Hani, “Buraların havasına da hiç güven olmaz denir” ya, bir bakarsın güneş açmış, atarsın kendini sokağa, hemen yağmur başlar.

Türkiye’nin siyasi ortamı da buna döndü…

Tam “barış sağlanacak” diye umutlandığınızda silahlar patlıyor…

Yükselen savaştan kaygılandığınız bir anda aniden barışçıl adımlar atılıyor…

Ve bunlar artık o kadar sık olmaya başladı ki, başımız dönüyor…

BDP’nin meclise dönmesiyle bu köşede “Barışın yolu açılıyor” diye yazıp, seviniyorken, onlarca BDP’linin gözaltına alınıp tutuklanmalarıyla yine yağmura tutulduk…

Neyse ki, şemsiyemiz yanımızda…

AKP DİRESİYON HAKİMİYETİNİ YİTİRDİ

Peki neden bunlar yaşanıyor? Neden bu kadar zik zak…

En basitinden, birinci neden Kürt sorununun çözümünün kendini iyice dayatması denebilir, ikincisi hükümetin bu yolda direksiyon hakimiyetini kaybetmesi gösterilebilir.

Direksiyon hakimiyetini kaybetti çünkü yolu bilmiyordu, elinde bir yol haritası olmadan yola çıkmıştı. Ayrıca yol da oldukça kaygandı.

Ve bu sorunun çözümü İstanbul’un su sorununu çözmek kadar kolay değildi…

O nedenle hükümet yüzünü bir barışa dönüyor, bir savaşa…

Direksiyonu bir sağa kırıyor, bir sola…

AKIL HOCASI FETHULLAH GÜLEN HAREKETİ

Bu köşeyi takip edenler bilir. Fethullah Gülen Hareketi’ni de takip etmeye çalışıyoruz. Daha önce hükümetin bu zik zaklarıyla aynı anda, hatta daha öncesinden Fethullah Gülen Hareketi’nin yönelim belirlediğini, çizgi çektiğini, hükümetin de bu yoldan yürüdüğünü örnekleriyle yazmıştık.

Yine öyle oldu… Bakın nasıl…

CEMAAT ÖNCE BARIŞ İSTİYORDU?

Fethullah Gülen bayramda “barış” mesajı verdi. Zaman’da bu haberin başlığı şöyleydi:“Hocaefendi: Bayram barış adına fırsata dönüştürülmeli”

Haber şöyle devam ediyordu:

Bayramları 'fırsat günü' olarak görmenin gerekliliğinden bahseden Hocaefendi şunları söyledi: "Belki bazıları bundan rahatsız olabilir. Diyalogdan da rahatsız olanlar, hoşgörüden de rahatsız olan insanlar var ve bunu yaparken de Müslümanlık adına yapıyorlar. Bu tür yaklaşımlar, insanlığa huzur, barış ve dostluk getirmez."

Savaşın diyalog gibi çalışmalarla önlenememesi durumunda insanlığın geleceğini tehdit edeceğini vurgulayan Hocaefendi şunları tavsiye etti: "İnsanlar arasında sulh köprüleri oluşturulmalı. Bayram da bu tür çalışmalar için vesile kılınmalı.

Hüseyin Gülerce de 2 Eylül’de Hocaefendisinin bayram mesajını köşesinde şu başlıkla tercüme etti: “Başbakan'dan beklenen BDP jesti...”

Ve şunları yazdı: “…BDP'ye ihtiyaç var. Çünkü terörle mücadelede ve asıl itibarıyla Kürt sorununun çözümünde öldürerek, imha ederek sonuç alınması mümkün değildir. İş eninde sonunda siyaset ve akıl planında çözülecektir.”

15 gün kadar önce ise Fehmi Koru savaş baltalarının bilendiğini hatırlatarak yeni bir çatışmalı sürecin sakıncalarına dikkat çekmişti. Barış seçeneğinde ısrar edilmesi gerektiğini söyleyen Koru bu seçenek tümüyle tükenmeden askeri seçeneklerin devreye girmesinin çok yanlış olacağını kaydetmişti.

