16 Mart katliamı için faili belli olup, faili meçhule uğratılan bir katliamdır demek yanlış olmayacaktır.

Gabriel Garcia Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanını okuyanlar vardır. Romanda bir kasabada herkesin bildiği, sadece cinayete kurban gidecek kişinin bilmediği, herkes tarafından bilinmesine rağmen hiç kimsenin engel olmadığı bir cinayetin öyküsü anlatılır. Hiç kimse engel olmadığı için romanın kahramanı Santiago Nasar öldürülür.

Kırmızı Pazartesi romanında olduğu gibi herkesin bildiği, sadece katledilecek olanların bilmediği katliamlara Türkiye’den bolca örnek vermek mümkün. 16 Mart katliamı bunlardan biridir. Hıran Dink’i bir başka örnek olarak verebiliriz.

16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi’nin önünde gerçekleştirilen katliamın seyrini izlediğimizde Kırmızı Pazartesi romanına ne kadar çok benzediği daha iyi anlaşılacaktır.

1978 yılında üniversitelerde sivil faşist saldırılar yoğunlaşmıştı. Bu nedenle solcu öğrenciler 1 Mart tarihinden sonra üniversite giriş çıkışlarını toplu şekilde yapmaya başladılar.

İstanbul Üniversitesi’nde faaliyet gösteren bir MİT görevlisi öğrenci 7 Mart tarihinde İstanbul Emniyeti’ne geçtiği bir bilgi notunda, ülkücülerin 8-10 içinde üniversite çıkışında solcu öğrencilerin üzerine dinamit atıp, silahla tarayacaklarını bildirmesine rağmen hiçbir önlem alınmadı. Bu bilgi notu daha sonra yapılan bu davanın ilk yargılamasında ortaya çıkmadı. 19 yıl sonra yapılan ikinci yargılamada, yani katliamdan 22 yıl sonra ortaya çıktı.

16 Mart günü İstanbul Üniversitesi’nin önünde her zaman görev yapan polisler değiştirildi.      

Öğrenciler üniversiteye giriş çıkışları Süleymaniye çıkışı denilen kapıdan yaparlarken, o gün değiştirilen polisler buradan çıkış yapılmasına izin vermeyerek öğrencileri merkez kapıya yönelttiler.

Bombaları bir minibüsle olay yerine Abdullah Çatlı getirir.

Abdullah Çatlı bombayı Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker’den aldığı sonraki yıllarda ortaya çıktı.

Emrindeki polislerle katliamı gerçekleştirecek olanların güvenliğini alıp yakalanmalarını engelleyen o dönem Vezneciler Karakolu’nda komiser yardımcısı olan Reşat Altay.

Kısaca olayın içinde MİT’i, askeri, polisi, sivil faşisti var. Yani devletin yapılacak olan katliamdan haberi var, ama hiç kimse engel olmadığı gibi, katliamın gerçekleşmesi için ellerinden geleni yapmaktan sakınmıyorlar.

Katliamdan sonra ise hakimi, savcısıyla olayı faili meçhule uğratmak için büyük bir çaba harcıyorlar.

16 Mart 1978 tarihinde saat 13:20’de solcu öğrenciler Merkez kapıdan dışarı çıkarlarken Eczacılık Fakültesi’nin önüne geldiklerinde Zülküf İsot “Beyazıt Komonistlere Mezar Olacak” diye slogan atıp elindeki bombayı öğrencilerin ortasına atar, ardından da yanındaki diğer saldırganlar silahla taramaya başlarlar.

Olay anında beş öğrenci yaşamını yitirir. İki öğrenci de kaldırıldıkları hastanede yaşamlarını yitirirler. 41 öğrenci ise çeşitli yerlerinden yaralanırlar. Saldırıda yaşamı kaybeden öğrenciler Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akın, Murat Kurt.

Olayın duyulmasının ardından 50 bin öğrenci İstanbul Üniversitesi’ni işgal ederler. İşgalin amacı öğrencilerin ölen arkadaşlarının cenazelerini törenle ailelerine teslim etmek istemeleri; çünkü İstanbul Valiliği ve Emniyet Müdürlüğü buna izin vermiyordu. İşgal Komitesi’nin İçişler Bakanı İrfan Özaydın’la yaptığı görüşmenin ardından öğrencilerin talepleri kabul edildi.

