Yönetmen Ezel Akay, barış için akademisyenlere yönelen baskılarla ilgili, “Korkmamak için birbirimize ihtiyacımız var. Korkma biz buradayız dememiz gerekiyor" dedi.

bianet.org'dan Evrim Kurdoğlu'na konuşan Ezel Akay, akademisyenlere yönelik tehditler, baskılar ve desteği anlattı.

Son birkaç aydır sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte ülkede tam bir kaos ve savaş ortamı yaşanırken televizyonların bu kadar sessiz olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sadece haber, tartışma programlarıyla değil bize sunulan diziler, eğlence programlarıyla sanki hiçbir sorun yokmuşçasına? Siz televizyondan biri olarak bunu nasıl algılıyorsunuz?

Şimdi gerçekler acıdır. Bir kere şu gerçeği bir kabul edelim, insanın varoluşundan beri savaş, cinayet, ölüm toplumun gündelik hayatını asla durdurmaz. Biz aslında bunu da istemeyiz. Bir tekstilci neden dükkanını kapatmıyor? Çünkü insanların kıyafetlere ihtiyacı var. Lokanta neden kapatmıyor? Savaş da olsa insanların yemek yemeye ihtiyacı var. Fırın neden kapatmıyor? Belki fırıncı çok üzülerek yapıyor o ekmekleri ama yapıyor. Eğlence de hikâye dinlemek diyelim, özellikle TV dizilerini kast ediyorum, bize ekmek kadar su kadar lazım.

Çünkü bir yandan hayat savaş, çatışma, ölümlerle devam ederken bir yandan da gelecek var. Tabi savaş daha çok yayılır ve hayatımızın her alanına sirayet ederse o başka bir şey olur.

Bugün Kobane’de sinema kolektifi var. İnsanlar ölürken onlar afiş asmakla, film çekmekle uğraşıyorlar. Çünkü gelecek de önemli. Yarın orada olup biten her şeyin filmi yapılacak, hikayesi anlatılacak. Onların arasında bir düğün filmi de olacak. Eğlenceli, neşeli çünkü biz sadece ölümü izleyerek hayatımızı devam ettiremeyiz. Bize ilham verecek, umut verecek, gelecek hakkında düşünebileceğimiz eğlenceli işlere de ihtiyacımız var. Acı insanı aşağı çeken bir şey. Hayata devam etmek için güç almamız gerekiyor.

Neden hiçbir şey olmuyormuşçasına yayınlar devam ediyor?

Bugün Türkiye ‘de milyonlarca insan Güneydoğu’da olanlar için, yolsuzluklar için harekete geçiyorlar. Artvin’den biri bu sabah gördüm, mahkeme kararına karşı hala orda altın aramak isteyenlerle nasıl mücadele ettiğini anlatıyordu.

Bu mücadele tarzıyla “hayatımız bizim elimizde” diyenlerin oluşturduğu çok geniş bir kitle var. Onlar her gün mücadele ediyorlar. Biz her gün mücadele ediyoruz. Hiçbir şey olmuyor demek yalan. Yalana inanıyoruz.

Dünyada başka bir şey yok diyor bize televizyonlar. TV kanalları bizlere yalan söylüyor.

Alternatif yayın yapan kanallar hariç ana akım medya muhalif olan hiçbir şeyden haber vermiyor. Bu nasıl etki yaratıyor?

TV kanalı diye bir şey kalmadı. Artık bitti. Bizler dizi izlerken hangi kanal diye bakmıyoruz. Sadece yerini öğrenmek gibi, adresini bilmek gibi izliyoruz.

Geleceğin formatı da bu zaten programlar var, haberciler var, bunlar kimi zaman internette kimi zaman gazete karşımıza çıkıyorlar. Biz neler olduğunu onların aracılığıyla takip edip öğreniyoruz. TV bitmiştir.

Şu anda yaygın ulusal yayın yapan basın kurumu yalan haber yapıyor. Haber vermiyor. Bu Türk basın tarihinin en ilginç noktalarından biridir. Sanıyorum bundan biraz daha geriye gidilecek ondan sonra dönüşü olmayan bir şekilde değişecek.

Nasıl bir alternatif görüyorsunuz?

