Lambda İstanbul Medya Komisyonu’nda çalışan Ardıl Bayram Şahin “Dipnot.tv’de yayımlanan Esra Elönü’nün ayrımcı yazısından sonra, Lambda İstanbul Medya Komisyonu tarafından yapılan açıklamaya hitaben kaosgl.org’ta yayımlanan Ali Erol’ün köşe yazısı, meramların daha net anlaşılması için medya üzerine biraz daha konuşmak gerektiğini gösterdi.” diyor.

Eşcinsellere hoşgörülü mü olmalıyızAyrımcı ve nefretten arınmış, insan ve vicdan merkezli bir medya mümkün mü? Yeni bir medya dili inşa etmek çok mu zor?

Ardıl Bayram Şahin, bu konulara değindiği yazısında “tüm medya mensuplarının hiç olmasa serçe parmaklarıyla ellerini vicdanlarına değdirmelerini” temenni ediyor. Şahin'in yazısı şöyle:

EŞCİNSELLERE HOŞGÖRÜLÜ MÜ OLMALIYIZ?

Dipnot.tv’de yayımlanan Esra Elönü’nün ayrımcı yazısından sonra, Lambda İstanbul Medya Komisyonu tarafından yapılan açıklamaya hitaben kaosgl.org’ta yayımlanan Ali Erol’ün köşe yazısı, meramların daha net anlaşılması için medya üzerine biraz daha konuşmak gerektiğini gösterdi.

Bir süredir Lambda İstanbul Medya Komisyonu’nda çalışmaktayım, Türkiye medyasının nefret söyleminden, eşitsiz, ötekileştirici ve bu minvaldeki envai çeşit ayrımcılık yaratan niteliklerinden   arınması için, hiçbir medya mensubunu ötelemeden her düzeyden bir çalışma başlatarak yeni bir medya dili uğraşına katkı sunmaya çalışıyorum.

Çalışma arkadaşlarımın LGBTT haber ve makale taramalarını her gün kontrol ediyorum. Gün geçmiyor ki, LGBTT bireylerin haberdeki özne-nesne durumundaki konumları/durumları daha da ‘özgün’leşmesin. “Bu haber nasıl böyle yazılır yahu? ” ya da “Bu bir haber mi ki?” dediğim çok olmuştur. Ne yapalım, henüz bu düzeydeyiz.

Yine, çalışma arkadaşım Aligül’ün LGBTT haber taramalarına bakarken, yazar Esra Elönü’nün dipnot.tv’deki  “eşcinsellerin duası kabul olmaz diye bilir misin?” adlı yazısına gözüm takıldı. Dipnot.tv Genel Yayın Yönetmeni Cihan Yavuz ile daha önce birlikte iş yapmışlığımız olduğu için gönül rahatlığı ile kendisini aradım ve konuştum. Kendisine, yayımlanan yazının içindeki ifadelerin, eşcinsellere karşı nefreti körüklediğini; yazarın kendi hayat görüşüne göre münafık diye nitelendirdiği bireylerle eşcinselleri kıyaslamasının, yazısında kurduğu eşitsizliği açıkça gösterdiğini belirttim. Eşcinselliğin hastalık olduğunun söylenmesinin hiçbir bilimsel yanı olmadığını, dilimize pelesenk olmuş olmasına rağmen Dünya Sağlık Örgütü, Amerikan Psikologlar Birliği ve Türk Tabipler Birliği açıklamalarını hatırlattım. Lakin Yavuz, Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın “eşcinsellik hastalıktır” açıklamasını örnek vermekle yetinip ‘düşünce özgürlüğü’ kapsamında değerlendirdiklerini, yazıya bir ‘sansür’ uygulamayacaklarını belirtti. Ve ekledi,” karşılığında bir yazı yazmanız durumunda yayınlarız”. Ben de şahsi fikrimin, dipnot.tv’de bir yazı ile yazara karşılık vermek olmadığını, haklı hassasiyetlerimizin dipnot.tv ekibi tarafından anlaşılmasını arzuladığımı belirttim. Ardından komisyon olarak, bir açıklama yapmaya karar verdik.

Lambda açıklamasının yayınlanmasından sonra dipnot.tv dahil olmak üzere, bazı haber siteleri açıklamayı duyurdu. Benim tebessümle okuduğum asıl yazı, Kaosgl.org’da Ali Erol’ün Lambda açıklamasına binaen kaleme almış olduğu  “Homofobik bile olsa her yazara ‘Serdar Arseven’ muamelesi mi çekeceğiz?” başlıklı yazısıydı. Yazıyı okuduktan sonra birkaç kelam etmek istemedim değil. Tüm bu yoğunluk ve yorgunluğumun arasında, medyaya ilişkin daha ilerici bir tartışma ve yanlışlıkları gidermek için bu yazıyı kaleme aldım.

