“Zira kudret, mutlak kudrete; zafer zaferin kötüye kullanılmasına  götürür ve bu fatihlerin tümü kişisel hayalleriyle çok sayıda insanı kendileri için yaşamaya ve hatta ölmeye seve seve razı olacak biçimde büyülemiş olmakla yetinmeyip………tarafsız kalanlara da kendi dogmalarını dayatma hırsına kapılırlar; kendilerine boyun eğenler, uyduları, ruhsal köleleri, her zaman her hareketinin peşine takılanlar asla yetmez onlara. Hayır, özgür olanlara, bağımsız kalmış az sayıda kişiye de dogmalarını tek geçerli gerçek olarak kabul ettirerek onları da kendisine övgüler düzen kişiler ve köleler olarak görmek isterler, Her farklı düşünceyi devlete karşı suç olarak damgalarlar. Dini ve siyasi ideolojinin diktatörlüğe dönüştüğü her sefer tiranlık biçiminde yozlaşma laneti yeniden tekrarlanır…..” ( Stefan Zweig, Vicdan Zorbalığa Karşı)
 
Türkiye’deki OHAL’in Fransa’daki OHAL ile en ufak bir benzerliği yok. Her iki ülke açısından da OHAL, temel insan hak ve özgürlüklerinin askıya alındığı bir dönem lakin Türkiye’de durum Fransa’dakiyle kıyaslanmayacak kadar faşizan bir baskı ile işliyor. Fransa’da yaklaşık bir senedir devam eden OHAL’de esas hedef İŞID tehlikesinin bertaraf edilmesi. Diğer muhalifler sol ve etnik muhalifler üzerinde olağan baskılar devam etmekle birlikte OHAL nedenli özel baskılara dönüşmüş değil. Gözaltı süresi uzatılmış değil. 24 saat, bir defa uzatılır 48 saat. Organize suçlarda 96 saat. Ağır ya da organize suçlarda 96 saate kadar hakim kararıyla uzatılabiliyor. Şiddet olaylarında 6 güne kadar uzatılabiliyor.
 
Türkiye’de OHAL’e Bakanlar Kurulu (ve sonra meclis onayı) karar verirken, Fransa’da Bakanlar Kurulu sadece 12 günlük OHAL kararı alabiliyor. Kuşkusuz sonra da meclis onayı şart.  Fransa OHAL’inde kararnamelerle yönetim söz konusu değil. Yasalar çerçevesinde yönetim söz konusu ve İdari yargının denetimi zorunlu. Fransa’da hem parlamento ( meclis+ senato) denetimi var hem de Anayasa Mahkemesi denetimi var. Paris barosuna mensup değerli meslektaşımdan öğrendiğim kadarıyla uygulama dökümleri 14 Kasım 2015-13 Mayıs 2016 arası bilanço olarak şöyle; 3579 idari arama gerçekleşmiş. 364 gözaltı olmuş. 67 ceza kararı çıkmış. Sadece 56 tutukluluk söz konusu. Yine 14 Kasım 2015 ile 13 Mayıs 2016 arasında 404 kişi ev hapsine tabi tutulmuş26 Şubat 2016’dan itibaren 68 ev hapsi kararı yenilenmiş, 3 yeni karar alınmış. Daha sonra ev hapsi kararının 2’si hakim kararıyla askıya alınmış ve biri durdurulmuş. Dikkat edilirse Fransa OHAL’in de 10 binlerce gözaltı, binlerce tutuklu olayı söz konusu değil. Şuana kadar Fransa OHAL’in de basına yansıyan sistematik işkence ve cezaevlerinde intihar vakaları yok. Basın özgürlüğüne, medya organlarına kapatma, erişimin engellenmesi şeklinde bir uygulama söz konusu değil. Mal varlıklarına el koyma şeklinde basına yansıyan bir uygulama söz konusu değil. Türkiye’deki gibi binlerce pasaport iptali söz konusu değil.
 