TEKRAR SAVAŞ SÖYLEMLERİNE DÖNÜŞ

Bakın bir ay önce yukarıdaki satırları yazan Hüseyin Gülerce 5 Ekim’de neler yazmış:

“Yeni Türkiye kaya gibi bir hakikattir. Çarpan, dağılacaktır, yamulacaktır. Terör örgütü mensupları, onlara destek verenler de öyle.

KCK-PKK-BDP çizgisi, Türkiye'deki Kürtlerin temsilcisi değildir. Bütün Kürt vatandaşlarımızın terör örgütünün destekçileri gibi gösterilmesi yanlışına düşmemek gerekiyor.

PKK terörü ile Kürt sorununun çözümünü ayırt etmek gerekiyor. Çünkü KCK-PKK-BDP ulusalcı Kürt çizgisinin anladığı Kürt sorunu ile asıl sorun aynı şey değildir. Ulusalcı Kürt çizgisi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki 24 vilayette, "özerk" bir yapı kurarak, bu bölgeyi Türkiye'nin idari sisteminden ayırarak istedikleri gibi yönetme peşindedir. Dağdaki kadroların güvenlik gücü haline getirileceği, farklı bir hukuk ve yargılama sisteminin olacağı, İslam'ın hayat dışına itileceği baskıcı, otoriter faşist bir rejim arzuluyorlar. Kürtçe eğitim talebi sadece bir bahane.”

Hükümetin son söylemleri ve KCK-BDP operasyonları göz önüne alınınca bu satırların nasıl yol gösterici olduğu anlaşılıyor değil mi?

PEKİ NEDEN BU DÖNÜŞ

Yoksa, hükümetin ve cemaatin bu keskin dönüşlerinin direksiyon hakimiyetini yitirmek dışında başka nedenleri mi var? Son dönemde uluslararası alanda yürütülen temaslar, Türkiye’ye biçilen roller, üstlenilen görevler (Suriye vb. ülkelere hamilik yapma, rol model olma, Malatya’ya füze kalkanı vb), yapılan görüşmeler kaybedilen direksiyonun hakimiyetini başka ellere mi verdi?

Yoksa birileri (ABD), AKP’yi (birlikte Cemaati) gaza getirip, çok iyi gidiyorsunuz, size istihbarat veririz, her türlü desteği sağlarız diyerek Kürtlerle savaşa mı yönlendiriyor? Bilemiyoruz…

PKK DE CEMAATE SAVAŞ AÇTI

Hükümet ve cemaat savaşı seçince PKK’nin cevabı da gecikmedi.

İşte PKK'li tutukluların “Kürt kasabı Erdoğan ve Fetullahçı çeteye karşı topyekûn serhıldan” başlığını taşıyan açıklamasından kesitler:

“Irkçı-inkârcı ve faşist Türk devleti, bir yandan uluslar arası komplocu güçler ile birlikte, önderliğimize yönelik katletme, önderliğimizi imha ederek, yeni soykırım politikalarını gündeme alırken, bir diğer yanda ise, bu uygulamaları kabul etmeyen, onur ve özgürlüğü için direnen halkımıza karşı bir sürek avı başlatmıştır.

Bunun için, uluslar arası güçleri ve işbirlikçi ihanet çevrelerini yanına almış ve basın-yargı ve faşist çetelerini halkımızın özgürlük taleplerinin karşısına dikmiş bulunmaktadır.

Önderliğimizin saçının bir tek teline zarar gelmesi halinde, bu topraklar cehenneme dönüşecektir. Türk devleti ve uluslar arası hegemon güçler bunun hesabını iyi yapmalı ve içerisinde önderliğimizin-halkımızın ve özgürlük güçlerimizin olmadığı bir dünyada kendilerine de yaşam imkânı tanımayacağımızı bilmelidirler.”

CEMAAT İLK DEFA ATEŞİ HİSSEDEBİLİR

Başlıktaki söze şimdi sıra geldi: Fethullah Gülen Hareketi hata yapıyor…

Savaşı tercih ederek, hem de çok büyük hata yapıyor.