Elönü’nün yazısında, üzerinde durulması gereken birkaç nokta vardı. Aslında bu temel noktalar dipnot.tv özelinden ziyade tüm medya içinde okunabilir.

EN KÖTÜDEN AZ BİRAZ İYİ OLMAK

Yazar Esra Elönü, yazısında kendi dini inancına göre hor gördüğü bir grubu yani münafıklar nitelendirdiği kişilerle eşcinselleri kıyas yoluna gitmiş. Ve kendi inancına göre münafıkları , o kadar ucubeleştirmiş ki, hatta kendisine göre hasta olan eşcinsel bireyleri  bile münafıklardan daha çok sevdiğini beyan etmiş. Bunu yaparken harf oyunları da yapmış. “Müslüman gibi görünüp münafık gibi yaşamanın adı eşdinsellikse ben eşcinselleri bu tip adamlardan daha çok seviyorum.“

( Lambdaistanbul açıklamasının ilk halinde, bu “d” harfi Office Word programının otomatik düzeltmesiyle gözden kaçmıştı. Sonuç olarak  ister “d” ister “c” isterse İngiliz veya Kürt alfabesinden herhangi bir harf olması, hiç bir şey değiştirmemekte. Yazarın, münafıklara nazaran sevdiği bireyler olan eşcinseller açıklaması ulu orta duruyor zaten. )

Ama en önemli nokta ise, bazı siyasi yapı, dini inançları temsil ettiklerini düşünen kalemşörler yeri geldiği zaman kendi gruplarının kendilerince hor görülenlerini kıyasıya eleştirmek istediklerinde, neden “eşcinsel” bireyleri yazılara salata yaptıkları? Aslında, bunun alt metninde yatan mevzu günlük hayatta bizlerin kullandığı “bile” bağlacıyla ifade edilen durumdur. Yani, yazarın yazısında belirttiği gibi eşcinseller hastalar ama sizin kadar “münafık” değil. Yani yazar  kendince münafıklara ‘ eşcinseller bile sizden daha insan’ demeye getiriyor. Yani bunu anlamak için, milyon makale okumamıza gerek yok. Niyet okumak mı? Haşa! Yazar zaten, “münafık olmayan” o kadar okurlarına karşı temkinli ki, eşcinselliğin hastalık olduğunu düşündüğünü söylemekten geri durmuyor: “Evet eşcinselliğin hastalık olduğunu düşünenlerdenim.” Bu temkin ve hassasiyeti ise, sadece ‘münafık olmayan’ okurlarına karşı. Demem şu ki, eşcinseller neden toplumun ’ahlaksızları’ , işe yaramayanları, hırsızları, münafıkları, tecavüzcüleri; yani belli bir dinin, ideolojinin veya tüm toplumun sevilemeyenleri ile kıyasla bir mertebe kazanmak durumunda? Neden buna razı olmak gerekiyor ki? Eşcinseller kötünün az biraz iyisi olarak görüldüğüne sevinecek ve böyle mi toplumda ‘normalize’ edilmiş mi olacak?

Lambdaistanbul’un açıklamasında, bu durumu daha az kelime ile teşhir etmeye çalışmış ve açıklamanın başını ve sonunu, medya ile daha fazla işbirliği ve daha fazla diyalogla bitirdik. Eleştirimizi söyleyerek ama kapılarımızı açık tutarak. Açıklamayı yapmamızın en büyük nedenini ise, yani ‘sansür’ ve ‘düşünce özgürlüğü’ kavramlarını bir sonraki başlıkta elimden geldiğince açıklamaya çalışacağım.