Ayrıca suç ve cezanın şahsiliği ilkesinin ihlal edildiğine dair basına yansıyan her hangi bir veri, bilgi söz konusu değil. Yani Fransa OHAL’in de tabi ki temel hak ve özgürlüklerde belirli kısıtlamalar olmakla birlikte Türkiye’deki uygulamalar benzeri bir panorama söz konusu değil. Fransa’da OHAL uygulamaları OHAL’in nedenleriyle sınırlı. OHAL sonrasını kapsayacak bir yasal değişiklik şuana kadar Fransa’da yapılmış değil. Fransa’da iktidar yetkilileri OHAL’i bahane ederek idam tartışmasını gündeme getirmiyorlar. Yine Fransa’da OHAL bahanesiyle on binlerce insan mahkeme kararı olmadan, savunma hakkı tanınmadan mesleğinden atılmış veya açığa alınmış değil. Fransa OHAL’in de gözaltına alınan kişiler her hangi bir alıkoyma merkezinde tutulmuyor. Resmi emniyet dairelerinde ve denetime açık bir şekilde tutuluyor. Oysa Türkiye’de OHAL’le birlikte gözaltına alınan kişiler emniyet haricinde farklı merkezlerde de günlerce tutulabiliyor.
 
Bugün Türkiye OHAL’in de OHAL sonrasını da kapsayacak daha doğru bir deyimle OHAL’i kalıcı hale getirecek yasa tasarıları hazırlığı yapılıyor. 12 Eylül günlerine dönüş anlamına gelecek şekilde ceza yargılaması yasasına tutukluların tekrar emniyete alınarak polise ifade alma yetkisi yetkisi getirilmek isteniyor. Bu faşizan düzenleme yapılırsa işkence cumhuriyeti yaratılmış olur. Yine basına yansıdığı kadarıyla yapılacak düzenleme de mahkeme kararı olmadan savcılara arama ve el koyma işlemlerinde sınırsız yetki verileceği belirtiliyor. Bu yetkiyle savcı mahkeme kararı olmadan bilgisayar ve kütüklere el koyabilecek. Bu yetkiyle adeta çok eski yıllarda Roma’da ve eski Yunan’da yaşanmış “imparator savcı”lar dönemi yaratılmış olacak. Gizli “deliller”, siyah “deliller” soruşturma ve kovuşturmalara yön verecek. Yine taslak onaylanırsa yüksek güvenlikli cezaevlerindeki mahkumlarla ilgili tutanaklara görevlilerin ismi yazılmayacak sadece sicili yazılacak. Gerçi keyfi olarak şuanda da uygulamada böyle yapılıyor. Bu tür uygulama ve düzenlemelerin temel amacı hak ihlali yapan görevlileri gizlemek  ve korumaktır. Yine söz konusu düzenleme yasalaşırsa yargılananların mal varlıkları keyfi olarak el değiştirecek.
 
Zaten şuanda da masumiyet karinesi ihlal edilerek güya burjuva hukuku açısından temel haklardan kabul edilen “mülkiyet hakkı” alabildiğine ihlal ediliyor. Meclise getirileceği söylenen düzenlemede özgürlük ve güvenlik hakkına da saldırı niteliğinde tutukluların tahliye kararını keyfiliğe bırakan hükümler var. Söz konusu düzenlemeye göre tutukluların tahliye talebine üç gün içinde değil  de 15 gün içinde yanıt verilmesi öneriliyor. Söz konusu düzenlemede yargılama aleniyetini ihlal edecek şekilde duruşmaların yapılacağı yerin değiştirilmesi hüküm haline getirilmek isteniyor. Yine dürüst yargılanma hakkının temel koşullarından olan silahların eşitliği ilkesine aykırı bir şekilde savunmanın tanık ve uzman kişi dinletmesini engelleyecek tarzda düzenlemeler getiriliyor.
 
