Ezgi Başaran / Radikal

Salı akşama doğru beklediğim haber geldi: 15 Eylül’de yapılması planlanan Kürt Ulusal Kongresi bir kez daha ertelenmişti. Kürt ulusu tarihinde ilk kez bu çapta toplanacak ve bölgedeki gelişmeleri, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’ye yayılmış Kürtlerin geleceğini tartışacak. Ehemmiyeti, hele de Ortadoğu’nun bu halinde, kısa kısa anlatılacak gibi değil. Fakat bir türlü toplanamıyor kongre. Neden? Erteleme kararından sadece 24 saat önce devletsiz bir ulus olarak Kürtleri ve onlar arasındaki ilişki/dengeleri en iyi bilen bilim insanlarından biriyle birlikteydim. “Sana söylüyorum, bu kongre bir kez daha ertelenecek” demişti. Öyle de oldu. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Abbas Vali’nin çok önemli bulduğum değerlendirmelerini sizlerle paylaşıyorum. Sadece bu kongrenin önemini değil Suriye meselesini ve ABD müdahalesi sonrası olacakları anlamak açısından faydalı. Söz Prof. Vali’de.

PYD KOPTUYSA SORUMLUSU TÜRKİYE POLİTİKASI

PKK, ABD’nin Suriye müdahalesiyle ilgili Irak’ta aldığı tavrın aynısını alacaktır. Yani ne bir parçası olacaklar ne de büyük bir karşı duruş sergileyecekler. Bu müdahalenin yaratacağı fırsatlara odaklanacak, ona göre pozisyon belirleyecekler. Türkiye, son 18 ayda Suriye konusunda kanaatimce çok yanlış ve başarısız olmuş bir politika izledi. Bu politikanın belkemiğini Kürtleri azınlık sayan veya dışlayan bir muhalefeti şekillendirmek oluşturuyordu. Suriye’deki gerçeklerden kopuk olan bu politikanın sonucu şu oldu: Kürtler, Özgür Suriye Ordusu’ndan koptu ve kendi yolunu çizmeye karar verdi. İronik olarak, PYD’nin ayrışmasında birinci sorumluluk Türkiye’nin bu politikasınındır. Salih Müslim ile görüşmek ancak iş işten geçtikten sonra akla geldi. Ki o noktada Müslim artık zayıf bir pozisyonda değil ve oyunu AKP’nin istediği gibi oynamayacak.

KOSOVA TARZI HAVA SALDIRISI PYD’NİN İŞİNE GELİR

Esad rejiminin çökmesi durumunda, (Bu, ABD’nin Suriye’ye müdahalesiyle gerçekleşir mi emin değilim), asıl soru şudur: “Petrolün kontrolü kimin elinde olacak.” Bugün PYD, biraz da Esad’ın göz yummasıyla petrol rezervlerini kontrol eder hale geldi. Tüm bunlar ABD müdahalesinin kapsamı ve şekline göre değişiklik gösterecek elbette. Eğer Kosova’da olduğu gibi sadece havadan saldırı yapılır, karaya asker çıkmazsa, PYD için büyük bir fırsat doğar. ABD, PYD’nin hâkim olduğu yerleri vurmayacaktır çünkü. Müdahaleden sonra da PYD, El Nusra’ya karşı tüm gücünü kullanır, bölgesinde hâkimiyetini pekiştirir. Yalnız bu durumda da ikinci senaryonun devreye girebileceğini düşünüyorum. O da ABD’nin bombalarından ve Esad’ın düşmesinden sonra Türkiye askerinin Suriye’ye girmesidir. Türkiye ordusu PYD’nin güçlenmemesi ve Kuzey Irak’tan sonra ikinci bir özerk Kürt bölgesiyle karşılaşılmaması için Suriye’ye girebilir.

BARZANİ İLE TÜRKİYE ROJAVA PAZARLIĞINDA

Barzani, Rojava üstünde söz sahibi olmak istiyor. Elindeki 100 binden fazla peşmerge gücünü kullanarak böyle bir adım atabilir. Küçük bir ihtimalle. Ama başarılı olabileceğinden şüpheliyim. Burada asıl mesele Rojava konusunda Türkiye’nin, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni (KRG) bir yardımcı kuvvet (proxy force) olarak görmesi. Fakat KRG’nin de bu manada sınırları var. Birincisi, kendi sınırları dışında (Rojava’da) başka Kürtlerle savaşmak. İkincisi, o Kürtlerin PKK tarafından destekleniyor olması. Bundan kaçınır. Dolayısıyla KRG’nin kendisine biçilen bu görevi başarabilmesi son derece zor. PKK’nın, KRG ve Türkiye arasındaki bu Rojava pazarlığının farkında olduğunu sanıyorum.

