Eylül ayı diğer aylara göre şiirlere daha çok konuk olmuş bir aydır. Duyguların da hayli depreştiği bir aydır. Ne var ki halklar tarihi açısından zulüm ve darbelerin zirve yaptığı bir aydır aynı zamanda.

12 Eylül 1980 darbesinin 38. yıldönümü hafızalara kazınan ve halen etkileri ağırlıklı olarak devam eden faşist uygulamalarıyla anımsandı. Çok yazıldı, çizildi. Ben tekrara düşmemek için pek değinilmeyen bir iki noktaya değineceğim.

Genel olarak 12 Eylül 1980 darbesinin nedeni olarak, ABD’nin icazetinde sol muhalefeti bastırması ve neoliberal ekonominin Özal uyarlaması olarak kabul edilen 24 Ocak kararlarının ekonomiye egemen olmasının ve sermaye sınıfının Halit Narin’in tabiriyle yüzünün gülmesinin sağlanması olarak vurgulanır. Önemli nedenlerden biri olarak bu doğrudur. Ama pek zikredilmeyen bir başka nedeni de vardır. Bunu cunta başı Evren anılarında açıkça itiraf etmişti. "Askeri tatbikatlarda helikopterle doğu ve güneydoğu Anadolu üzerinde dolaşırken bir askeri darbenin şart olduğuna kanat getirmiştim... " demişti. Yani rüşeym halinde olan gelişmekte olan aktif Kürt muhalefetini bastırmak için de hazret kafa kabına darbe düşüncesini yerleştirmişti.

Nitekim darbeden sonra en büyük zulüm Kürt illerinde yapıldı. Köy ve kasabaların yerel isimleri değiştirildi. 2932 sayılı yasa ile esas olarak Kürtçe’nin yazılmasına, okunmasına yasak getirildi. Bu yasak 1991’de yasa ile kaldırıldı. Ama pratikte devam etti.

Şimdi bazı açılardan 12 Eylül darbe sürecinden daha kötü günler yaşıyoruz. Örneğin sözde hukuk ve yargı pratiği alanında. 12 Eylül sıkıyönetim askeri mahkemelerinin dahi örgüt üyeliğinden ceza vermek için bazı kriterleri vardı. Sahte kimlik şartı, illegal eli ürünü örgütsel yazı, illegal yayın koşulları aranırdı. Şimdi ise tek kriter AKP totalitarizmine muhalif olmak. 3 gündür ise tam bir hukuk faciası yaşanıyor. Tahliyesine karar verilen ÇHD’li avukatlar tahliye kararının üzerinden 8 saat geçmeden savcının itirazı üzerine aynı mahkemenin kararı ile tekrar tutuklanmak üzere yakalama kararı ardından göz altına alınıp tutuklanıyorlar. Belli ki yüksek yerden talimat var. Yargı idari birim organına dönüşmüş durumda. Meslektaşlarını savunmak isteyen avukatlar mahkemenin gözü önünde saldırıya uğrayıp yaralanıyor, terörle mücadele polis amiri duruşmayı ve mahkemeyi denetliyor. Son 50 yıllık ceza yargılaması mevzuatı ve pratiğinde devam eden bir yargılamada mahkemenin verdiği tahliye kararlarına duruşma savcısının itiraz yetkisi yoktu. Tutukluluk halinin devamı kararına sanık ve müdafiinin itiraz hakkı vardı. Nereden nereye. Faşist, düşmanla savaş hukuku AKP döneminde kalıcı olarak iyice yerleşti.

Her Eylül ayında hafızamız onurlu Şili halk lideri Allende’yi ve onun faşist darbeye karşı direnişini de hatırlatır. 45 yıl önce 11 Eylül 1973’te Amerika’nın komutuyla Şili’ye özgü sosyalizme inanan ve uygulamak isteyen halk önderi Salvador Allende darbe ile devrilmişti. Ama o bizdekilerden farklı olarak teslim olmadı, direndi. Sarayda direnirken halkına son sözleri çok öğreticiydi:

"..Bu tarihsel geçiş anında halkıma sadakatimi hayatımla ödeyeceğim. Ama yüz binlerce Şililinin bilincine düşen tohum er geç yeşerecek. Onların silahları ve güçleri var. Ama toplumsal ilerleyişi şiddet ve cinayetle durduramazlar. Bu ülkenin geleceğini kuracak gençlere sesleniyorum. Şili’de faşizmin geçmişi uzun. Tüm terörist suikastler, havaya uçurulan köprüler, yıkılan demiryolları, patlatılan petrol kuyuları onların eseriydi. Hepsi satın alınmıştı. Tarih önünde yargılanacaklar. Az sonra sesimi artık duymayacaksınız . Ama hep sizinle olacağım. Beni vatana sadık bir onurlu insan olarak hatırlayın. Halkım kendini savunmalı, ama feda etmemeli. Vatanın emekçileri, ben Şili’ye ve geleceğine inanıyorum. Başka insanlar ihanetin bastırdığı bu acı karanlığı aydınlatacaklar. Er geç özgür insanın geçeceği kapıları açacak ve daha adil bir toplum kuracaklar. Yaşasın Şili! Yaşasın Halk! Yaşasın emekçiler".

Allendeyi saygıyla anıyoruz.

Eylülde geçen hafta bir başka kırılma da Cumhuriyet gazetesindeki, ‘aslı hu, nesli hu’ dedirtecek, gazetenin tekrar 1930-1940’lar zihniyetli, dillerin ve halkların hak eşitliğine karşı ekibinin eline geçmesiydi. Gazeteyi yine devletleştiren yönetim değişikliği oldu. Aslında kurulduğu 1924’ten bu yana ağırlıklı olarak Cumhuriyet hep resmi ideolojinin, ve diğer halkların ve azınlıkların haklarını reddeden Türk milliyetçiliğinin savunucusu olmuştur. Çok kısa aralıklarla özgürlükçü rüzgarlar esmiş ama uzun sürmemiştir. Son 3 yıl nispeten özgürlükçü bir hava estiriyordu Cumhuriyet. Şimdi o dalga boğuldu. İktidar memnun, ırkçılar ve şövenler memnun, yandaş basın memnun. Militer zihniyetliler memnun.

Cumhuriyet’in mazisinde azınlıklara zulüm olan Varlık Vergisini savunmak, Hitler Almanyası’nı savunmak, Nazım Hikmet’i hain ilan etmek, Dersim katliamını savunmak, Türkçe’den başka dillerin yasaklanmasını savunmak, Kıbrıs işgalini savunmak var.

Vedat Aydın İHD genel kurulunda Kürtçe konuştuğunda ertesi gün İlhan Selçuk cumhuriyete karşı eylem yapıldı diye yazmıştı. Ben o zaman İlhan Selçuk’a konu ile ilgili ana dil hakkını içeren üç sayfalık uluslararası sözleşmelerden alıntı yapan bir yazı göndermiştim. Tabii yer vermedi.

Özgürlükçülerin yolu uzun ve hayli dikenli. Allende’nin dediği gibi başka insanlar ihanetin bastırdığı bu acı karanlıkları mutlaka, mutlaka ilerde aydınlatacaklar. Er geç özgür insanın geçeceği kapılar açılacak ve daha adil bir toplum kurulacak. Allende’ye bir kez daha saygıyla.