Bir gün sonra Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesi’nin merkez kampüsünde toplanan öğrenciler o güne kadar gerçekleşen en kalabalık cenaze törenini hayata geçirdiler. Kortej halinde yürüyüşe geçen öğrenciler Gülhane’deki morgdan arkadaşlarını alıp Sirkeci’ye kadar yürüyerek cenazeleri ailelere teslim ettiler. Cenaze kortejinin başı Sirkeci’ye vardığında sonu henüz Beyazıt’taki merkez binadan çıkmamıştı.

Sonraki yıllarda MHP’den ayrılan Ali Yurtaslan anılarında bombanın Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker’den alındığını söyledi.

Soner Yalçın, Abdullah Çatlı’nın hayatını anlattığı “Reis” kitabında Abdullah Çatlı ile Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker’in tanıştıklarını belirtmiş. Bu ikisini tanıştıran bir başka ülkücü Ökkeş Çokuçkun. Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker’le Ökkeş Çokuçkun bir şirket kurarak MHP’ye silah ve patlayıcı maddeler temin ediyorlar. MHP’ye verilen patlayıcılar Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ABD’nin hibe ettiği silah ve patlayıcılar. Abdullah Çatlı, Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker’le tanıştıktan sonra sivil faşistlerin İstanbul yapılanması ihtiyaç duydukları silah ve patlayıcıları bu şirketten temin ediyor olmalı.

Yıllar sonra Zülküf İsot olayı İtiraf edeceğini söylüyor. Ortaya çıkacak itiraflarını engellemek için bir başka Ülkücü, aynı zamanda katliamı gerçekleştirenlerden biri olan Latif Atkı tarafından Zülküf İsot 1988 yılında öldürüldü.

Zülküf İsot’un ablası Remziye Akyol kardeşinin öldürülmesinin ardından yaptığı açıklamada, Zülküf İsot’un bu katliamı kendisine anlattığını, katliamı kardeşinin, Latif Atkı, Sıddık Polat ve polis Mustafa Doğan’la birlikte yaptığını, katliam emrini Alpaslan Türkeş’in verdiğini söyledi. Bu açıklamaya rağmen 16 Mart katliam davasının görüldüğü mahkeme Alpaslan Türkeş hakkında bir soruşturmaya gerek görmedi.

Mahkeme polis Mustafa Doğan’ın bulunması için İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne bir yazı yazdı. Mahkemenin yazısına, 16 Mart 1978 de komiser yardımcısı olarak emrindeki polislerle katliamı gerçekleştirenlerin güvenliğini alan, bu görevi nedeniyle sonraki yıllarda İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığına kadar yükselen Reşat Altay cevap veriyor. Yani mahkeme suç ortaklarına birbirlerini sorduruyor. Mahkemeye gönderilen cevapta Mustafa Doğan’ın disiplin suçu nedeniyle istifa ettiği belirtildi. Mayıs 1997 de ise Mustafa Doğan hakkında arama emri çıkartılmadığı ortaya çıktı.

20 Ekim 2008’de mahkeme 16 Mart katliamı için zamanaşımı kararı verdi. Mart 2010 tarihinde ise Yargıtay 1. Dairesi tarafından bu karar onanarak faili meçhule uğratıldı.

Polis Mustafa Doğan’ın ismi en son 1995 yılında dönemin Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’e karşı Çiller – Çatlı ekibinin gerçekleştirdiği darbe girişiminde geçti. O tarihten sonra ne olduğu bilinmiyor.

Abdullah Çatlı devletin kirli işlerini yapmakla görevli bir tetikçi iken 3 Kasım 1996 da Susurluk’ta yaşanan bir trafik kazasında öldü.

Bu katliamdan sonra Reşat Altay’ın önü açıldı, Emniyet Müdürlüğü’ne kadar yükseldi. En son Hrant Dink’in katledilmesinin organize edildiği dönemde Trabzon Emniyet Müdürüydü.