Bir gazetecinin sırf aynı görüşe sahip değil diye bir başka meslektaşına “artık sen medeni ölüsün” veya “buharlaşacaksın” diye özgürce haykırabildiği güzel bir ülkede yaşıyoruz. Şanslıyız...

Hep bir ağızdan hep aynı türküyü söylemek gibisi var mı. Ayrı, farklı sesler, adı üstünde, bizi ayrılığa, gayrılığa, ayrılıkçılığa, gayrimeşruluğa sürükleyebilir. Ulusun Başkanı, BOP Eş Başkanı, Mazlumların Koruyucusu ve Ümmetin Hamisi Erdoğan muhtemelen milletin eğitim seviyesinin farkında ki “bu garibanları farklı görüşlerle yormamak lazım, aldıkları her gazetede manşetler ve köşe yazıları aynı olsun ki, beylerin beyinleri yorulmasın, kek-simit-çay’a daha fazla zaman ayırabilsinler” diye tefekkür eyliyordur. Misal, Viktor Orban adındaki dehanın yönettiği Macaristan gibi ileri bir Avrupa ülkesinde de medya organları tatlı tatlı satın alımlar yoluyla Orban’a bağlı işadamlarına satılmak suretiyle bir birlik, bütünlük sağlanmıştır. Kuşkusuz doğru olan budur. Elon Musk bile gelip burada 81 milyon içinde sadece bir (1) kişiyle görüşüp geri dönüyorsa, doğru ve güvenli yol işte “o” kişiye itaat ve biat etmek değildir de nedir?

Bazılarının (kötü kişiler, şer güçler) yaymaya çalıştığı safsatalar dikkatimi çekiyor son günlerde; neymiş efendim, Amerika, Avrupa Birliği ülkeleri ve diğerleri ellerini kollarını sallaya sallaya Türkiye’ye geliyor, TL’nin Euro ve Dolara karşı 3 kat daha değer kaybetmesi neticesine bu “yabancı” turistler ucuzdan ucuzdan yiyor, içiyor, geziyorlarmış. Biz ise bir Batı ülkesine gittiğimizde, uzun uzadıya prosedürleri tamamlamak, formlar doldurmak, belgeler sunmak, üstüne bir de kol gibi vize ücretleri ödemek, ayrıca yazılı olarak ve sözlü mülakatta pek değerli ülkelerini fazla işgal etmeyeceğimizi, vallahi de billahi da azıcık bakıp kendi topraklarımıza geri döneceğimizi inandırıcı bir şekilde beyan ve ifade etmemiz gerekiyormuş. Bu adeta bir çifte standart, aşağılayıcı bir ikinci-üçüncü sınıf muamelesi çekmekmiş. Bu tür sözlere karşı kulaklarımızı sıkı sıkıya kapalı tutmalıyız kardeşlerim... Sonuçta yurtdışına çıkmadıktan sonra ve buraya bedavadan gelen bu yabancıları da görmezden geldikten sonra, geriye hiçbir sorun kalmıyor. “Sıkıntı” çıkarsa, sandığımızda kefen bezimiz temiz ve bembeyaz duruyor...

Bakan Mehmet Şimşek büyük bir cengâver. Bütün ekonomik gerçeklere, verilere, tablolara cesurca direniyor, pes etmiyor ve şöyle bir şey diyebiliyor “Bu son dalga, küresel. Türk lirasının başka para birimlerine oranla nispeten dirençli kaldığı bir süreç”. Aslında kahvede oturan abilerimize, amcalarımıza sesleniyor. “Osmanlı yıkılmadı” veya “dünya düz” desen de inanabilecek bir kitleyi kendine muhatap alıyor. Yoksa, Türk Lirasının iflas halindeki Arjantin’den sonra en kötü durumda olduğunu, doların 1,5 TL’den 5 TL’ye yükseldiğini ve doların hayatımızın her kademesinde sonuna kadar etkin olduğunu biliyordur. Bilmez mi hiç...

Seçim tarihi konusunda Meral Akşener’in hakkını teslim etmek lazım. İyi Partinin kuruluş aşamasında ve kurulduktan sonra, Meral Akşener her konuşma fırsatı bulduğunda iktidarın erken seçime gideceğini ve bu erken seçimi tarihinde muhtemelen 15 Temmuz 2018 olacağını söyledi. Fakat kimse ciddiye almadı, bu teze fantezi gözüyle bakıldı ve iktidar tarafından sürekli yalanlandı. İster tahmin etmiş olsun isterse tamamen sallamış olsun, yalnızca bir hafta farkla Akşener bu tahminini tutturdu sayılır.

Öte yandan, Damat bakan buyurdu ki; “Eskiden çok kaçan vardı, bunlardan bir tanesi de benim. Çünkü o zaman özgürlük yok, demokrasi yok niye durayım burada…” Yani eskiden kaçılacak bir Türkiye vardı, şimdi ise aydınlık ve kalkınmış bir Türkiye var. Peki, Türkiye seçmeni bu teze inanıyor mu? Adam, berbere sormuş: "Berber, saçlarım ak mı kara mı?" "Saçların önüne dökülünce görürsün." demiş berber.

Gerçi ikisinin de “Gürcü asıllı olmak” gibi bir ortak noktaları var, ama, Joseph Stalin’in “Oyları kimin verdiği değil, oyları kimin saydığı önemli” lafını değil, Recep Tayyip Erdoğan’ın “Sonunu düşünen, kahraman olamaz” sözünü düstur edinelim ey aklı karışık seçmen kardeşlerim. Başımızdan aşağıya asteroit yağmuru gibi anketler ve tahminler yağarken, bir bakalım, yarın yapılacak olan seçimler bize neyi gösterecek ve hangi netice ile yüzleşeceğiz. Bir tarafta zor da olsa Cumhuriyet’in kurucu değerleri etrafında birleşmeye ve iyi kötü bütünleşmeye inatla azmeden ittifak, diğer yanda ise “Kek-Püskevit” ittifakı.

Belki de milletçe o kadar da ‘şey’ değilizdir, ne dersiniz?