Herkesin ağzında bir 'komplo' lâfıdır dolaşıyor. Doğaldır. Anlaşılması zor ortamlarda zihin görünmeyeni araştırır. Çoğu kişi için o zihinsel faaliyet 'komplo alanı' oluyor işte...

Ne demek mi istiyorum?

Bundan 2 ay öncesinde Türkiye’nin, AK Parti’nin ve Fethullah Gülen Cemaati’nin Kürt politikasında ani ve keskin bir dönüş gözlendi.

Halbuki seçimler çatışmasız bir ortamda geçmiş, İmralı’da Öcalan’la yapılan görüşmeler ilerlemiş, hatta Öcalan’dan gelen açıklamalara bakılırsa heyetle görüşülüp, protokoller ortaya konmuş, barış konseyi kurulması bile gündeme gelmişti.

Bu konuları yakından takip eden bir dostumla konuştum. Kendisi balıkçılık yapmıyor. Ama PKK’yi de, hükümeti de, orduyu da, Fethullah Gülen Cemaatini de yakından takip ediyor.

"Hiç hakları yok" dedi. Hükümetin gelinen çözümsüzlük noktasında birinci dereceden sorumlu olduğuna inanıyor dostum...

“Artık dünyada şiddetle sonuç almanın yolu kapandı. Şiddetten arındırılmış bir dil, demokrasi ve özgürlük için sürdürülen mücadele, en otokratik rejimleri dize getirebiliyor...” diyor.

Ya silâhlı mücadele, ya savaşla sonuç almada ısrar? Hiçbir devlet böyle köklü bir sorunu bu tür yöntemlerle çözemez diyor dostum.

“Tamil Kaplanları Sri Lanka'da ülkenin kuzeybatısında bağımsız devlet kurmayı amaçlayan bir örgüttü. 1983 yılından beri silâhlı mücadele yürütüyordu. Başlatılan topyekün savaş sonucu 2009 yılı mayıs ayında örgüt Sri Lanka Silâhlı Kuvvetleri tarafından yenildi; lideri Velupillai Prabhakaran öldürüldü.” diyen bir köşe yazısını hatırlattım.

"Bugünün dünyası böyle bir dünya" değil dedi dostum... Gafil bulunup "Sri Lanka..." diye ısrarla sormak istedim, "Ağzından yel alsın" diye haykırdı.

“Ne Türkiye Sri Lanka, Ne PKK Tamil Kaplanları…”

İşin 'komplo' boyutu şu, dostuma göre: “Bugünlerde birbiri ardına meydana gelen ve insanların kafasını fena halde karıştıran olayların hepsi, aslında seçim öncesi için planlanmış, iktidarın ABD ve çeşitli dış güçlerle birlikte uygulamaya soktuğu bir kanlı senaryo.”

Dostum şunları ekledi:

"Demokratikleşme sorununu çözememiş ülkelerde yaşanan çatışmalarda sona doğru yaklaşıldığında hep bir kırılma noktası görülmüştür. O nokta ya iki tarafça fark edilip iyi değerlendirilerek çıkış yolu kısaltılır; ya da tek taraf fark eder o noktayı, fark edemeyen taraf kaybeder... Ama hemen kaybeder, ama sonra... Mutlaka kaybeder... Ama fark eden taraf da kazanamaz. Yani iki taraf da kaybeder sonuçta."

FEHMİ KORU VE GÜLERCE DE SAVAŞ DEMİŞTİ?

Savaş tamtamlarının Zaman’dan yükseltildiğini hatırlattı dostum.

Zaman yazarı Fehmi Koru 17 Temmuz’daki yazısında Sri Lanka'da Tamil Kaplanlarına yönelik katliamı hatırlatmıştı. Üstü kapalı ‘sonunuz bu olacak, ayağınızı denk alın’ demeye getirmişti.

Hüseyin Gülerce de Gülen Cemaati’nin PKK ile savaşta sahaya ineceği mesajını vermişti. Gülen Cemaati’nin sözcüsü konumundaki Hüseyin Gülerce "Terörle mücadele, neden farklı olacak?’’ başlıklı köşesinde cemaatin PKK ile savaş stratejisinin ipuçlarını yazmıştı.

14 Temmuz 2011'in "Yeni Türkiye" için bir dönüm noktası olduğunu yazan Hüseyin Gülerce, "terörle ilk defa, ‘Büyük Türkiye’ye yaraşır bir mücadele verilecek’’ ifadelerini çok keskin bir şekilde kullanmıştı.

CEMAAT ŞİMDİ BARIŞ MI İSTİYOR?

Bütün bunları hatırlatan dostum son günlerde yine Fehmi Koru ve Hüseyin Gülerce’nin yazılarıyla, Fethullah Gülen’in de bayram mesajıyla savaş politikalarından çark ettiğini, barıştan bahsettiğini söyledi.

Türkiye’de “barış” kelimesinin lanetli hale getirildiğini, barış kelimesinin karşılığının "Kürt Sorunu'nun çözümü" olduğunu söyleyen dostum, bu söylemlerin yeni bir keskin viraj olduğunu iddia ediyor.

Fethullah Gülen bayramda “barış” mesajı verdi diyor dostum. Zaman’da bu haberin başlığı şöyleymiş: “Hocaefendi: Bayram barış adına fırsata dönüştürülmeli”

Haber şöyle devam ediyormuş:

Bayramları 'fırsat günü' olarak görmenin gerekliliğinden bahseden Hocaefendi şunları söyledi: "Belki bazıları bundan rahatsız olabilir. Diyalogdan da rahatsız olanlar, hoşgörüden de rahatsız olan insanlar var ve bunu yaparken de Müslümanlık adına yapıyorlar. Bu tür yaklaşımlar, insanlığa huzur, barış ve dostluk getirmez."

