödüyor. Dünyanın en kırılgan beş ekonomisi arasında yerimizi aldık ve sağlamlaştırdık. Döviz ile birlikte yavaş yavaş enflasyon da coşmaya, konkordato ilanları haber alt şeritlerinden kaymaya başladı bile. En son 80 yıllık milli gururumuz ayakkabı ve ayakkabı ürünleri üreticisi olan Hotiç ve mücevher firması Gilan konkordato ilan etti. Konkordatonun Türkçesi esasen “iflas anlaşması” demektir ve konkordato süreçlerinin büyük bir çoğunluğu iflas ile sonuçlanır. Ne yazık ki Türk sermayesinin bu tür ekonomik sıkıntı, kriz ve acılar ile karşılaşacağı bir sürecin içerisinde, belki de daha başındayız.

Bugün Tahran’da gerçekleştirilen ve ilginç bir şekilde neredeyse canlı yayınlanan İdlib Zirvesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan tam 5 defa söz alarak İdlib’de ateşkes ilan edilmesi çağrısını yineledi. Rusya ve İran liderleri ise bu çekince ve çağrılara çok net ama aynı zamanda çok diplomatik bir şekilde itiraz ettiler. Netice olarak ateşkes ifadesi sonuç bildirisinde yer almadı. Erdoğan bu ateşkes çağrısını yaparken iki temel noktaya yoğunlaştı: birincisi, gerek kimyasal ve gerekse konvansiyonel yöntem ve silahlarla sivil ölümlerinin önüne geçilmesi. İkincisi ise, 3,5 milyon nüfusu barındıran bir şehir olan İdlib’e gayet yakın bir zamanda yapılacak olan bir saldırıda yine Türkiye’ye yönelik büyük bir göç dalgasının başlayacağı, bizim ülkemiz için ciddi bir güvenlik açığı vaziyetinin ortaya çıkacağı ve hatta bu tür kaçışların hâlihazırda başlamış olduğu olgusu.

Suriye ile en uzun sınıra Türkiye sahip ve bizzat Türkiye Cumhurbaşkanı ağzından bu göç hareketinin oldukça güçlü bir ihtimal olduğunu işitmiş olduk. Bölgenin bir başka acı gerçeği ise, bu göç edenlerin arasında on binlerle ifade edilen çeşitli terör örgütü mensuplarının da olacağı ve karışacağıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan hem yerel hem de beynelmilel mecralarda defalarca Suriyeli göçmenler için Türk devletinin şu ana kadar 35 milyar dolar harcamış olduğunu dile getirdi. Bu öyle bir meblağ ki, tutarı Türk Lirasına çevirip çarpıp böldüğümüz zaman, en az 750 adet şeker fabrikası ettiğini anlıyoruz.

Dolayısıyla ve nihayetinde, Türk Lirasının resmen krizde, iflas ve tasfiye durumunda bulunan ülkeler ile yarışacak ve onları aşarak geride bırakacak düzeyde değer kaybetmesi ve Türk ekonomisinin ciddi ve sert bir krize girmiş ve/veya giriyor olmasının arkasında, beslenen, barındırılan ve korunan Suriyeli sığınmacıların çok büyük bir payı olması, hayat mücadelesi veren on milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti yurttaşını pek çok açıdan rahatsız etmeye devam ediyor... Oysa, insan yaşamı politik düellolar ve pazarlıkların bir enstrümanı haline getirilmemeliydi...