Şimdiye kadar yangın yerine dönen bu ülkede onlar savaşın ne olduğunu bilmediler, görmediler, yaşamadılar.

Sokaklar, coplar, işkenceler, mahkemeler, hapishaneler, idamlar, gözaltında kayıplar, yerinde infazlar, bombalar, kurşunlar, öldürülen gazeteciler, bombalanan gazete binaları her şey sosyalistlere, Kürtlere, Alevilere, işçilere, aydınlara, muhaliflere yönelikti.

Kısmen bir dönem ülkücüler ve İslamcılar da bundan payını aldı. Ancak Fethullah Gülen Cemaati’nin hak ve özgürlüklerle, eylemle, mücadeleyle hiç işi olmadı.

Üniversitelerdeki başörtüsü zulmüne karşı bile, solcu öğrenciler tepki koyarken onlar uzak durdular. Bir avuç müslüman genç okul kapılarında yapayalnız bırakıldı, provokatör muamelesi gördü. Daha dün Marmara gemisiyle Filistin’e yardım götürmek için çabalayanlar bile hakir görüldü Fethullah Gülen Hareketi tarafından.

Ancak şimdi durum değişiyor. Mücadele etmediler, bedel ödemediler ama sızarak devlet oldular.

Şimdi istihbarat, polis, yargı, medya, sermaye olarak, yani devlet olarak savaşın birinci derecede yürütücüsü konumundalar.

Ve nasıl Hüseyin Gülerce, “Yeni Türkiye kaya gibi bir hakikattir. Çarpan, dağılacaktır, yamulacaktır. Terör örgütü mensupları, onlara destek verenler de öyle. KCK-PKK-BDP çizgisi, Türkiye'deki Kürtlerin temsilcisi değildir” diye bir mantık kuruyorsa,

Ve nasıl Fethullah Gülen hareketi şimdi devlet olarak BDP’lileri, sivil siyasetçileri, belediye başkanlarını, Kürt gazetecileri copluyor, gazlıyor, tutukluyorsa aynı şekilde karşılık görebilir.

PKK de, sadece polise yönelmeyerek, “bunlar gazeteci kılığındaki kontralardır”, “bunlar bizi tasfiye etmek amaçlı özel savaş aygıtının görevlileridir”, "bu yurtlar asimilasyon yuvasıdır" diyecektir.

İşte o zaman savaş ve ateş gerçek manada ve ilk defa Fethullah Gülen Cemaati’ne değecektir.

Hatırlatmakta fayda var: Sırça köşkte oturan komşusuna taş atmamalı…

PEKİ AKP-CEMAAT İTTİFAKI BU SAVAŞI KAZANABİLİR Mİ?

Herhalde ya kazanacaklarını sanıyorlar, ya da birileri bunları fena halde kandırıyor.

AKP-Cemaat ittifakı hangi desteği alırsa alsın, hangi avantaja sahip olursa olsun, PKK hangi hataları yaparsa yapsın bu savaşı kazanamaz.

Çünkü, son tahlilde PKK ve Kürtler haklı ve meşru talepleri olan taraftır, devlet ise bunları yıllardır yok sayarak binlerce insanın ölümünden sorumlu olan ve savaşın nedeni olan taraf.

Bu savaşın kazananı olmaz ama her şekilde kaybedecek olan taraf bellidir: haksız olan…

Siz ne hakla inkarcı, asimilasyoncu, baskıcı devlet politikalarına sıkı sıkıya sarılarak ülkeyi savaş cenderesinde tutmakta ısrar edeceksiniz?

Libya’ya, İsrail’e, Suriye’ye akıl vermesini biliyorsunuz da o güzel aklın birazını neden kendinize saklamıyorsunuz?

Daha fazla uzatmadan, şu yeni anayasa gündemini de kaçırmadan eşit yurttaşlık temelinde, Kürtlerin statüye kavuştuğu, silah bırakma koşullarının yaratıldığı bir yol haritasını önünüze koyun, direksiyonun hakimiyetini ele alın, dosdoğru barış rotasına girin…