Okullarımızda felsefe derslerinin ders saatlerini tedricen azaltarak önemsizleştirilmeye çalışıldığını biliyoruz. Yanılmıyorsam evrim teorisini de liselerde müfredattan kaldırarak sadece üniversitede, şeklen okutulacağı eğitim programına alındı. Nedeni ise hükümetin açıkladığına göre, evrim teorisi gibi 'karışık' veya anlaşılması 'zor' teoriyi lise çağındaki genç beyinlerin kavraması mümkün değilmiş. Bir ara, iyi hatırlıyorum, eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, ''çocuklarımız hem evrim teorisini, hem de yaratılış teorisini okuyacaklar'' diyordu. Evrimin teori olduğu bir gerçek elbette. Ancak yaratılışın teori olduğunu nasıl açıklarsınız? Zira, yaratılış bir inançtır. Bir şeye külliyen inanırsınız olur biter. Oysa bilim felsefesine göre, bir bilginin teori olabilmesi için, önce kabul edilmesi, yani somut olarak var olduğu duyu organları aracılığıyla algılanması, sonra deney ve gözlemlerle pekiştirilmesi ve en sonunda da konunun uzmanlarınca (en az üç kez) doğrulanması gerekir. Yaradılış dediğiniz konu, bu aşamalardan hangisine tabii olabilir ki? Daha ilk aşama, kabul aşamasında, duyu organlarımızla algılanması mümkün değildir.

Gelelim evrime neden karşı çıkıldığına?

Dinler tarihini okuduğumuzda, nesnelere, Güneş'e, Ay'a, denize, dağa, dereye, tepeye tapınmanın (Şamanizm) yerini zamanla hayalimizde yarattığımız bazı canlı veya canlıya benzeyen figürler almaktadır. İnsanlık tarihinde her toplumun, her olaya bir sorumlu bularak onu tanrılaştırması bunun sonucudur. Öyle ki inançların ve mitlerin cirit attığı Ortadoğu'da her şeyin bir tanrısı vardır ; rüzgarın, ateşin, denizlerin, savaşın, aşkın, bereketin, sağlığın, kötülüğün, iyiliğin, neredeyse temas edilen her şeyin, yaşamak zorunda olduğumuz her hareketin sorumlusu, bir tanrısı olmuştur ( çok tanrılı dinler). Bir zaman sonra bunun çok geçerli olmadığı, sorunlara çözüm getirmediği anlaşılmış olmalı ki, her şeyin üstünde, her şeye egemen, her şeye muktedir, her şeyi en iyi bilen, her şeyi yapan, görünmez, ulaşılmaz, yeri yurdu olmayan bir Tanrı kavramına ulaşıldı ( tek Tanrılı dinler). Bu süreçte, tanrılar ile insanlar arasındaki ilişkiyi düzenleyen kavram ve kurallar da benzer şekilde basitten karmaşığa doğru gelişmesini sürdürdü... Kısacası insan dinlerin evrimleştiğini görmeye başladı.

Evrenin ve dünyanın oluşumunda da, bu basitten karmaşığa değişim kuralı geçerlidir. Evrenin bugünküne benzer haliyle ortaya çıkmadığını hepimiz kabul ediyoruz. Bilim insanları atomaltı parçacıklardan önce hidrojen, sonra helyum, daha sonra sırasıyla lityum derken 93 atomluk uranyuma kadar ulaşıldığını belirtiyor. Bu arada bulutsulardan galaksiler, yıldızlar ve onların çevresinde dolanan uydular zaman içinde, sırasıyla ortaya çıkıyor. Hiçbir şey tam olarak birdenbire ortaya çıkmıyor, çıksa da aynen kalmıyor, değişmeye devam ediyor. Bu kuralın her zaman en katı bir şekilde işleyen bir yasası var: Değişmeye yatkın olmayanlar, değişmeye direnenler er ya da geç ortadan kalkıyor. Gerek tarih kitaplarında, gerekse de incelenen fosillerin tarihinde bu gerçeği çok net kanıtlanmıştır.

