Tarihte örnekleri çoktur; adı diktatörlük, faşizm, otokrasi vb. gibi kavramlarla anılan baskı rejimlerinde insanın haklarıyla yaşayabilmesi de, insan hakları kurumlarının faaliyetlerini yürütebilmesi de, savunucularının korunması da güç iş. Tam da bu nedenle insan hakları alanını düzenleyen evrensel bildirge veya beyannameler ortaya çıkmış ama ne var ki insan hakkı ihlalleri hâlâ önlenememiştir.

Geçen gün insan hakları örgütlerinin temsilcilerinin Büyükada’da bir otelde düzenledikleri eğitim toplantısında gözaltına alınması olayı yalnız özellikle de iktidar çevrelerinde, insan hakları kavramından pek de haz edilmemesi değil, hak mücadelesi veren insanlara duyulan düşmanlığın da bir tezahürü. Sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri “Silahlı terör örgütü üyesi olmak” ile suçlanıyor. Avukatlarının verdiği bilgilere göre gözaltı süreleri yedi gün uzatılmış.

Devletteki, siyasetteki, bürokrasideki ve kurumlardaki çürümeden bugün artık her kesimden insan muzdarip... Yaşam hakkı, çalışma, sağlık, siyaset, basın ve düşünceyi ifade özgürlüğü alanları da dâhil hak ihlallerini bir kez daha saymaya gerek var mı bilemiyorum ama; Güneydoğu’da haritadan silinen mahalleleri, sokak ortasında öldürülen sivilleri bir kez daha kayda geçerek bugün kamu kurumlarının tümünde olduğu gibi akademide mağduriyetlere yol açan KHK’ler “Allah’ın lütfu” bir darbe girişimiyle iktidarın tam bir zulüm makinesine dönüşmüş durumda.

KHK zulmüne karşı direnişi tutuklandıkları cezaevinde de sürdüren Nuriye Gülmen ve Semih Özakça haklılıklarından doğan güçle tam 121 gündür açlık grevini devam ettiriyor. Yalnız onlar değil, Özakça’nın eşi Esra Özakça da açlık grevinde.

Açlık grevleri maalesef ki ülkenin gündemine tekrar girdi ve devlet yöneticilerinin tavrı hiç değişmedi: Devlet yine bile isteye, terörist ilan ede ede biri akademisyen biri öğretmen iki insanı ölüme gönderiyor. “Onlar da açlık grevi yapmasaydı” diye düşünerek devletin sorumluluğunu bilinçli ya da bilinçsiz örtmeye çalışanlar olacaktır.

Ancak açlık grevlerinin çözüm olup olmadığı bir yana örneğin şu soruyu da sormak gerekmiyor mu? Dar gelirli aileniz bin bir zorlukla sizi okutsa, birçok sınavı aşarak devletin üniversitesinde, okulunda öğretim görevlisi veya öğretmen olsanız ve çalışırken hiçbir gerekçe gösterilmeksizin işinizden ihraç edilseniz, ekmeğiniz elinizden alınsa ne yapardınız? Hattâ o ülkede hak arama yollarının önü siyasî iktidar eliyle kalın bir duvarla kapatılmışsa?

Bildiri imzaladığı veya hiçbir şey yapmadığı hâlde akademisyenlerin ihraç edildiği keyfî uygulamalarla, tutuklu gazetecilerin/yazarların salınıp tetikçilerin hedef göstermesi üzerine üç beş saat sonra yeniden tutuklandığı bir yargı sistemiyle, gazetecilikten suç üretilen kara mizaha bile konu olamayacak iddianamelerle, gözaltında gencecik insanların saçlarının yolunduğu, meydanlarda binlerce polisin plastik mermiyle tek bir insanın üzerine çullandığı hiç bitmeyen polis şiddetiyle, cezaevlerinde raporlarla tespit işkencelerle, siyasî liderlerin, milletvekillerinin, belediye başkanlarının tutuklandığı bir siyaset düzeniyle, referandumun yapıldığı saatlerde yasanın açık hükmüne rağmen mühürsüz zarf ve pusulaların kabul edileceği yönünde karar alınan hileli seçimle 15 yıllık AKP/Erdoğan devleti bugünün taşlarını döşedi.

