Faiz, yerli paranın borç olarak verilmesi karşılığında, bir vade sonunda net olarak borç verilen tutarın üzerine eklenen artı değer olarak tanımlanabilir. Döviz kuru ise yerli paraya göre daha değerli olan para birimlerinin, yerli para karşılığı net değeridir.

26 Temmuz 2019’da Merkez Bankası politika faizi oranını yüzde 24’den yüzde 19,75’e düşürdü. Ardından faizdeki indirimler bir yıldan fazla bir süreyle her ay devam etti ve Mayıs 2020’de yüzde 8,25 oldu. Eylül ayında ise bu oran tekrar yükseltilerek yüzde 10,25’e çıkartıldı. Aralık 2020’de ise döviz kurunun aşırı derecede değerlenmesi ile birlikte, faiz oranlarını 200 baz puan artırarak politika faizi olarak da bilinen haftalık repo faizini yüzde 15’ten 17’ye yükseltti. 18 Mart’ta alınan kararla ise yüzde 17 düzeyindeki politika faizini, 200 baz puan artışla "yüzde 19" düzeyine yükseltti. TCMB Para Politikası Kurulu toplantısından sonra yapılan açıklamada, "politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının yüzde 17'den yüzde 19'yükseltilmesine karar verildiği" belirtildi.

Hatırlatmak lazımsa Kasım’ın ikinci haftasında Merkez Bankası Başkanı görevden alındı ve bundan iki gün sonra (9 Kasım’da) Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak istifa etti. Bu gelişmenin ardından dolar kuru hızla 7,7’ye kadar düşmüştü. Yerine getirilen Naci Ağbal döneminde döviz kurları hızla inmeye başlayarak 15 Şubat’ta 7’nin altına gerileyerek 6,94’e kadar düşmüştü.

Merkez Bankası başkanlığı, faiz artırımı kararının ardından tekrar el değiştirdi. Naci Ağbal başkanlığındaki Merkez Bankası, 18 Mart'taki toplantısında politika faizini 200 baz puan artırarak yüzde 19'a çıkarmıştı. Bu kararın ardından Resmi Gazete'de yayımlanan kararname ile Naci Ağbal görevinden alınarak yerine Prof.Dr. Şahap Kavcıoğlu atandı.

FAİZ ORANLARI VE DEVLET DESTEKLİ İHALELERLE BÜYÜME POLİTİKASI

AKP iktidarı ülkede egemen olmaya ve ekonomik altyapıyı kendi eline almaya başladığından bu yana devlet destekli, devlet ihaleleri üzerinden yürüyen ve bu şekilde büyüyen; özelleştirmeci, dış sermaye destekli, inşaat-emlak ve alt yapı yatırımlarına dayalı servet ve sermaye birikim stratejisi uyguluyor.

Dolayısıyla bu büyüme modelinde; en gözde sektör, inşaat sektörü ve bunu fonlayacak diğer ayağını oluşturan finans ve bankacılık sektörü oluyor. Ekonomi politikaları ise buna hizmet edecek bir biçimde kurgulanıyor. Böyle bir stratejinin sonucunda belli miktardaki yandaş inşaat şirketi, ülkenin ekonomik olarak da, politik olarak da en önemli, en büyük sermaye grupları haline geliyorlar.

Dünya Bankası’na göre, dünyada devletten ihale alan şirketler sıralamasında en büyük ihaleyi alan ilk on şirketten beşi Türk inşaat şirketleri ve bunların üçü ilk beşte yer alıyor. Bu şirketlerin sahiplerinin siyasal iktidarla çok yakın ilişki içinde olduğu ileri sürülüyor. Bu şirketlerin 1990-2018 döneminde devletten aldığı inşaat ihalelerinin tutarı 143 milyar dolar, yani bugünkü kur ile 1,165 trilyon liraya yakın.(1)

Hal böyleyken, TL faizlerinin yükseltilmesi ülkedeki ekonomik büyümenin ana kaynağı olan sıcak paranın ülkeye gelmesi için gerekli. Çünkü faizler yükseltildiğinde alternatif (kur, borsa ve diğer enstrümanlara göre) kazancı artacak olan yabancı sermaye, sıcak para olarak da bilinen portföy yatırımlarını ülkeye getiriyor. Dolayısıyla sürekli sıcak para, borç ve kredi genişlemesiyle büyüyen Türkiye ekonomisi yabancı sermayeye muhtaçtır ve faiz her zaman zorunlu kullanılacak bir araç haline dönüşmüştür.