Her canlının basitten karmaşığa doğru ortaya çıkış zamanı vardır ve bu sahneye çıkış zamanlarına dünyadaki önemli fiziki ve kimyasal değişmeler eşlik etmiştir. Aslında canlılar, dünyadaki fiziki ve kimyasal değişimleri ayak uydurmak için vücutlarında doğal güçlerin ya da bireylerin kendi aralarındaki ilişkilerin değişiklik yapmasına zorunlu kalmışlardır. Peki, her canlı bu değişime uyum göstermiş midir? Ne yazık ki büyük bir kısmı taşıdıkları özelliklerin değişime yeterli olmaması nedeniyle bir zaman sonra ortadan kalmıştır. Bilim insanları, dünyada şu anda yaşayan canlıların, geçmişte yaşayıp da bugün ortadan kalkan türlerin sadece yüzde 4-6'sını oluşturduğunu söylüyor. Bu da, bu acımasız sistemin bir gereğinden kaynaklandığını bize kanıtlıyor: Değişmeyen ortadan kalkar.

Evrimin olamazsa olmaz kuralı: Doğada güçlü ve yetenekli olan seçilir, olmayan elenir. Bunun istisnası yoktur. Güçlü ve yetenekli kendi genlerini gelecek kuşaklara başarılı bir şekilde aktarma şansını yakalayacağı için, kendi özelliklerini de aktarmış olur. Ancak geleceği tahmin edemeyeceğinden olabildiğince çok sayıda, farklı özellikte yavru meydana getirenlerin ortama uyumlu kuşaklar oluşturması daha başarılı olur. Hangi özelliğin daha iyi ya da kötü olacağına kendisi değil, o günkü doğa koşulları karar verir. Bu arada hiç istenmeyen, dilimizde sakat, özürlü ya da anormal diye tanımlanmış yavrular da oluşabilir. Bunlar doğal seçilimle, süreç içinde ortadan kalkar.

Gelelim, evrim karşıtlarının Tanrı kavramına...

Evrim karşıtları, çok karmaşık bir canlının oluşmasını Tanrı'nın emirlerine bağlayarak O'nu yücelttiklerini düşünüyorlar. Her şeyin Tanrı'nın bir komutu ile ortaya çıktığına inanıyorlar. Böylece her şeyi ayrıntısıyla düşünen kusursuz bir Tanrı olduğu görüntüsü yarattıklarını düşünüyorlar. Evrim teorisi karşıtlarının düştükleri en büyük çıkmaz da bu yaklaşımda yatıyor. Çünkü Tanrı kavramının içinde kusursuzluk, mutlak iyilik ve her şeye kadir olma söz konudur. Acı çektirme, eziyet verme, öç alma, doğal olarak bir Tanrı özelliği olamaz. O zaman her şeyiyle (yapısı ve işlevleriyle) bir bütün, tamamlanmış olarak yaratılmış, insan soyundaki doğuştan gelen bunca hastalık, kusur, eksiklik kime fatura edilecek ?

Evrim teorisine göre, basitten karmaşıklığa giderken kurgunun başlangıçta yanlış olmasından, yol kazalarından ve rastgelelikten kaynaklanan hataların, eksikliklerin, anormalliklerin bir Tanrı takdiri değil, doğanın işletim sistemindeki kusurlardan ileri gelmiştir. Oysa evrim teorisine karşı çıkanlar tüm olumsuzluklara Tanrı'nın takdiri diyerek sorunlara çözüm aramanın önünü tıkamakta, akıllarını öbür dünya belirsizliği ile bozmuş olduklarından demokrasi ve eşitlikçi toplum oluşumuna engel olmaktadırlar.

Evrim teorisi, evrimin nasıl işlediğini inceleyen önemli bir bilim dalıdır. En zor tarafı da açıklama yaparken astronomiden fiziğe, kimyaya, jeolojiye, hatta sosyolojiye, ekonomiye kadar bilinen her bilim dalına geniş ölçüde ihtiyaç duymasıdır. Toplumda bütün bunları özümsemiş insanımız fazla olmadığı için evrim teorisinin anlatılması haliyle pek kolay olmuyor. Zaten okuyan bir toplum olmadığımız çok aşikar. Dolayısıyla alışılagelmişi kabul etmek, var olanı tekrar etmek, hem kolay hem zahmetsizdir. Zaten eğitim felsefesine göre insan beyni bencildir, enerji harcamaktan her zaman kaçınır, kolay yola yönelmeyi tercih eder. Ama kolay yol (çoğu zaman) doğru yol değildir.

Umarız, her şeye kaderci, kadiri mutlak , kusursuz Tanrı yaklaşımı ile bakan dogmatikler, izledikleri yolun doğru olmadığını bir gün anlarlar da, başına göktaşı düşen dinozorlar gibi vaktin geç olduğunu görürler.