Bir kere vatandaş haberciliği diye bir şey var artık. Kör topal ilerliyor. Bizim sosyal medya haberciliği de duvara çarpa çarpa ilerliyor. Bir habere 20 dakika sonra yalanlama geliyor.

Ama bu insanların birbirlerine karşı sorumluluğu var. Patronlarına kaşı değil. Böylelikle oradan yeni bir gazetecilik doğacak. Hiçbir kanalın haberini izlemeyeceğiz.

Televizyon dizileri ve eğlence programları içinde mi aynı şeyi öngörüyorsunuz?

Tabii kesinlikle bütün dünya ona doğru gidiyor. İnternet ve TV teknolojik olarak birleşecek ve TV ekranı dediğimiz şeyi uydu anteninden değil bir internet hattından izleyeceğiz. Artık bizim için bütün dünya TV ekranında olacak böylelikle bizler de kanalı değil, konuları seçeceğiz.

Şimdi televizyonda aynı Türkiye’deki gibi çok ahlaksız insanlar var, çok ahlaklı insanlar var. Adama bir yıllık dizi anlaşması yapılmış. Paralar harcanmış ve dizi oynamaya başlamış. Sonra savaş çıkmış o dizi ya durur ya durmaz. Bizim o hikayelere ihtiyacımız var. İyi ya da kötü. Bir ihtiyaç var. Bizi var eden bir şeydir hikaye.

Gelişen politik düzen içerisinde değişen politik doğrulara göre de diziler şekillenmiyor mu? Yani daha açık sormak gerekirse iktidarın ya da devletin politik söylemlerini destekleyen hikayeler görmüyor muyuz dizilerde?

Şimdi şöyle bakacağız, hep akla hikayecileri suçlamak gelir. Padişahlar bile eskiden bir isyan çıktığı zaman çevredeki bütün meddahları toplatırlarmış. Bu çok gerçek bir vaka. Bir yere kapatırlarmış öldürmezlermiş. İsyan bittikten sonra ancak hikaye anlatmalarına izin verirlermiş.

Neden?

Akılsızlıktan. Çünkü meddahların da isyanı desteklediklerini düşünüyorlarmış. Hala aynı cehalet sürüyor. Biz hala hikayeleri suçlu buluyoruz. Mesela diyelim ki bir polisiye cinayet dizisi. Birisi oradan örnek alıp birisini öldürdü. Biz o diziyi suçluyoruz. Aslında gerçek o değil. O dizi bizim aynamız.

Toplum istediği için o diziler var. Esas olarak diziyi yapanlara değil halkın, bizim bir şey yapmamız lazım. Televizyonu sen kapattıktan sonra o dizi ya yayından kalkar ya durur bir şey olur. Sen izledikçe o dizi orada olacak.

Asla dizileri içinde anlatılan hikayelerle suçlamamak gerekiyor. O hikayeleri dinleyen insanları eleştirmek lazım. Sinemanın, tiyatronun, dizilerin içinde bir düzeni devam ettirme yaklaşımı vardır bir de düzeni eleştirme eğiliminde olan vardır. Sanat böyle bir şeydir. İnsanların genel olarak düzenin bozulma korkusu vardır. Ortada bir düzen var mı? Kör topal olsa da gidiyor mu? Bu yeterli. İnsanların genel eğilimi bunu korumak üzerine şekillenir. Ya biri dokunur da bozulursa? Adam çalmış. Tamam çalmış ama benim dükkanım açık ve alış veriş devam ediyor. O yüzden bozuk da olsa düzen devam etmeli. Tamamen böyle faydacı bakıyoruz. Ta ki bıçak kemiğe dayanana kadar.

Türkiye’de bıçak kemiğe dayandı mı?

Çok dayandı daha önce. Ne isyanlar çıktı.

Bugünler de dayandı mı?

Dayandı tabi. Niye burada oturuyoruz? Bu dayanma ile ilgili mücadele veren herkes çok aşağılanıyor. Aşağılanma şu kimse ilgilenmiyor deniyor. Kimse ilgilenmiyor dediğinde ilgilenenlerin de hevesini kırıyorsun. Bu gerçekleri de yansıtmıyor.

