Gazeteci Fehim Işık, Türkiye ve Rusya’nın öncülüğünde Kazakistan’ın başkenti Astana’da yapılan Suriye görüşmelerini değerlendirdi.

Türkiye’nin değişen Suriye politikasını değerlendiren Işık, Türkiye’nin Kürtleri engelleme noktasında da başarılı olamadığı için Suriye topraklarında kara harekatı başlattığını savundu.

Işık, Türkiye’nin esas meselesi olan Kürtleri engelleme noktasında da başarılı olamayınca, devreye bugün Türkiye’nin desteklemekten vazgeçtiği gruplar girdi. Onca para, silah, lojistik desteğe rağmen ilerleyemediler. Bu nedenle iş başa düştü ve Türkiye Cerablus’tan Suriye’ye girdi, Bab’ın kapılarına dayandı” dedi.

Türkiye’nin Suriye politikasındaki rota değişikliğinin Kürtleri kapsamadığını söyleyen Işık, “Türkiye’nin fiilen Suriye’ye girmesinin de, ittifaklarını değiştirip rotasını Rusya’ya kırmasının da, bu rota değişikliğini Batı’nın kendi aleyhine görmeyip Türkiye’yi desteklemeye devam etmesinin de bunda payı var. Türkiye bu adımları atarken, bunca rota değiştirirken bile Rojava yönetimine ve Demokratik Suriye Meclisi içinde yer alan devrimci gruplara karşı tutumunu değiştirmiş değil” değerlendirmesinde bulundu.

Fehim Işık’ın Evrensel’de yayınlanan, “Astana, Cenevre öncesi yol temizliği mi?” başlıklı yazısı şöyle:

Türkiye, İran ve Rusya’nın garantörlüğündeki Astana görüşmelerinin ilki geçtiğimiz ay yapılmıştı. Dışarıya yansıyan görüntü Suriye’de kalıcı ateşkesin sağlanmasına dönüktü. Birkaç gün önce yapılan 2. Astana toplantısında da aynı amaçla bir araya gelindi. Teknik heyetler oluşturuldu. Ateşkesi izleyecek grupların çalışma yöntemleri belirlendi.

Astana’daki taraflar bir karar da provokasyonların önlenmesine dönük aldılar. Doğrudur, Astana görüşmeleri başlayalı sahada Suriye ordusu ile görüşmelere katılan ağırlıkla Türkiye destekli güçler arasında bir ateşkes var.

Ancak bu kez Astana’ya provokasyon olarak yansıyan, önlenmesi için karar alınan bir başka durum söz konusu. Geçmişin ittifaklarından çark eden, o seni sattı, bu beni sattı diyen güçler, gruplar, grupçuklar arasında başlayan irili ufaklı iç çatışmalar yaşanıyor Suriye’de. Birçoğu geçmişte vekil olarak sahada birileri adına çarpışan bu yapılar, şimdilerde kendilerini arenada aç aslanlara yem olarak bırakılan esirler gibi hissediyor. Bunun hıncını –şimdilik olsa gerek– geçmişteki sahiplerinden çıkaramadıkları için ancak birbirleri ile savaşabiliyorlar.

Bu durumun oluşmasında Suriye’deki cihadçı grupları destekleyen devletlerin ittifak politikalarını değiştirmelerinin ciddi payı var. “Sünni ittifakı” kuran, destekledikleri grupların terörü nedeniyle yüz binlerce insanın ölümünden, yaralanmasından, sakat kalmasından, milyonların evsiz-barksız perişan olmasından sorumlu olan devletler Rusya’nın müdahalesi sonrasında Suriye’yi istedikleri gibi dizayn edemeyeceklerini anlayınca artık ucu kendilerine dokunan bu grupları desteklemekten vazgeçmeye yöneldiler. Astana öncesinde başlayan, Astana’yla birlikte kemale eren saf değişimleri sonrasında başlayan ateşkesler ise esasen sahadaki grupları ayrıştırmak için kullanılan bir yöntem. Sahadaki gruplar da bunun farkında.

Başını Nusra’nın çektiği grubun ateşkesi tanımayıp kendilerini sattıklarını söyledikleri Türkiye destekli gruplarla çatışmasının bir nedeni de budur. Kabul etmek gerekir ki saf değişimi noktasında en ciddi değişimi yaşayan ülke Türkiye oldu. Türkiye, Suriye’de desteklediği gruplara dönük politikaları konusunda en radikal değişimi yapmakla kalmadı, sahada yer yer Suriye’nin çıkarına adımlar atmaya başladı. “Sünni ittifakın” düşman gördüğü İran’la ilişkilerini Suriye sahasında geliştirmesi artık çıplak gözle bile izlenebiliyor. Hatırlamakta yarar var. Türkiye ilk olarak Halep’teki grupları desteklemekten vazgeçti. Bu durumu değerlendiren Suriye ordusu, Rusya ve İran’ın desteğiyle Halep’e dönük etkili bir operasyon başlattı. Bu gelişmedeki payını göstermeyip yaşananları insani dram gibi yansıtan Türkiye, birden insan hakları savunucusu kesilip Halep’teki sivilleri kurtaran hümaniter devlet pozisyonuna büründü. Kabul etmek gerekir ki basının susturulmasını bir avantaj olarak kullanan Türkiye, bunu iç kamuoyuna sadece kendi istediği boyutlarda yansıtmakta başarılı oldu. Kimse Suriye’de, özellikle de Halep’te ne yaşandığını öğrenemedi. Oysa Türkiye halklarının öğrenemediği gerçekler, şimdi Suriye’de sahada birincil meseleler olarak tartışılıyor.

Suriye’yi yakından takip edenler Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) diye bir şemsiye örgütün olmadığını çok iyi bilirler. 2011’de Türkiye, Suriye’den kaçan bir grup askerle bir yapılanmaya gitti ancak bu yapılanma hiçbir zaman arzuladıkları bir şemsiye olamadı. Bu yapılanma,

Türkiye’nin esas meselesi olan Kürtleri engelleme noktasında da başarılı olamayınca, devreye bugün Türkiye’nin desteklemekten vazgeçtiği gruplar girdi. Gelinen aşamada bu gruplar da ÖSO’dan farklı davranamadı. Onca para, silah, lojistik desteğe rağmen ilerleyemediler. Bu nedenle iş başa düştü ve Türkiye Cerablus’tan Suriye’ye girdi, Bab’ın kapılarına dayandı. Bu süreçte farklı olan IŞİD ve Nusra oldu. İdeolojik yanları da olan bu örgütler, destekleri reddetmezken öznel politikalarını yaşama geçirmekten de imtina etmediler.

IŞİD’in büyümesiyle zayıflayan Nusra, tersi gelişmelerin yaşandığı dönemde güçlenmeye başlıyordu. Halep ve İdlib’teki etkisiyle giderek birçok örgütü şemsiyesi altına alıyordu. Türkiye’nin fiilen Suriye’ye girmesinin de, ittifaklarını değiştirip rotasını Rusya’ya kırmasının da, bu rota değişikliğini Batı’nın kendi aleyhine görmeyip Türkiye’yi desteklemeye devam etmesinin de bunda payı var.

Türkiye bu adımları atarken, bunca rota değiştirirken bile Rojava yönetimine ve Demokratik Suriye Meclisi içinde yer alan devrimci gruplara karşı tutumunu değiştirmiş değil. Geçmişte ÖSO adlı ne olduğu belirsiz yapılanmadan Nusra ve IŞİD’e kadar devreye soktuğu vekillerle yapamadığını şimdi asil olarak kendisi Suriye’de, Astana’da, Cenevre’de yapmak istiyor.