SANSÜR VE DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ

Dipnot.tv Genel Yayın Yönetmeni Cihan Yavuz ile konuşmamda, LGBTT bireylerin hassasiyetleri konusunda ne düşündüğü, “eşcinsellik hastalıktır” cümlesinin yazıda bulunmasının kendisini rahatsız edip etmediğini sormuştum. Lakin, Yavuz kısa net konuşmuştu, “Sansür uygulayamayız, yazarımız düşünlerini belirtmekte özgürdür”. Ben de kendisine Lambda açıklamasında belirttiğimiz gibi: Yazarın, eşcinsel bireylere yönelik sarf ettiği ayrımcılığı körükleyen cümlelerinin sokaktaki karşılığı, hali hazırda, yaşamının her alanında ayrımcılığa uğrayan, taciz edilen hatta öldürülen bireylerin bu ve envai çeşit nefret mekanizmalarına daha çok maruz kalmasına sebebiyet verecektir. Komisyonumuz, ayrımcılığı körükleyen ve toplumdaki kişi ve grupları ötekileştiren tüm haber ve makalelerin editoryal bir şekilde değiştirilmesini ve gerekiyorsa kaldırılmasını gerekli görür. Sansür dediğimiz kavramın, ayrımcılık ve nefreti  kapsamadığını, buradaki durumun, ‘ ayrımcılık ve nefrete karşı bir tutum’ olduğunu belirttim. Çünkü  medyada düşünce özgürlüğü, ayrımcılık ve nefretten ne kadar arınmışsa o kadar vücut bulacaktır.

Yazıyı çok uzattım, farkındayım. Lakin, derdim dediklerimin anlaşılması derdi. Çünkü bu dert medyada olunca, ciddi ciddi beni gerdi.

‘HİÇ YOKTAN İYİ’ NEYE DENİR?

Sevgili Ali Erol, yazısında açıklamamızla Elönü’nün “hiç yoktan iyidir” yazısını büyük bir ön yargıyla ötelediğimizi, bu tür yazıların yazarlarına fırsat vermemiz gerektiğini, süreç içerisinde daha az homofobik makaleler kaleme alma ihtimallerini sevmemizi öneriyor. Ve aynı paragrafta, “…şimdiye kadar biz onların gündemlerin de yoktuk ki…” diye sitemde bulunup bardağa dolu tarafından bakmamızı istiyor. Ama bir bardağın içinde nefret ve ayrımcılık, hatta nefret cinayetlerini düşünerek söylersem o bardakta kan varsa, hangi tarafından bakarsak bakalım,bardağın  içerisinde başka bir şey göremiyor bu gözler. Lambda açıklamasını dikkatle okuduğumuzda, medya ile daha fazla işbirliği yapılması gerektiği üzerinde durulduğunu tekrar belirtmek isterim. Tabii ki yazarlara iktidarvari bir bağlantıyla, ‘güç’ ilişkisi ile yazılar yazdıramayacağız, onu olsa olsa gazete patronları ve kendi çapında iktidar olanlar gerçekleştirir.  Ama yazarların gündemine girmemiz, onların lütfüyle oluyor demek, LGBTT hareketin ve bireylerin mücadelesi ve görünürlüğünü yabana atmak olacaktır. Başka bir toplumsal hareketten örnek verecek olursam, düne kadar kart-kurt’tan Kürdün varlığını kabul edenler bugün en azından 20 milyon Kürt vardır demek mecburiyetinde kaldı. Çünkü Kürtler hiçbir zaman, kart-kurt lafıyla gelen bir Kürt kimliğine tamah etmediler. Aynı şekilde, toplumun sevilmeyenleri ve işe yaramayanları üzerinden elde edilen bir kimliği de LGBTT hareketin kabul etme ihtimalini ben sevemiyorum. Verilen bir kimlik yok ortada, kabul ettirilen, mücadele ve uğraşla zor da olsa alınan haklar var. Bu yüzden, Yazar Elönü’nün ‘münafıkalar’a kıyasla eşcinselleri sevmesinin karşısında suskun kalamıyorum. Yani “hiç yoktan” diyemiyorum, ama diyaloga geçmeme ve asgari düzeyde ortak bir dil yakalamak için çaba harcamamak gibi bir lüksümün olduğunu da düşünmüyorum. ‘Hiç yoktan iyidir’ neye mi denir? Bir porsiyon kuru fasulye ile doyarsınız, ama evde yarım porsiyon var. Eh işte o zaman ben “hiç yoktan” der sevinirim. Ama 100 trans birey ölüyorsa sokakta, bu sayı 50’nin de altına inse de, 1 trans bireyin ölmesine vereceğim tepki aynı tepkidir.  Bir tarafta ölüm ötekisinde yaşam var çünkü. Yaşam birilerinin birilerine verdiği lütuf değil, hak.

AMACIMIZ EŞİTSİZ BİR HOŞGÖRÜ MÜ?