Bununla birlikte faiz oranlarının artırılmasından iki gün önce 22 Aralık tarihinde üst üste çıkartılan Cumhurbaşkanı Kararları ile vergilerde bir dizi değişiklik gerçekleştirilmiştir. Bu karar ile bankaların ve fonların ihraç edecekleri Hazine bonosu gibi kâğıtlardan elde edilen faiz gelirinin stopajı sıfıra kadar indirildi. Eklenen Geçici Madde 3 ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih ile 31 Mayıs 2021 tarihi arasında, bankalar tarafından ihraç edilen tahvil ve bonolardan elde edilen gelir ve kazançlar, yatırım fonlarından elde edilen kazançlara uygulanan Gelir Vergisi tevkifatı (stopajı) oranları yüzde 0’a kadar indirilmiştir. Fakat net ücretinin nerdeyse yarısı kadar bir vergi ve prim yükü altında ezilen milyonlarca asgari ücretlinin pandemi koşullarında dahil maaşları üzerindeki vergi yükünde yüzde 1 bile indirim yapılmamıştır.

FAİZ-ENFLASYON-KUR, NEDEN-SONUÇ

Fiyatlar genel düzeyinin sürekli artış halinde olmasına enflasyon diyoruz. Yani tek bir maldaki fiyat artışından ziyade ( tek maldaki artış fiyat artışıdır) , bir mal sepeti olarak tanımlanan mal ve hizmetlerdeki toptan artışın olması ve bunun süreklilik arz etmesi ve oransal bir değerinin olması durumunda enflasyon artışından bahsedebiliyoruz.

Enflasyonun nedeni gelirsek, 2 tip enflasyon vardır. Bunlardan birincisi toplam talebin piyasadaki toplam arzdan fazla olmasıdır ve bu talep yönlü enflasyon olarak tanımlanır. İkinci tip enflasyon ise üretim faktörlerine ve girdilerine olan talebin artması veya bu girdilerin maliyetlerinin artması sonucunda bu artışın genel fiyatlar düzeyine etki etmesidir. Yani ücret, kira, faiz veya hammadde, enerji girdilerinin maliyetlerinin artması sonucu artan maliyetlerin, üretilen metaların satış fiyatlarına yansıması; bu artışın yansıması dolayısıyla metaların piyasa satış fiyatlarının yükselmesi şeklinde açıklanabilir. Konumuz olan faizi diğerlerinden ayırırsak; faiz neden mi sonuç mu buna bakabiliriz.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sık sık basın toplantılarında “faiz sonuç değil nedendir” biçiminde bir söylemiyle karşılaşırız. Bunun karşılığında, bu bir yakarma veya şikayet olarak algılanır ve buna karşı bir özeleştiri yapıldığına da bugüne kadar hiç karşılaşılmamıştır.

Bunun doğru olduğunu kabul etsek bile bu sorunun kime sorulduğu muğlaktır; çünkü zaten ekonomi yönetimi ellerindedir ve Cumhurbaşkanı’nın bilgisi dışında herhangi bir politika uygulanmasının imkanı yoktur.

O zaman kimsenin sormaya cesaret edemediği soruyu biz soralım: Yüksek enflasyon mu faizin yükselmesine yol açar, yoksa yüksek faiz mi enflasyonu yükseltir?