Ayrıca Yargıtay’ın bozma kararları üzerine mahkeme ilk kararında direndiği takdirde Yargıtay hukuk veya ceza genel kurulu denetimi kaldırılmak isteniyor. Yetki kararı bozan daireye verilmek isteniyor. Yine getirilecek tasarı da adeta paralı yargı sistemi düzenlenmek isteniyor. İstinaf kanun yoluna başvuru sınırı 1.500 TL’den 7 bin TL’ye, temyiz kanun yoluna başvuru sınırı 25 bin TL’den 50 bin TL’ye çıkarılmak isteniyor.
OHAL Derhal Kaldırılmalıdır.
 
Ağustos ayında BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği OHAL bahanesiyle “BM Kişisel Ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesinin” askıya alınmasının haklı ve meşru bir nedeni olmadığını gayet isabetli bir şekilde açıklamış ve meşhur Siracusa ilkelerini hatırlatmıştı. Yani bu ilkelere göre;
 
Ulusun yaşamını tehdit eden bir durumdan bahsedebilmek için nüfusun tamamını ve devlet topraklarının bir kısmını veya tamamını etkilemesi,
 
Anayasal kurumların işleyişini, varlığını, nüfusun fiziksel bütünlüğünü tehdit etmesi gerektiğini belirtmişti.
 
Kaldı ki AİHS 15. Maddeye göre de aynı koşullar aranıyor. AİHK, AİHM kararlarına göre de OHAL’in meşru sayılabilmesi için tehlike mevcut veya pek yakın olmalı ve sonuçları bütün ulusu etkileyecek nitelikte olmalıdır. OHAL’i gerektiren olay aynı zamanda ortaya çıkmış olmalı, yani ortaya çıkma ihtimali gerekçesiyle olağanüstü yönetim usullerine başvurulmamalıdır. OHAL için başka bir şartta mevcut tehlikeye karşı devletin normal olanaklarıyla karşı koymada güçsüz kalmasıdır.
 
15 Temmuz menfur darbe girişimi 15-16 Temmuz’da kesin olarak devlet güçleriyle bastırıldığı halde, ayrıca pek yakın tehlike emaresi de olmadığına göre OHAL ilanı ve yeniden uzatılması asla haklı ve meşru kabul edilemez. Mevcut pozitif ulusalüstü hukuk bağıtlarına göre ortada haklı ve meşru OHAL olsa dahi insan hakları hukukunda sert çekirdek haklar diye tabir edilen haklara riayet edilmesi, yükümlülük azaltılmaması şarttır. Yani ayrımcılık yasağı, kişi olarak tanınma hakkı, yaşam hakkı, işkence yasağı, kulluk ve kölelik yasağı, din, vicdan, düşünce, kanaat özgürlüğü, suç ve cezaların kanuniliği, geriye yürümezliği, masumiyet karinesi, borç nedeniyle hapis yasağı, adil yargılanma hakkı asla ihlal edilmeyecektir. Bugün 8 kararname ve uygulamalarla bu sert çekirdek hakların tümü ihlal edilmiştir. Nitekim bu hususları BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinden sonra birkaç gün önce Avrupa Konseyi insan Hakları Komiseri Nils Muiznieks’de vurgulamış ve tekrarlamıştır. Türkiye’deki OHAL ve uygulamalarının sonuçları üzerine yayınladığı Memorandum da OHAL’e son verilmesini ve hızla olağan sürece dönülmesini istemiştir. Avrupa Yargı Konseyleri ağıda HSYK’nın gözlemci üyeliğini askıya alacağını belirtmiştir. Bu açıklamayı Avrupa Yargıçlar Birliği başkanı Chiristope Regnard yapmıştır.
 
Özetleyecek olursak OHAL ve uygulamaları 15 Temmuz menfur darbe girişimi bahanesiyle tüm muhalefeti susturan OHAL sonrasını da etkileyecek şekilde faşizan düzenlemeleri kalıcı hale getiren fiili bir tiranlık rejimine dönüşmüştür. Tüm demokratik kurumların OHAL’in derhal kaldırılması için gür sesle haykırması gerekiyor.