Deniz Güneş / Demokrat Haber

İstanbul Kadıköy’deki YerDeniz Kooperatifi’nin düzenlediği gıda söyleşilerinin ikincisinin konuğu Çiftçi-Sen Başkanı Abdullah Aysu oldu. Yeni çıkan “Kooperatifler” kitabı için imza gününün de düzenlediği söyleşiye kitabın yayımcısı Yeni İnsan Yayınevleri de katıldı.

Abdullah Aysu öncelikle ‘gıda egemenliği’ ve ‘gıda güvenliği’ kavramlarının birbirine karıştırıldığını ve gıda güvenliği kavramının gıda egemenliğinin bir alt başlığı olduğunu vurgulayarak başladı sohbete. “Gıda güvenliği bir gıdanın sağlıklı olup olmamasıyla ilgili bir kavramdır,” diyen Aysu; “Gıda egemenliği ise ne üretileceğine, nasıl üretileceğine, ne kadar üretileceğine ve kim için üretileceğine üreticilerle tüketicilerin bir araya gelerek karar vermesidir,” dedi ve ekledi, “Böylelikle tüketiciler, tüketici olmaktan çıkacaklar ve yarı üretici olacaklar...”

Gıda egemenliğinin birinci basamağı tohumdur diyen Abdullah Aysu; “Tohum olmazsa gıda ve tarım olmaz. Tohumu ele geçirmek için özelleştirdiler. Dünya genelinde tohum taşıyanlara silah ruhsatı da verdiler. Bugün kullanılan hibrit tohumlar daha çok su, daha çok gübre ve daha çok böcek ilacı ister. Bunlar olmazsa verimi düşer. Kullanılan gübre, böcek ilacı, ki biz bunlara tarım zehirleri diyoruz, suyu, havayı, toprağı kirletiyor, kalıntı bırakıyor, bizleri hasta ediyor. Hibrit tohum kullanıyorsan tarım zehirlerinden vazgeçemiyorsun. Dünya genelinde bu tarım zehirlerini satan 7 şirket var, bunlar aynı zamanda kullandığımız ilaçları da satıyorlar. Önce bizi hasta ediyorlar sonra tedavi ediyorlar,” dedi.

Gıda egemenliğinin ikinci basamağının üretim tarzı olduğunu belirten Abdullah Aysu sözlerine şöyle devam etti: “Tarımsal üretim tarzı 4 ana başlıkta toplanır. Endüstriyel tarım, iyi tarım, organik tarım ve bilge köylü tarım. Endüstriyel tarım cahil tarımıdır aynı zamanda. Yeşil devrimle birlikte ortaya çıkmış ve tarım kimyasallarının yoğun olarak kullanıldığı bir üretim biçimidir. İyi tarım uygulamaları ise nispeten tarım kimyasallarının kontrol edilebildiği, çiftçiye eğitimlerin verildiği bir üretim biçimidir. Ancak iyi tarımda da tarım kimyasalları kullanılıyor ve denetimler yetersiz kalıyor. Organik tarım ise sertifikalı tarım olup, üretim süreçlerine şirketlerin karar verdiği bir üretim sistemi. Burada çiftçiler sertifika ücretlerini ödemeye mahkum ediliyorlar. Bilge köylü tarımda ise atadan dededen kalan yöntemlerle üretim yapılıyor. Böcekler ise doğal ilaçlarla tarladan uzaklaştırılıp, doğal avcısıyla buluşması sağlanıyor.”

Gıda egemenliğinin üçüncü basamağının ise, üretilen ürünlerin insanlarla buluşturulma şekli olduğunu söyleyen Abdullah Aysu; “Takas, yerel pazarlar, kooperatifler aracısız olarak ürünlere ulaşılabilecek alanlar. Eskiden tarım satış kooperatifleri vardı. Çay, buğday ve şeker pancarı dışında tüm ürünlerin birlikleri vardı. Çiftçiler bu birliklerin hem üyesi hem yöneteni idi. Ne yazık ki bu ülkede kooperatifler üzerinden sermayeye kaynak aktarıldı. Birliklerin parasıyla şirketler kurtarıldı,” dedi.

Son zamanlarda kooperatifçiliğin geliştiğini söyleyen Aysu; “İstanbul’da ilk kooperatif çalışması Bükoop ile başladı. Aynı dönemlerde bir üretim kooperatifi olan Kibele Kooperatifi de kurulmuştu. Bugün 20’ye yakın kooperatif, kooperatif girişimi ve gıda toplulukları mevcut. Kooperatifler tarım sisteminden kopuşu sağlar. Hali hazırda düzenlenen yasalarla Tarım Bakanlığı Semerat Holding adı verilen bir şirkete devrediliyor. İçerisinde Ülker, Eti, Sütaş, Namet, Pınar, Unilever, TK Holding, Kastamonu Entegre, Migros, Borsa vb. şirketlerin bulunduğu Semerat Holding Milli Birlik Kooperatifi’nin yüzde 50 ortağı oluyor. Yani ülkenin tamamı, toprak, su, orman, deniz vb. şirket vesayetine geçiyor,” diyerek, bu politikaların karşısında mücadeleyi ne kadar yükseltebilirsek, gıda egemenliği mücadelesini ne kadar büyütebilirsek o kadar iyi olacağının altını çizdi.

Soru cevaplarla devam eden söyleşinin ikinci bölümünde gıda egemenliğinin tesisinde önemli noktalardan biri olan katılımcı garanti sertifikasyon sistemlerine ve adil fiyatlı gıda için kentte ve kırda yapılması gerekenlere vurgu yapıldı. On yıl sonra sıfır açlık için yola çıkan FAO’nun (Gıda ve Tarım Örgütü) açıkladığı verilere göre küçük aile çiftçiliğinin bazı ürünlerde yüzde 50, bazı ürünlerde yüzde 150 verimli olduğu dile getirildi. Kooperatiflerin ikili karakterine değinilerek, ancak daha halktan, daha emekten yana bir kooperatifçilikle mevcut tarım politikalarının karşısında yer alınabileceği belirtildi.

“Ahlak kültürümüzü, beslenme kültürümüzü, güven ilişkimizi, dayanışmamızı geliştirecek, birbirimizi dönüştüreceğimiz bir yapı olarak kooperatifçiliği ele almalıyız,” diyen Abdullah Aysu söyleşinin ardından kitaplarını imzaladı…