Son beş yıl içinde kaç kişi ilgilenmiş? Yüzde 50 iktidar gibi düşünüyor. Yüzde 10 da aslında iktidar gibi düşünüyor. Geriye kalan yüzde 40, 32 milyon insan tekabül ediyor. Bu insanlar hiçbir şey yapmıyorsa her gün kendi arasında konuşuyor. Bu da büyük bir enerji ortaya çıkarıyor. Çoğunluğun neden oy verdiğini de bir düşünecek olursak acaba gerçekten çok sevdiği için mi yoksa korktuğu için mi oy veriyor?

Faydacı yaklaşıyoruz elimizdekileri kaybetmek istemiyoruz. Türkiye’de gazeteler ne kadar satıyor? Son 10 yıldır 4 milyon satıyor hatta bazen altına düşüyor. Gazetelerin toplumu değiştirdiğini söyleyebilir miyiz? Ya da televizyonların? A Haber kanalı izlemeyi tercih eden birisi orada ne anlatıldığını bilmiyor mu? Biliyor. Ama onu tercih ediyor. Yani insanlar için siyasetçilerin bir önemi yok. Kaybedeceklerini ya da kazanacaklarının önemi var.

Televizyon her ne kadar kendi her şeye kapatsa da Beyaz Show’a katılan Ayşe öğretmen programa katıldı ve hiçbir taraf belirtmeden çocuklar ölmesin dedi. Programın sunucusu Beyaz da evet çocuklar ölmesin fikrini desteklediği için her ikisi de terörist ilan edildi. Bu kadar naif bir şeyin bu kadar büyük bir tepkiyle karşılaşmasını nasıl açıklarsınız?

Beyaz liberal, düzgün, kültürlü, zeki bir insan. Birisi barış çağrısı yapmış, çocuklar ölmesin demiş gayet tabii ki Beyaz da buna destek verdi. Kaldı ki seyirci de destek verdi. Alkışlamak aynı zamanda da hadi bu konuyu da bitirelim daha da başka bir şey söylersen senin de benim de başım yanmasın alkışıydı.

Ama işler öyle gitmedi?


Evet gitmedi. Yani bu kadarını tahmin etmek mümkün olmuyor. Her gün bizim için şaşırtıcı bir şiddet gösterisi, zulüm gösterisi sürüyor.

Abdülhamit zamanında da burun demek suçtu. Burun bahseden kovuşturmaya uğruyor. Abdülhamit’in burnu büyük olduğu için burundan konuşmak yasaklanıyor. Tahmin etmiyorduk. Bir tane öğretmen bir şarkı öğretmiş çocuklarına. Şarkı bir batı masalını anlatıyor. İçinde bu benim sarayım benden başka kimse giremez gibi bir cümle geçiyor. Öğretmen görevden alınmış. Artık bunu nasıl tahmin edebilirsiniz ki?

Karşı taraf artık o kadar korkuyor ki hiçbir ipi bırakmamaya çalışıyor. Bir tane kaçak olursa zararı dokunacak.

Beyaz Show’un ardından bir video çıktı. Bu korkutma meselesiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Yüzü kapalı kim olduğu belli olmayan ama polis olduğunu iddia eden birisi Beyaz’ı tehdit eden bir video yayınladı. Bu videonun amacı kimleri korkutmak sizce?

Bu aslında Beyaz’ı tehdit etmek için yapılmış bir şey değil. Çünkü o videoda konuşan adam şunu çok iyi biliyor. Programa katılan Ayşe öğretmen “PKK – terör” bir şey demedi. Beyaz da onu alkışlattı. Buradaki gerçeği biliyorlar. Ama bir fırsat ele geçirdi. Aslında bizi tehdit etti. Beyaz gibiler korksunlar istediler.

Ağzını açan herkesi, televizyoncu olsun olmasın herkesi korkutmak istediler. Şunu dediler aslında “ben bu iktidarın hiçbir polisine, askerine laf söyletmeyeceğim, bu pis Kürtleri de önümüzde eğdireceğiz. Onun için bu iş sadece savaşla çözülür.”

Bu iş ideolojiktir. İdeolojik savaşın tek aracı da silah değildir. Psikolojik savaş da önemlidir. Dolayısıyla biz bunun ideolojisini kurmak için de korkuyu kullanacağız, diyorlar. Bir mafya babası herkes onu çok sevdiği için mi mafya babası olmuştur. Hayır. Birçok mafya filmi var ve orada şunu görüyoruz mafyalar sevilen değil korkulan olmak istiyorlar. Şu anda mafyanın ve devletin birbirinden hiçbir farkı yok.