Konuyu daha çok ekonomik terimlerle kalabalıklaştırmamak amacıyla üstünden geçmek gerekirse; parasal yaklaşımcı (monetarist Friedman’ı takip eden iktisatçılar) enflasyonu para arzındaki artışın yarattığını öne sürerler. Para arzının artması demek talebin de artması demektir. Talep artarsa fiyatlar yükselir ve enflasyon oluşur. Arz yönlü iktisatçılar ise, enflasyonun daha çok yüksek yükselen maliyetler nedeniyle maliyet enflasyonu kökenli olduğunu öne sürerler. Hâlbuki bunların ikisi birden de aynı ekonomi içerisinde gerçekleşmiş olabilir. Bizim ülkedeki örneğe dönersek; hem merkez bankası pandemiden sonra bolca para basmış hem de kur ve faizin yükselmesiyle ithal girdiler, hammadde vs. gibi üretim girdi fiyatları yükselmiştir.

Sadece talep yönlü enflasyonun olduğu koşullarda yapılacak iş basittir. O koşullarda faizler yükseltilir, tüketim ve talep düşürülür ve bu şekilde enflasyon bir düzeye kadar engellenebilir. Sadece maliyetten kaynaklı bir enflasyon varsa da tersi yönde faizler düşürülerek girdi maliyetleri bir nebze aşağı çekilir ve enflasyonda bir düşüş sağlanır.

Fakat Türkiye’de olduğu gibi hem talep hem de maliyetlerden kaynaklı bir enflasyon yaşandığı; aynı zamanda da kur baskısının olduğu bir süreçte faizler artık bir neden değil bir sonuç olarak ortaya çıkar. Türkiye gibi yüksek dış finansman ihtiyacı olan ekonomilerde döviz-yerli para ilişkisi ,faiz - risk dengesiyle belirlenir. Riskler yüksekse (cari açık yüksek, dış finansman ihtiyacı yüksek, siyasal belirsizlikler söz konusu, mali disiplinde sorunlar varsa) o zaman yabancı para çekebilmek için faizlerin yüksek tutulması mecburidir. Yoksa dış finansman azalır ve kurlar yükselir. Kurlar yükselince riskler yükselir, içerideki sıcak para da dışarı çıkmaya başlar. Kurların yükselmesi de dolayısıyla enflasyonun yükselmesine yol açar. Bu durumda tek çözüm faizi yükseltmek ve dış finansman için yeniden uygun pozisyon yaratmaya çalışmaktır. Böylece yabancı kaynaklar içeri çekilmiş ve kurlar düşürülmüş, enflasyon da denetim altına alınmış olur.

Faiz artırımının bir diğer nedeni dolarizasyon. 2020 sonundaki bankacılık verilerine göre yabancı para cinsinden mevduatların toplam banka mevduatları içindeki payı yüzde 56’yı aşıyor. (2) Bankada mevduatı olan yerli yatırımcılar ve mevduat sahipleri, yüksek enflasyon ve gelecekle ilgili belirsizlikler yüzünden TL’den kaçıp dolar ve euro cinsinden mevduata yöneliyorlar. Bu da kurun yükselmesine neden oluyor. Bu son 1 senedeki döviz ve faizdeki artış azalışın sebebi de zaten budur. Dolayısıyla faiz bir neden değil, zorunlu bir sonuçtur.

Ekonomi değer yargılarından uzakta bir bilimdir ve bunu duygusallıkla, iç-dış mihraklarla açıklamak, tek bir şey üzerinden değerlendirmek, onu istediğimiz şekilde eğip, bükmek; sadece içi boş propaganda yapmak ve safsatadan ibarettir. Fakat ekonomi aynı zamanda politik bir bilimdir. Sadece sayılarla, ekonomik verilerle açıklanması imkansızdır; çünkü doğası gereği toplumsal bir altyapısı vardır ve bu toplumsal altyapı üst yapıyı da belirler. Ekonomiyi; insandan, toplumdan ve üretim ilişkilerinden kopartmak ve soyut bir ekonomik karar vericiler üzerinde tanımlamak burjuva iktisadının amentüsüdür. Bütün bu olup biteni anlayabilmek için diyalektik bir yönteme ve materyalist bakış açısına; dolayısıyla ekonomi politik analizi yapabilen Marksistlere her zamankinden çok ihtiyaç var.

________________________

(1) “Turkey’s Pro-Government Construction Companies Among World’s Ten Most Tender-Winning Firms”, https://ipa.news

(2) Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu verileri, https://www.bddk.org.tr/BultenAylik (25 Aralık 2020).