Geçtiğimiz yıl, Koç Üniversitesi’ndeki bir seminere iki konuşmacıyla birlikte beni de davet etmişlerdi. Dağın tepesinde kurulmuş olan üniversiteye zor da olsa gittim. Sunum ve konuşmamı yaptıktan sonra, sunumun sonundaki koca harflerle “eşcinsellere hoşgörülü mü olmalıyız?” sorum dev perdeye  yansıdı. Hemen akabinde tüm ciddiyetle tüm salona aynı soruyu sordum. Salondaki arkadaşlar sustu bir an için, ve ardından “evet” diye yanıtladılar. Karşı çıkan da olmadı. Evet, hoşgörü güzel, yapıcı, bütünleştirici bir kelime. Hoşgörü kültürü dediğimiz kültür, arzu ettiğimiz bir kültür. Ama kaçırılan bir nokta vardı, az önce salonda eşcinsellik “hastalık” “sapıklık” ve “psikolojik bir rahatsızlık” diyen kimi arkadaşlar da hoşgörülü olmalıyız diyordu, diğerleri de. Tıpkı, Esra Elönü gibi belki de. Hoşgörü dediğimiz, ‘kelime ‘tolerans’tan gelir. Kendi içerisinde bir tavizi, yani eşitsizliği barındırır. Çoğu mesele için, yüzeysel olarak bir hoşgörü temenni etsek de, mevzu “eşitlik” gibi temel mevzu olunca,  ”eşitsizlik”ten türeyen bir mekanizmayla eşitliliği yaratmak mümkün değil ve hedef de olmamalı. Bu bağlamda direkt karşımıza, bu keskin söylem ve yargıyla doğru bir strateji uygulayıp uygulamadığımız sorunsalı çıkar. Tam da burada, yazıyı biraz daha uzatarak, yine geçtiğimiz yıl Boğaziçi Üniversitesi’nden bir öğretim görevlisiyle sohbet ederken, kendisinin ders anlatma biçimini dinlemiştim. Öğretim görevlisi, “ben derse başlarken öğrencilerime önce mevcut durumu anlatırım ardından yorumlarını alır ve derse devam ederim. Öğrencilerim günlük hayatta nefret dolu o kadar argümana maruz kalıyorlar ki, dersi onların eksik ve o nefret argümanları ile başlatamam demişti. Verdiği örnek ise yine Kürt sorunuydu, “Önce Kürt sorunun nelere mal olduğunu, nice köyler yakılıp, nice faili meçhulün olduğunu, dilinin kültürünün hangi mekanizmalarla engellendiği anlatırım örneğin, ardından Kürt meselesini tartışmaya başlarım” diye belirtmişti. Öğretim görevlisinin nefret argümanlarını ekarte ederek bir diyaloga başlaması, kuşkusuz dezenformasyondan arınmış, en güvenilir ve faydalı stratejidir. Evet, bizler de medya ve gazeteci arkadaşlarla; var ise, hoş görülerini ötelemeden hoş bularak ama onlardan ana talebimiz de hoşgörü olmadan ortak çalışmalar yapmak niyetindeyiz. Çünkü ortada ne hor ne hoş görülecek’ bir mevzu var. Sadece görülecek bir mevzu var.

Yazımı, Lambda açıklamasının son paragrafıyla bitirmek istiyorum.

“Son tahlilde, medyada gün geçtikçe artan LGBTT haberlerinin, insan hakları odaklı olmaktan ziyade magazin tadında ve tartışma yaratma gayesiyle verilip ‘tiraj’ ve ‘tıklanma’ üzerine kurgulanması bizleri ziyadesiyle endişelendirmektedir.  Ayrımcı ve nefretten arınmış, insan ve vicdan merkezli bir medya için, derneğimizin ve dolayısıyla komisyonumuzun kapılarının tüm medya mensuplarına her daim açık olduğunu tekrar hatırlatırız.”

Ve ben vicdanım elimde ulu orta dolaşmaya devam edeceğim, tüm medya mensuplarının da hiç olmasa serçe parmaklarıyla ellerini vicdanlarına değdirmelerini temenni ediyorum. Tüm iyi kalbimle inanıyorum ki, bir gün vicdanı elinde dolaşan milyon tane kişi olacağız.

İlgili yazıların linkleri aşağıdadır.

www.dipnot.tv/4279/Escinsellerin-duasi-kabul-olmaz-diyebilir-misin.aspx

www.lambdaistanbul.org/s/yasam/dipnot-tvden-talebimiz/

www.kaosgl.org/icerik/homofobik_bile_olsa_her_yazara_serdar_arseven_muamelesi_mi_cekecegiz