Beyazıt Öztürk çok kısa bir süre sonra programında olanlar için özür diledi. Bu da Türkiye’de insanları yine ikiye ayırdı bir grup çok üzüldü, bir grup sevindi. Beyaz’ın özür dilemesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeterince desteklenmedi mi? Ya da sanatçılar arkasında durmaz mıydı?

Ben Kanal D’nin özür meselesinde ısrarcı olduğunu düşünüyorum. Her şey çok hızlı oldu. Beyaz’ın sergileyeceği tavırlar karşısında elbette destek olurduk. Olmaya da hazırdık zaten. Ama yine de Beyaz lanetlenerek eleştirilmedi. Çünkü Beyaz sevimli ve tüm Türkiye’nin sevdiği bir insan.

Özrü bir kısım insanı üzdü?

Üzdü evet ama hiç kimse de “Allah senin belanı versin” demedi. Bugün Cizre’de Beyaz sokağa çıksa Kürtler Beyaz’a hakaret etmez. Herkes yakınır biz seni seviyorduk neden böyle dedin üzdün bizi diye sitem ederler. Ama ben kişisel olarak Beyaz’ın tavrının bir korkaklık olduğunu düşünüyorum. Korkaklık da sirayet eden bir şeydir. Birçok kişinin umutlarını kırdı. Bu bir kariyer kararıydı da aynı zamanda. Hiç konuşmasa da olurdu. O zaman kimsenin umudu kırılmazdı. Bizim için sanatçıların eyleme geçmesinden ziyade sahneyi bırakmak umut kırıyor.

Beyaz Show’un ardından akademisyenleri gördük. Onlar da bu savaş suçuna ortak olmuyoruz diyerek bir metin imzaladılar ve barış talep ettiler. İlk önce cumhurbaşkanının hedefine girdiler sonra da mafya lideri olarak biline Sedat Peker’in. Siz de sanatçılar olarak tüm bu yaşananlara tepkisiz kalmadınız siz de bir destek metni yazıp imzaladınız. Neden ve nasıl yaptınız? Bu korkutma politikaları sanatçılarda etkili olmadı mı?

Olmadı. Neden olmadı biliyor musun? Bir kişinin daha çıkıp ben size bilmem ne yapacağım demesinin bir önemi yok. Şaşırtıcı olan mafya liderinin açık açık sizi öldüreceğim demesi. Şimdi ya bu adamı bırakacaksın öldürecek birilerini ya da hukuk devletiysen gerekeni yapıp tutuklayacaksın. Biz ona izin verdik dersen o da sırayla gezmeye başlayacak.

O bunu yaparken de ona karşı başka bir şey başlayacak. O zaman zulmün artsın diyorum. Zulmü arttıkça görünürlüğü artıyor. Bence görünüyor. Bence herkes neler olduğunun ve durumun ne kadar kötü olduğunun farkındalar. Sadece bir takım aptallık grupları var. Onlar kendi zamanları geldi sanıyor. O kadar kendi aralarındalar ki dünyayı görmüyorlar.

Yani o 1128 aydını kana bulamak falan değil o. Ayağa kalkacak, ses çıkaracak herkesin bu lafı duyup korkması hedefleniyor. Onun için engellemiyor devlet de. Yoksa devlet istese aynı gün engellenir. Sedat Peker hemen tutuklanırdı. Ama o korku salmanın başka bir aracı. Bizim korkuyu aşıp bizim korkumuzla de mücadele etmeliyiz.

Ben yeter artık deyip tek başıma yürüsem bunun adı cesaret olmaz aptallık olur. Bizim bize ihtiyacımız korkmamak için. Korkma biz buradayız dememiz gerekiyor. Korkma dediğimiz insanların bir kısmının başına bir şeyler gelecek ama bir kısmının başına da gelmeyecek.

Çünkü umutlu olmalıyız. Ölüm korkusunu, özgürlüklerini kaybetme korkusu yaşıyoruz. Göreceğiz akademisyenleri destekleyenlerin sayıları artacak ben inanıyorum bu sayı 50 bine çıkacak. Bunu görünce de birbirimize sarılıp olduğunu görelim. (Bianet)