Önce suskunluk vardı: 49 gün. Bu bir edilgenlik değildi. Cezaevindeki Kürt siyasi tutsaklar başlattıkları açlık grevinde 49 günü geride bırakmıştı ve ülkenin Başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan, konuya dair çıtını bile çıkarmamıştı.

Roboski Katliamı'nda olduğu gibi, buradaki 'sözde edilgen' tavır da kendini ancak bir yere kadar devam ettirebildi.

Medyanın 49 günlük sansürü, Başbakan'ın "yalan söylüyorlar!" repliğiyle bir anti-propagandaya dönüverdi.

Erdoğan'ın alaya alma ve umursamama tavrı "yapılanlar şov"la devam etti. Kelimeler değişti, ama tavır da sözcüklerin içinde yer aldığı kıt cümlecik de hep aynı kaldı: "Açlık grevi eylemleri şantaj, blöf ve şovdur."

TALEPLERİN TEZATLIĞI ÜZERİNDEN BİR OKUMA

Şöyle bir baktığımızda, Erdoğan'ın semptomları, bize bir cinayetin failinin tavrını verir: İnkar etme, yaptığını gizleme, alay etme, yaptığına arka çıkma, tutarsızlık, ne yaptığını bilmeme, anlık bunalım halleri, cinsel takıntılar...

Onun söylemlerinin semptomatik bir okuması da bu belirtileri destekler:

Erdoğan'ın uzun sessizlik şöleninin 'yalan!' nidasıyla bozulması ve hemen ardından -3 gün sonra- idam mevzuunu kamunun gündemine oturtması  örtmeye çalıştığı bir suçun ‘fail’i oluşunun en iyi örneğidir.

Partisinin 10. kuruluş yıl dönümü vesilesiyle konuşma yapan Erdoğan, tutsakların "Öcalan'a özgürlük" talebine karşılık, "Öcalan'a idam" gibi bir konuyu gündeme getirdi. Taleplerin tezatlığı, ancak böylesi iki konunun karşı karşıya getirilmesiyle, böylesi bir kusursuzlukla kurulabilirdi; öyle de yapıldı.

Tutsakların talebi özgürlük iken Erdoğan'ınki ise ölüm; karşıtlık bu kadar net.

Diğer taraftan Erdoğan'ın alaycı, cinsiyete dayalı ve din merkezli tutumu, onu bir Pierre Riviere* yapandı. Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekillerinin başlattığı açlık grevi eylemiyle alay edişi, açıkça söylemese de greve başlayan vekillerden Emine Ayna'yı işaret ederek, "zaten rejime ihtiyaçları var" değerlendirmesinde bulunması ve kamuoyuna gururla anlattığı, Almanya Başbakan'ı "Angela Merkel'e Zerdüşt hacca gider mi sorusunu sordum" sözlerini yayın etmesi de bunu örnekler.

CİNSEL SAPLANTI ÜZERİNDEN BİR OKUMA

Başbakan, Roboski Katliamı'nın olduğu süreçte de dikkatleri böylesi bir cinsel ve dini noktaya çekmişti. Asıl katliamın, üzerine bombalar atılarak öldürülenlere yapılanın değil, kürtaj olduğunu savunmuştu.

Açık bir kadın düşmanlığı!

Kadını bir savaş uçağıyla, bir nükleer füzeyle ya da bir savaş makinesiyle özdeşleştirme, başka ne olabilir ki?

Ama, kadının tabii hakkını ve tercihini bir cinayetle kıyaslamanın, kendi cinayetini örtmek için iyi bir neden olmadığını kim söyleyebilir? Eşlerini, annelerini ya da kız kardeşlerini öldürenler de genelde böyle yapmaz mı?

Riviere de böyle yapmadı mı? Ailesindeki tüm kadınları -küçük erkek kardeşini de henüz erkek olmamış bir kadın olarak görüyordu- katlederken, onları bir şekilde suçlamanın yollarını bulmadı mı?

Erdoğan'ın Emine Ayna'ya yaklaşımında da, Roboski'de öne sürdüğü saçma argümanda da bu açıkça görülüyor.

SONUÇ: BAŞARISIZLIĞIN YA DA BİR NÖTR OLUŞUN KOMPLEKSİ

Erdoğan'ın hikayesinin semptomatik okuması şudur: Öncelikle onun hikayesi bir başarısızlık hikayesidir. Tüm cinayet hikayelerinde olduğu gibi; trajedinin nedeni de altta yatan bu başarısızlıktır zaten.

Erdoğan iktidarı 'yaparken yıkmak' gibi bir yöntem izlemektedir -ki bu da hiçbir şey yapmamakla özdeştir; bir 'nötr' olmaktır, bir pasif olmak. Bu başarısızlığın yol açacağı şey ise komplekstir. Şimdi olduğu gibi.

Dersim Katliamı'nı gündeme getirip, Roboski Katliamı'nı yapmak; 12 Eylül rejimini eleştirip, 'kadın çocuk demeden' binlerce insanı ölüme mahkum etmek...

Bunlar gibi Erdoğan'ı bir 'hiçbir şey yapmayan' yapan onlarca neden var.

Erdoğan'ın elinde kan yok belki, ama bu onu ne masum, ne de katil olmayan yapar.  

O, ilk 49 günlük sessizliğiyle zaten cinayete ön ayak olmuştu; şimdi de bunu bir rutine bağlamış durumda.

* Pierre Riviere: 19. yüzyılda işlenen bir aile cinayetinin kahramanıdır. Michel Foucault’nun “Annemi, kız kardeşimi, erkek kardeşimi katleden ben, Pierre Riviere" adlı kitabındaki kişidir.