Gazeteci Yazar Fehim Işık, AKP'nin 'yeni Türkiye' projesi dahilinde iç ve dış politikasını değerlendirdi.

Işık, "İran’da 1979’da izlenen yol ve yöntemler tam anlamıyla benzer olmasa bile Türkiye’de de izleniyor ve İran’ın Sünni versiyonu Türkiye’de yaşama geçirilmek isteniyor. İşin özeti, tüm yaşananlar yeni bir Sünni İslam devletinin ayak sesleridir. Bu yaklaşım şimdilik diğer Sünni devletler üzerindeki hegemonyasını Neo psmanlıcılık ile yaşama geçirebilecek gücünü yitirmişse bile Türkiye’yi bu yönde ilerletme ülküsünden vazgeçmemiştir" dedi.

Fehim Işık’ın Evrensel’de yayınlanan, “İran’ın Sünni versiyonu” başlıklı yazısı şöyle:

Yalnız Türkiye’yi yönetenler değil, hükümetin gözüyle yazan çizenlerin önemli bir kısmı da paranoya içinde. Bu paranoya kendini Kürt korkusu ile açığa vurmuş olsa bile kanım o ki yaşama geçirilmek istenen ‘ümmet projesinin’ başarılamayacağından da korkuluyor.

Daha açık demek gerekirse İran’ın Şii İslam sisteminin Sünni versiyonunun sekteye uğrayacağı, on yıllardır üzerinde uğraşılan ‘projenin’ heba olacağı korkusu var.

İran’da 1979’da izlenen yol ve yöntemler tam anlamıyla benzer olmasa bile Türkiye’de de izleniyor ve İran’ın Sünni versiyonu Türkiye’de yaşama geçirilmek isteniyor.

İran’da dini lider 1979’da bir halk ayaklanması sonrasında iktidara geldi. Şah’ın baskısından bunalan toplumun önemli bir kesimi dini lidere destek verdi. Çok değil, ilk 4 yıl toplumun farklı kesimlerini absorbe etmeye yönelen yeni İran rejimi ayakları yere basınca da Şah’ı aratır duruma geldi.

Ortadoğu’nun en güçlü komünist partilerinden olan İran Komünist Partisi-TUDEH yok edildi. Kürtler dağa çekildi. Halkın Mücahitleri ve Halkın Fedaileri gibi ağırlığı olan örgütler İran-Irak savaşının tarafı olup Saddam’ın yanında yer aldı.

İran’da tepki çeken bu durum Fars milliyetçiliği ile birleşince etkin muhalefet ciddi anlamda geriledi. İran muhalefetinin Irak’a yerleşen Kürtler dışındaki son kalıntıları da geçtiğimiz günlerde Irak’ı terk etmek zorunda kaldı.

Halihazırda Kürtler, Beluciler ve kısmen de Azeriler dışında İran’da ciddi bir muhalefetten söz etmek mümkün değil. Bu muhalefet ise ağırlıkla ülke dışında örgütlenmiş durumda. Ülkede olanların ağır illegal koşullarda çalışma veya rejime biat dışında bir seçenekleri yok.

Türkiye’de bu süreç 2002’de Erdoğan’ın iktidara gelmesiyle başladı. Türkiye ile İran arasındaki en önemli fark bir halk ayaklanması ile iktidarın el değiştirmemesidir. Bunun dışındaki tüm nüveler İran’ın Sünni versiyonunun oluşturulması yönünde ilerliyor ve yaşananlar neredeyse birebir aynı.

Milli Görüş’ün mirası üzerinde yükselen Erdoğan, iktidara gelişinin hemen ardından toplumun farklı kesimlerinin neredeyse tümüne mavi boncuk dağıttı. Çoğu kez ilgi gören sol-sosyal demokrat politikaları proje olarak halkın önüne sundu. 12 Eylül cenderesinden çıkamamış, Kemalizm’in reddiyeci politikaları ile bunalmış, çoğu yoksul ve emekçi halk yüzü kendine dönük bu iktidarı destekledi.

İktidarın söylemleri liberaller başta olmak üzere sol demokrat ve ilerici kesimler arasında da ilgi gördü. Bu tablo, iktidarın ayakları yere basıncaya kadar devam etti. İktidardaki asıl değişimi 2011’den sonra görmeye başladık. İran’da 4 yıl sonra, 1983’te toplumun farklı kesimlerine yönelen iktidar; Türkiye’de 9 yıl sonra yani 2011’de, başta Kürtler olmak üzere toplumun farklı kesimlerine yönelmeye başladı.

Bu dönem, aynı zamanda Sünni iktidarın pekişmesine yeni olanak olarak değerlendirilen Suriye krizinin de başlangıcıdır. Neo osmanlıcı politikayla ‘ümmetin ülküsünü’ bir tek Türkiye’de değil Ortadoğu’da da yaşama geçireceğini düşünen iktidar, Suriye’de kim olduğuna bakmaksızın adı Sünni olan her gücü destekleyip kendine yedeklemeye başladı.

Kürtleri hiç hesaba katmıyordu. 2012’nin ortalarından itibaren devreye Kürtler girince, onları da oyalamacı bir taktikle kendine bağlamaya, Suriye politikalarında kullanmaya niyetlendi. Yüzü batıya dönük, demokrat ve laisist Suriye Kürtleri Erdoğan’ın biat geleneği üzerinden yürüyen politikalarını reddedince, içinde yaşadığımız ağır savaş dönemi başladı.

Türkiye ve Suriye’de Kürtleri kendi politikalarına yancı yapamayan iktidar bu kez hem Türkiye’de, hem de Rojava’da Kürtleri savaşla dize getirmeye yöneldi. İşin özeti, tüm yaşananlar yeni bir Sünni İslam devletinin ayak sesleridir. Bu yaklaşım şimdilik diğer Sünni devletler üzerindeki hegemonyasını Neoosmanlıcılık ile yaşama geçirebilecek gücünü yitirmişse bile Türkiye’yi bu yönde ilerletme ülküsünden vazgeçmemiştir.

PKK lideri Öcalan’ın kardeşi aracılığıyla kamuoyuna yönelttiği kısa açıklamasını da bu temelde okumak lazım. Kürtler sola dönük yüzleriyle, dinin devlet yönetiminde kullanılmasının önüne çektikleri setle Erdoğan’ın başkanlık ülküsünden de öte olan ve hilafeti de kapsayan ‘ümmet projesinin’ yaşama geçmesine engel oldular.

Erdoğan da bunun farkında. O zaman yapılacak şu: Ya Erdoğan çöktüğü açık bu projeden vazgeçip Türkiye’nin olağan koşullarına dönmesine fırsat verecek, sorunların barışçıl çözümüne olanak tanıyacak ki bu Öcalan’ın belirttiği gibi en fazla 6 ayı alacak bir süreçtir.

Ya da bu ağır savaş koşullarını sürdürecek, çatışma ve çözümsüzlükte ısrar edecek. Suriye’de ve Türkiye’de Kürtler -yenilmezler ama- yenilirse ne ala.

Erdoğan’ın önündeki son engel kalkar. Kürtler direnir ve ‘ümmetin birliğine’ dahil olmazlarsa -ki öyle olacak-, kabul etmek gerekir ki süreç daha da ağırlaşır.

Sürecin daha ağır, belki de bölgeyi kapsayacak bir savaşa yönelmesini istemiyorsak, eğri oturup doğru konuşmalıyız...

Savaş karşıtlığını öne çıkaracak, barışı kararlıca savunacak cepheyi büyütmekten başka şansımız yok...