Bu sorunların temelinde elbette siyasî iktidarın “yeni Türkiye” sloganıyla kendi teamüllerini oluşturması yatıyor. O teamüller ki yalnız evrensel hukuk normlarına değil kanunlara ters düşse bile veyahut ülkenin yarısını gayri millî ilan eden bir aymazlıkla oluşuyor.

Parlamenter sistemi bekleme odasına alarak memleketi mafya usulleriyle yönetmeyi propaganda aygıtlarıyla hukuk diye benimsetmeye çalışıyorlar. Bunun için sık sık Türkiye’nin artık bir kanun devleti bile olamadığı eleştirileri yükseliyor.

Ortaya çıkan zorbalığın bizatihi ana muhalefetin yanlışları, öngörüsüzlüğü, zaman zaman da sessizliği, çekingenliği nedeniyle ya da HDP’nin eş başkanları, vekilleri hapse gönderildiği için önü alınamadı. Sonunda Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen MİT TIR’ları davası yeniden başladı ve bu kez gazeteci kökenli CHP’li vekil Enis Berberoğlu tutuklandı.

SADECE ADALET

Bunun üzerine Kemal Kılıçdaroğlu elinde “Adalet” yazılı bir dövizle Ankara Güvenpark’tan İstanbul’a doğru yürüyüşe geçti. Kılıçdaroğlu binleri ardına katarak tam 23 gündür yağmur sıcak demeden yürüyor.

Parlamentonun zapturapt altına alındığı bir ülkede ana muhalefet liderinin yürümesi önemlidir. O yürüyüşte parti bayrakları yerine yalnızca adalet yazılı dövizlerin kullanılması, “herkes için adalet” mesajı daha da önemlidir.

Adalet Yürüyüşü’nde KHK mağdurlarının, barış akademisyenlerinin, yıllardır kadro bekleyen taşeron işçilerinin, Somalı madenci ailelerinin, “şehit” ağabeyi Mehmet Alkan’ın, Kürt siyasal hareketinin temsilcilerinin, Gezi ailelerinin, sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların, gazetecilerin, sanatçıların, yurttaşların adalet için kenetlenmesi ise gelecek adına bir umut.

Farklı kesimden insanların her türlü provokasyona rağmen gerçekleştirdiği barışçıl yürüyüşün siyasetteki karşılığı üzerine derin analizler bu yazının boyutunu aşar ama Kılıçdaroğlu öncülüğünde binlerce insanın yüzlerce kilometreyi yalnız adalet için kat etmesi saygı uyandırası.

Ezberleri bozan kitlesel eylemin muktediri rahatsız etmesi de bundan olsa gerek. “Hayır” kampanyası sürecinde olduğu gibi bu kenetlenmeler beklenmedik olduğundan insanları -bu kez Kılıçdaroğlu’nu da- terör ile ilişkilendirmeye çalışıyor. Bugün adaleti sağlamaktan çok siyasî iktidarın bir sopası hâline gelen “yargı” ile tehdit ediyor: “Yargı yarın sizi de davet ederse şaşırmayın.”

Kızıyor kükrüyor, dilinin zembereği boşanıp “cahiller yürüyüşü” diyebiliyor. Sonra da hangi “şartlarda” yürüyüşün devamına izin vereceğini açıklıyor. Yürüyüş demokratik bir haktır bu açık ama zaten Anayasaya göre en azından herkes önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Ezcümle bugünkü tablonun sorumlusu afallıyor.

Yürüyüşün kamp alanına dökülen gübre, montaj fotoğraf provokasyonlarına rağmen kortej İstanbul’a girdi.

Tüm propaganda aygıtlarına, yandaş medyaya, gazete ve televizyonların susturulmaya çalışılmasına rağmen ne yapsa bu kez kendi yarattığı gündemin dışında bir gündem var artık: adalet!