BU KONGRE 1918 SINIRLARINI ONAYLAMIŞ OLACAK

Türkiye, KRG’yi Kürt coğrafyasındaki her adım için bir müttefik olarak belirledi. Bunun bir yansımasını da bir türlü gerçekleşemeyen -ki ikinci kez ertelenmesinin ardında bu sebep de var- Kürt Ulusal Kongresi’nde (Kurdish National Congress-KNC) de görüyoruz. KNC’nin fikri Öcalan’dan çıktı. Amacı Türkiye ile giriştiği barış müzakarelerinin Kürt coğrafyasındaki tüm Kürtler tarafından kabul görmesini, meşruiyet kazanmasını istiyordu. Ayrıca bu kongre Öcalan’ı coğrafyanın en üst önderi konumuna da getirecekti. İşte bu ne Erdoğan’ın ne de Barzani’nin hoşlanacağı bir konum. Dolayısıyla kongrenin içeriği ve planı değişiyor, çıkış noktasından uzaklaşılıyor. Bu kongre artık Kürt Ulusal Kongresi değil, ‘Erdoğan ve Barzani’ye göre Kürt Ulusal Kongresi’ olmuştur. Aynen böyle. Nedenlerini açıklayacağım. Öncelikle bugüne kadar henüz gündemi bile belirlenememiştir. Devletsiz bir ulusun kendi kaderini belirlemek üzere toplanacağı bu kongrede Birleşmiş Milletler’in oto determinasyon (bir ulusun kendi geleceğine karar verme) hakkı ve ilkesine hiç atıfta bulunulmamıştır. Burada mesele bağımsız devlet olmayı isteyip istememek değil. Bunu PKK’nın, PUK’nın ve Barzani’nin istemediğini biliyoruz fakat bir ulus olarak devlet olmayı isteme hakkından feragat etmek başka bir şeydir. Bu aynı zamanda bir ulus olarak varlığını uluslararası hukuk zeminine oturtmak, kâğıda dökmek için önemli. Ama anlaşılan söz konusu kongrenin teorik bir kimliği yok. Öyleyse bu haliyle kongre ne yapmış oluyor? Tüm Kürtleri topluyor ve Kürdistan’ın parçalanmasını ve 1918 sınırlarını onaylamış, buna rıza göstermiş oluyor. Ve bu kongreye Türkiye’nin parmağı var diye şüpheyle bakanları haklı çıkarıyor. Çünkü böylelikle 1918 sonrası Kürt tarihine bölgedeki tüm Kürtler tamam demiş oluyor.

PKK VE KRG ARASINDAKİ GÜÇ SAVAŞI ORTADA

İkinci konu, bölgedeki Kürtlerin kongredeki temsiliyeti. Delege sayıları Kürtlerin nüfusuna göre mi belirlenecek yoksa siyasi etkilerine göre mi? 600 kişilik bir katılımcı olacak. PKK bu 600 sandalyeden 230’unu istiyor, 150’sini KRG… 90 sandalye İran, 130 Suriye Kürtleri’ne kalıyor. Fakat böyle bir durumda PKK ve PYD kongredeki asıl hâkim oluyor. Erdoğan ve Barzani bunu kabul etmiyor. Kongre söz konusu olduğunda Kürtler arasında ciddi bir güç savaşı yaşandığını söyleyebiliriz. Özellikle PKK ve KRG arasında. KRG kendi bölgesinde güçlü olabilir ama PKK da hafife alınmamalı. Çünkü PKK sadece bir siyasi örgüt değil, Türkiye ve Suriye için bir toplumsal harekettir. Eğer Rojava üstünden Suriye’deki petrol rezervlerinin kontrolüne ulaşırsa, PKK, siyasi etkinin yanında bölgedeki tüm aktörleri zorlayacak ekonomik güce de erişir.

ABBAS VALİ KİMDİR?

Abbas Veli, 1949 yılında İran Kürdistanı’nın Mehabat kentinde doğdu. İlk ve Orta öğrenimini Tebriz’de yaptı. Tahran Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünden mezun oldu. Mastır ve doktora çalışmasını 1977-1983 yılları arasında Londra Üniversitesi’nde siyaset teorisi üzerine yaptı. Aynı üniversitede 4 yıl öğretim üyesi olarak ders verdi. 1997 yılında Wales Üniversitesi’ne geçerek, siyaset teorisi ve idari bilimler alanında ders vermeye devam etti.

Şimdiye kadar yazdığı 50’nin üzerinde akademik makalenin yanı sıra, kitap olarak çıkan bazı eserleri de şöyle:

PreKapitalizm İran: A Theoretical History (1993), 

Essays an The Origin’s of Kurdish Nationalizm (2003),

Modernity And The Stateless: The Kurdish Question in Iran (2004).

Profesör Abbas Veli, Kürt toplumuna ve Kürt siyaset dünyasına ajitatif bakmamaya çalışıyor. Bir akademisyen olarak, Kürtlerin eksikliklerine işaret ediyor. Eksikliklerin giderilmesine yönelik çalışmalar yapmaya ve bunların olanaklarını gözler önüne sermeye çalışıyor.