İnsanların kalplerinin yumuşadığı anlarda bu fırsatları diyalog adına değerlendirmek gerektiğini kaydeden Gülen Hocaefendi önemli bir uyarıda da bulundu: "Yoksa vahşetin bu denli tırmandığı dönemde, atom bombalarının, nükleer bombaların insanlığa karşı kullanıldığı bir dönemde, İslam ve cihan sulhu temsilcileri, bu meseleyi ele almazlarsa insanlığın yarısı ölebilir."

Savaşın diyalog gibi çalışmalarla önlenememesi durumunda insanlığın geleceğini tehdit edeceğini vurgulayan Hocaefendi şunları tavsiye etti: "İnsanlar arasında sulh köprüleri oluşturulmalı. Bayram da bu tür çalışmalar için vesile kılınmalı. Kimseye karşı önyargılı olmamak lazım. İnsana saygımızı göstermeliyiz."

İnsana saygının dinin gereği olduğunu yineleyen Hocaefendi sözlerini şöyle bitirdi: "Ahsen-i takvime mazhar olarak yaratılan insana saygının ayrı bir yeri var. Konumuna, durumuna, keyfiyetine, değerine göre her şeye karşı saygıda bulunmak icap ediyor. Bence bunda hiç kusur etmemek lazım. İnsanlığın buna ihtiyacı var."

Hüseyin Gülerce de 2 Eylül’de Hocaefendisinin bayram mesajını köşesinde şu başlıkla tercüme etmiş: “Başbakan'dan beklenen BDP jesti...”

Ve şunları yazmış: “…BDP'ye ihtiyaç var. Çünkü terörle mücadelede ve asıl itibarıyla Kürt sorununun çözümünde öldürerek, imha ederek sonuç alınması mümkün değildir. İş eninde sonunda siyaset ve akıl planında çözülecektir.”

15 gün kadar önce ise Kanal 7'de Erhan Çelik'le gündemi yorumlayan Fehmi Koru savaş baltalarının bilendiğini hatırlatarak yeni bir çatışmalı sürecin sakıncalarına dikkat çekmişti. Barış seçeneğinde ısrar edilmesi gerektiğini söyleyen Koru bu seçenek tümüyle tükenmeden askeri seçeneklerin devreye girmesinin çok yanlış olacağını kaydetmişti. Çatışmalı bir süreçte PKK tarafında yaşanacak can kayıplarının da çözümü getirmeyeceğini söyleyen Koru hükümetin barışta ısrar etmekten başka insani bir seçeneğe sahip olmadığını vurgulamış ve şöyle demişti: "Yeni şehit cenazelerine yeniden kan dökülmesine ihtiyaç yok. Karşı taraftan da insanların ölmesini istemek mümkün değil. Yani can kaybına yol açacak formüller peşinde koşmak yerine can kaybını, kanı engelleyecek çözümler peşinde koşmak gerekiyor. "

PEKİ NEDEN?

Dostuma sordum, daha önce de Fehmi Koru’nun Tamil Kaplanları yazısıyla sertleşen Cemaat ve Hükümet, yine Fehmi Koru’nun yazısı ardından yumuşayabilir mi? Fethullah Hoca açıkça bunun işaretini mi verdi?

Evet, dedi dostum. "Hükümet henüz o noktada değil, ama işaretler Fethullah Gülen Cemaati’nin açıkça barış istediğini gösteriyor."

“Peki neden?” diye sordum. Şu iddiaları öne sürdü dostum:

“Fethullah Gülen cemaati çatışmadan, tartışmadan, açık siyasetten kaçarak örgütlenir. Bir kavganın, mücadelenin içine girmez, sızıntı stratejisi izler. Ancak gidişat savaşın kızışmasını gündeme getirecek ve ucu cemaate de dokunacak gibi görünüyordu.

Cemaatin 100’den fazla ülkede faaliyetleri var. Ancak PKK’nin de 100’den fazla ülkede örgütlülüğü var. Eğer savaş kızışırsa, ‘bu okullarda, dershanelerde, yurtlarda ve hatta ibadethane görüntüsü verilen yerlerde asimilasyon yapılıyor’ diyerek buralar hedef alınırsa cemaat bunun altından kalkamaz. Buna cevap veremez. Buna cevap verecek tarzda bir yapısı yok. O nedenle bütün dünyada kendini bir anda kriminalize halde bulur.”

'Peki bunu daha önce bilmiyorlar mıydı?' dedim dostuma.

"Şimdiye kadar dikkat ediyorlardı, ama artık savaşın tarafı haline gelmeye başladılar” dedi. Son dönemde polise, hükümete, valilere özel yetkiler veren düzenlemeler yapıldığına dikkat çekti. Bunların kolayca hayata geçirilmesi için toplumun hazırlanması gerektiğini belirtti.

‘O nedenle komplo teorilerini sevmem ama bir komplo teorisi de ben ortaya atayım’ dedi:

“Acaba bunları yapabilmek için her şeyin iyi gittiği bir dönemde savaş bilerek mi kızıştırıldı? Öcalan’ın hem devletle hem avukatlarıyla görüşmeleri bu nedenle mi bıçak gibi kesildi?”

Dostum kafamda sorular bıraktı.

Ama ne olursa olsun, yanlıştan dönen, barış mesajları veren Fethullah Gülen Cemaati’nin sözleri olumlu, şimdi bunların hükümetçe de dikkate alınıp alınmayacağını hep birlikte izleyeceğiz, göreceğiz…